ANKARA - AA Editör Masası'na konuk olan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, AA Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Kazancı ile editörlerin gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Bakanlık olarak "paralel yapı"nın yargıdaki etkisini kırmak için ne tür çalışmalar yapıldığına dair soru üzerine Bozdağ, paralel yapının iyi tespit edilmesinde fayda bulunduğunu belirterek, ülkelerin anayasa, yasa ve hukuk sistemi içinde yönetildiğini, yöneticilerin de anayasa ve yasalarla bağlı hareket eden, kararlarını ona göre veren ve başka bir yapıdan emir ya da talimat almaması gereken bireyler olması gerektiğini söyledi. 

Bozdağ, "Siz düşünün; bakansınız, talimat veriyorsunuz müsteşarınıza. Müsteşarınız 'emredersiniz' diyor, ama daha sonra talimatınızı, mahallede sevdiği saydığı, imam veya başka bir isim diyelim, onunla konuşuyor, 'Bakan böyle bir talimat verdi bunu yapayım mı yapmayayım mı?' Hoşuna giderse 'Hemen yapın', hoşuna gitmezse 'Bunu yapmayın' diyor. O zaman da müsteşar işi zamana yayıyor, unutulup gidiyor. Siz bakan olarak öğrendiniz ki verdiğiniz her talimatı dışarıda bir başkasına onaylatıyor. Onay alırsa yapılıyor, almazsa yapılmıyor. Böyle bir durum hukuk devletiyle, demokrasiyle bağdaşır mı?" diye konuştu.

"Gülen Türkiye'ye Humeyni'nin İran'a dönüşü gibi dönebilirdi"

Bir devletin böyle bir durumda hukuka ve demokrasiye yine hukuk içerisinde sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Bakan Bozdağ, şöyle devam etti:

"Türkiye'nin 17 Aralık süreciyle gündemine gelen en önemli konulardan bir tanesi budur. Devletin içinde devletleşmek isteyen, paralel yapılanmadan öte devlet olmak isteyen bir anlayış olduğunun herkes farkına vardı. Öyleyse bu milletin verdiği emanete bizim sahip çıkmamız lazım. Hukuk devletini daha da güçlendirmek, demokrasiye sahip çıkmak, milletin iradesine sahip çıkmak gerekir. Bizim yaptığımız bu anlamda demokrasimize, milletimizin emanetine, hukuk devletine sahip çıkmak ve bu çerçevede adımlar atmak. Maalesef pek çok muhalif basın-yayın, siyasiler, AK Parti'ye karşıtlığı artık bir nefret ideolojisine dönüştürmüş çevreler, bunların çarpıtmak için çok farklı yol ve yöntemler deniyorlar. İşin esası, AK Parti hükümetlerinin bu konuda yaptığı şey; bu milletin her bir ferdinin takdir etmesi gereken bir mücadeleyi biz yapıyoruz, devletimize, milletimize sahip çıkıyoruz.

Eğer 17 Aralık olmasaydı veya geç olsaydı, millet bu yapılanmanın Türkiye içinde eriştiği gücün farkına varmamış olsaydı, Fethullah Gülen, Pensilvanya'dan Türkiye'ye Humeyni'nin İran'a dönüşü gibi dönebilirdi. Bu açıdan baktığımızda 17 Aralık, Türkiye'nin böylesi bir dönüşüme 'dur' dediği gün de olmuştur. Devlet ve bütün kurumlar bu anlamda tehlikenin, tehdidin farkına varmıştır, ona göre vaziyet almıştır."

"Hakimin vicdanı da anayasa ve hukuktan edindiği bir kanaatle hareket edecek"

Adalet Bakanı Bozdağ, hakim ve savcıların neye göre görev yapacağının, yargı bağımsızlığının, Anayasa'nın 138. maddesinde çok net şekilde ifade edildiğine dikkat çekerek, "Yargı bağımsızlığını yargının adeta hiçbir şeyle bağlı olmaması, yargının layüsel olması, keyfi hareket edebilmesi gibi yorumlayanlar da var. Bütün hukuk devletlerinde yargının hukukla, kanunla bağlı olması anlamını taşır. Bizim anayasamız da onu söylüyor. Hakim anayasayla, kanunla, hukukla bağlı olacak. Hakimin vicdanı da anayasa, kanun ve hukuktan edindiği bir kanaatle hareket edecek. Vicdani kanaat hukuktan, kanundan, anayasadan bağımsız kendi başına hareket eden bir kanaat değil. Eğer siz anayasa, kanun, hukukla kendinizi bağlı kabul etmezseniz sadece vicdanla kendinizi bağlı kabul ederseniz o zaman orada adaleti değil, ancak zulmü bulabiliriz" diye konuştu. 

"Anayasa, kanun ve hukuka bağlı bir vicdan"

Hakim ve savcıların, Anayasa'nın amir hükmüne göre hareket etmesinin hukuk devleti ve demokrasinin ana güvencesi olduğunu vurgulayan Bozdağ, insanların yargıya işleri düştüğünde hakim ve savcılara birilerinin talimat verdiğini, tesir ettiğini görmesi halinde yargı yerine yargıya kim tesir ederse onun kapısına gideceğini bunun da hukuk devletinde kabul edilemez bir durum olduğunu söyledi. 

"Biz bütün yargı görevi yapanların anayasa, kanun ve hukuka bağlı bir vicdanla görev yapması gerektiğine inanıyoruz" diyen Bozdağ, hakim ve savcılar içerisinde görevlerini fedakarlıkla yapan, büyük bir özveriyle Türkiye'deki adaletin tahakkuk etmesine katkı verenlerin oranının çok yüksek olduğunu belirtti. Bekir Bozdağ, "Şu anda bu orana yüzde 99 desek yanlış olmaz, ama farklı saiklerle hareket eden hiç yok mu? Elbette var, ama bunlarla ilgili de hukuk içerisinde elbette gereken neyse bunların yapıldığını, hukuka uygun şekilde yapılacağını herkesin bilmesinde fayda var" ifadelerini kullandı. 

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK), Anayasa'nın 138. maddesi ve diğer ilgili kurallar dışına çıktığı sabit olunan hakim ve savcılarla ilgili gerekli inceleme ve soruşturmayı yaparak, gereğini mutlaka yerine getireceğini anlatan Bakan Bozdağ, HSYK'nın kendisine gelen şikayetleri titizlikle incelediğini, incelemeye de devam edeceğini kaydetti. 

Bekir Bozdağ, "Ancak bazı hakim ve savcıların yaptığı yargılamalar nedeniyle bütün yargının tamamı sanki paralelmiş gibi bir algı oluşturulması da gerçekten burada fedakarlıkla görev yapanlara bir haksızlık oluşturur. Hakim ve savcılarımız da yargı içerisinde böylesi bir yapılanmanın varlığından fevkalade rahatsızlar. Onlar da böyle bir yapının oluşmaması, güç bulmaması için elbette titiz bir hassasiyet içindeler" dedi.

"Bu kesinlikle özel yetkili mahkemelerin yeniden dönüşü değildir"

Adalet Bakanı Bozdağ, "Özel yetkili mahkeme uygulamasına geri dönüleceği, HSYK’nın bir kararname ile bazı ağır ceza mahkemelerini terör ve örgütlü suçlara bakması için yetkilendireceği yönünde basında bazı haberler yer aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna, "Gazetenin bu haberi bir çarpıtma haber. Bu kesinlikle özel yetkili mahkemelerin yeniden dönüşü değildir. Çünkü özel yetkili mahkemeler özel soruşturma usulü olan, özel yargılama usulü olan hususlara bakan mahkemelerdir" yanıtını verdi. 

Hukuk ve ceza yargılamasında ihtisaslaşmaya imkan verecek düzenlemelerin yargılama usul kanunlarında var olduğunu, son olarak CMK'da da ceza yargılamasında ihtisaslaşmaya gidileceğine dair bir düzenleme yaptıklarını hatırlatan Bozdağ, "Çünkü ihtisaslaşmış bir mahkeme davayı daha hızlı karara bağlayacağı gibi daha adil karar verebilme imkanı da yüksektir. Vatandaşımızın lehine sonuçlar ortaya çıkacaktır, adaletin hızlı ve doğru tecellisine katkı sağlayacaktır" dedi.

"Uzmanlaşmayı sağlayacak bir çalışma"

HSYK'nın da uzmanlaşmayı sağlayacak bir çalışma yaptığına işaret eden Bozdağ, şöyle devam etti:

"Bu çalışma özel yetkili mahkemelerin geri gelmesi çalışması kesinlikle değildir. Özel yetkili mahkemeler; hakimleri özel, savcıları özel, yargılama usulü özel, soruşturma usulü özel imtiyazlı mahkemelerdi. Biz, soruşturmadaki ayrıcalıkları tamamen kaldırdık. Şu anda bütün soruşturmalar aynı usule tabi, yargılamalar aynı usule tabi. HSYK çalışmasını bitirip bu konuda bir uzmanlaşma adımı attığı zaman yeni bir usul ihdas etmeyecek ne soruşturmada ne yargılamada. Bu kesinlikle özel yetkili mahkemelerin yeniden dönüşü değildir. Çünkü özel yetkili mahkemeler, özel soruşturma usulü olan, özel yargılama usulü olan hususlara bakan mahkemelerdir. Şu anda Türkiye'de soruşturması ve yargılaması farklı herhangi bir suç yoktur. Özel yetkili bir mahkemenin kurulduğunu söylemek fevkalade büyük bir çarpıtma olur. Yürüyen çalışma sadece ihtisaslaşmayı temine dönük bir çalışmadır, bu da insanlarımızın lehine olan bir çalışmadır."

"Algı operasyonu"

Adalet Bakanı Bozdağ, Yargıtayda yeni kurulan dairelerin de ihtisaslaşma esasına göre davalara baktığını, Yargıtay Başkanlık Divanının hangi dairenin hangi davalara bakacağına dair iş bölümü yaptığını anlatarak, "Yargıtay yıllardır bu ihtisaslaşmayı uyguluyor, Danıştay yıllardır bu ihtisaslaşmayı uyguluyor. Şu anda ceza hukukunda da yapılmak istenen öylesi bir ihtisaslaşmayı sağlamaktır. Yoksa özel yetkili mahkemeleri gerisin geriye getirmek kesinlikle değildir. Bu bir algı operasyonudur, bundan sonra bu konu üzerinde pek çok yayın yapılacağını, çarpıtma yapılacağını bende tahmin ediyorum" değerlendirmesinde bulundu.

"Özellikle 17-25 Aralık soruşturmasını yürüten savcılar, haklarında başlatılan soruşturma ve görevden uzaklaştırmalara rağmen daha önce baktıkları davalarla ilgili iddia ve açıklamalarını basın yoluyla yapmaya devam ediyorlar. Bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna, Bozdağ, "Özellikle 17 Aralık'la ilgili soruşturmaları yürüten savcılardan bir tanesi HSYK tarafından geçici görevinden el çektirildi. Bunun üzerine birtakım açıklamalar yaptı. Esasında şu anda, savcı sıfatını hala taşıyor. Geçici görevden el çektirilmesi, görevini fiilen yapması bakımından, bir askıya alma halidir. Yani izinsiz bir basın açıklaması yapması, yasal olarak mümkün değil. Yani bu yasal zorunluluğa riayet edilmediğini görüyoruz" yanıtını verdi.

Hakim ve savcıların kararlarıyla konuşması gerektiğini ifade eden Bozdağ, hakimler ve savcılar basın açıklamalarıyla konuşmaya başlarlarsa, burada bir sıkıntının söz konusu olacağını söyledi.

Hakim ve savcıların kararına güvenmesi durumunda, gerekçelerinin herkesi ikna edeceğini belirten Bozdağ, kararın doğruluğunu kabul ettirmek için, ayrıca bir açıklama yapmalarına gerek olmadığını vurguladı.

"Kararınız yanlışsa, dünya kadar basın açıklaması yapın, hiçbir basın açıklaması yanlış bir kararı, doğru hale getiremez" diyen Bozdağ, soruşturma sürecinin taraflı yürütüldüğünün, savcının açıklamalarından çok net bir şekilde görüldüğünü kaydetti.

"Bir savcının tarafsızlığını nasıl yitirdiğinin itirafnamesi"

Açıklamalarda, "soruşturma" kılıfı altında, hükümete karşı nasıl bir operasyon yürütüldüğünün, nasıl bir stratejiyle hareket edildiğinin ip uçlarının çok net bir şekilde görüleceğini ifade eden Bozdağ, "Yani hakimler, savcılar soruşturma yürütürken, orada delilleri sağlıklı toplamak ve onu yargının önüne getirmekle mükelleftirler. Ama burada baktığımız zaman, delilleri sağlıklı toplamak yerine, bir hedefe sağlıklı ulaşmak gibi bir metodun uygulandığını bizzat, savcıdan öğreniyoruz" diye konuştu.

Bozdağ, şunları kaydetti:

"Oradan, kendi düşüncesine göre Sayın Cumhurbaşkanımızı nasıl bir yerde konumlandırdığını ve onu nasıl mahkum edeceğini söylüyor. Bir yandan bakıyor, 'Elde bir delil yok' diyor. Ama öte yandan da 'Ben analizimle onu bir yere oturtacaktım' diyor. Bu şu demektir; 'Ben bu konuda kararımı zaten verdim, soruşturma süresince bu kararımı teyit edecek deliller arıyorum. O delilleri bulamadığım için de harekete geçemedim. Bu soruşturmanın 17 Aralık'ta neden yapılması gerektiğine baktığımızda da açıkça itiraf ediyor, 'O polislerin görevden alınma ihtimallerine binaen biz bunu yaptık'. O polis görevden alınırsa, başka bir polis gelir, onunla beraber yaparsın. Bu da o polislerle, savcı arasında çok net bir dayanışma olduğunu da gösteriyor. Böyle bir duyumun akabinde, hemen görevden alınmadan harekete geçiliyor. Nasıl bir algıyla hareket ettiğini sayın savcının, hep beraber orada görüyoruz. Ben Türkiye adına bundan çok üzüntü duydum, demokrasimiz, hukuk devletimiz adına çok üzüntü duydum. Bu ifadeler, bir savcının tarafsızlığını nasıl yitirdiğinin bana göre itirafnamesidir."

"Gülen için hem iade hem kırmızı bülten talebi"

"Fethullah Gülen hakkındaki yakalama kararı Adalet Bakanlığı’na ulaştı mı? Gülen’le ilgili kırmızı bülten ve iade işlemleriyle ilgili nasıl bir süreç yürüyecek? Sürece baktığınızda bir gecikme söz konusu mu? Normal şekilde ilerliyor mu bu süreç?" sorusu üzerine, Bozdağ, Gülen hakkında, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin yakalama kararı verdiğini, bu kararın henüz Adalet Bakanlığı'na ulaşmadığını söyledi.

Karar, Adalet Bakanlığına geldiği zaman, yasal çerçevede ne yapılması gerekiyorsa, onu yapacaklarını belirten Bozdağ, bundan kimsenin tereddüt etmemesini istedi.

Yakalama kararı kendilerine ulaştığında, ön inceleme yaparak, yayımladıkları genelge çerçevesinde kırmızı bültenle ilgili şartların aranacağını anlatan Bozdağ, bunun tespiti yapıldıktan sonra, Adalet Bakanlığının konuyu, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Interpol Daire Başkanlığına göndereceğini belirtti.

Interpol Daire Başkanlığının da kendi formatı çerçevesinde çalışmasını bitirdikten sonra, konuyu, Fransa'nın Lion kentindeki Interpol Merkezine göndereceğini ifade eden Bozdağ, "Onlar da bir inceleme yapıyorlar, o inceleme sonucunda, bunun yayınlama kararını verebiliyorlar veya vermiyor. Eğer yayınlama kararı verilirse, 190'ın üzerinde Interpol'e kayıtlı ülke var. O ülkelerin Interpollerine o bilgiyi geçiyorlar, usul bu" dedi.

Yakalama kararı verilen kişinin, başka bir ülkede bulunduğu belliyse, doğrudan iade talebinde bulunulabileceğini belirten Bozdağ, eş zamanlı olarak Interpol'e bildirilerek, kırmızı bülten yoluyla da bu yakalama kararının gereğinin ifasının talep edilebileceğini kaydetti. 

İade talebinin, doğrudan Adalet Bakanlığı ile ABD Adalet Bakanlığı arasındaki yazışmayla yapıldığını dile getiren Bozdağ, iade ile kırmızı bülten talebinin eş zamanlı yapılmasının daha faydalı olacağını değerlendirdiklerini söyledi.

"Ankara'dan oraya gitmesine neden izin verildi?"

Bakan Bozdağ, MİT tırlarının aranması konusunda da açıklamalarda bulundu.

"MİT tırlarıyla ne hedefleniyordu? Elinizdeki bulgular neler? Dava hangi aşamada?" sorusu üzerine, Bozdağ, "MİT tırlarıyla ilgili konu, bana göre, hukukun bilerek ve isteyerek çiğnendiği, kötüye kullanıldığı bir hadisedir. Ben ihanet olarak görüyorum MİT tırları olayını, Türkiye'ye ve Türkiye'nin hukukuna. Son derece ciddi bir olay, ancak Türkiye'nin bu gündemi arasında bu konu yeteri kadar hem tartışılmadı, hem de çarpıtıldı" dedi.

Kanuna göre, MİT'le ilgili soruşturmanın, ancak Başbakanın izniyle yapılabileceğini hatırlatan Bozdağ, tırlarla ilgili ihbarın, Ankara'dan, Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yapıldığına, tırların güzergahındaki Ankara, Konya, Karaman, Niğde ve Osmaniye savcılıklarına ihbar gelmediğine dikkat çekti.

Herkesten, "Madem bu tırlar Ankara'dan yüklendi, neden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına bununla ilgili ihbar yapılmıyor da Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yapılıyor? Adana Cumhuriyet Başsavcısının veya orada görev yapan savcıların, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve burada görev yapan savcılardan farkı nedir? Onlar daha mı iyi hukuku biliyor? Bu araçlarda, eğer tehlikeli maddeler varsa, Ankara'dan oraya gitmesine neden izin verildi, neden burada yapılmadı?" sorularını yöneltmesini isteyen Bozdağ, tırlara operasyonun da jandarma bölgesinde yapıldığını, bütün bunların bir anlamının olduğunu söyledi.

Valinin, Emniyet Müdürünün, MİT Bölge Başkanlığının, "tırdakilerin MİT mensubu, tırın ise MİT'e ait olduğunu" belirtmesine rağmen, soruşturmayı yürüten kişilerin, bunu dikkate almayarak, "devletin valisini, emniyet müdürünü, MİT bölge başkanını" yalancı saydığını kaydetti.  Bekir Bozdağ, "Herkesi yalancı sayıyorlar, ama birilerine itaat edip, onu doğrucu Davut kabul ediyorlar. Herkes yalancı da burada doğru kim" diye konuştu.

"Savcı bey cep telefonuyla görüntü çekiyor"

Herkesin, MİT tırlarının durdurulduğu andaki görüntüleri izlemesini isteyen Bozdağ, şunları kaydetti:

"Bir Türk istihbarat elemanına muamele midir, yoksa düşman bir ülkenin istihbarat elemanına muamele midir? Orada eğer siz, rahatsız olmuyorsanız, bir vatandaş olarak ben hiçbirşey demiyorum. Benim kanım dondu o manzarayı seyrederken. İşin daha ilginci, durdurulup, indirilince 'Ben MİT mensubuyum, cebimde kimliğim var, alın, bakın' diyor. Yatırıyorlar, sonra kimliklerine bakıyorlar, kimliklerinde de MİT yazıyor. Valiyi yalancı saydınız, size yazılan resmi yazıların hepsini yalan kabul ettiniz, onlara inanmadınız, ama yakaladığınız kişilerin üzerinde MİT'e ait kimlikler çıkınca, kanun gereği orada soruşturmayı durdurup, izin için Başbakana müracaatları lazım. Orada soruşturmayı durdurmuyorlar, devam ediyorlar. Hatta savcı, şeyin üzerine çıkıyor, orada bir yandan kameralar var çekiyor. Savcı bey de eline cep telefonu kamerasını almış o da ayrıca çekiyor. Bakın buradan çok net söylüyorum. Reyhanlı'da bir terör saldırısında onlarca vatandaşımız şehit oldu ve onlarcası da yaralandı. Hatay, Reyhanlı, özel yetkili savcılık bakımından Adana'ya bağlı. Bu soruşturmayı yapanlar tıra gittiler, Kırıkhan'da gittiler, başka yerde tırın üzerine çıktılar, ellerindeki kameralarla görüntüler çektiler ama Hatay Reyhanlı'da bu kadar insanımız hayatını kaybetti, bunlardan hiçbirisi Adana'dan kalkıp olay yerinde bir inceleme yapmadı. Çok ilginç."

"Kimden bu talimatı aldılar?"

Reyhanlı'da bu kadar insan hayatını kaybederken, birçok insan yaralanırken savcıların olay yeri incelemesine katılmadığı, olup biteni gözlemediğine dikkat çeken Bozdağ, şöyle devam etti:

"Ama MİT tırları olduğu zaman, bir de kendi özel arabasıyla, resmi arabayla da değil, biniyor, oraya gidiyor ve orada çok net bir şekilde, birtakım işler yapıyor. Bütün bunların sebebini ben vatandaş, Adalet Bakanı olarak soruyorum: Herkesi yalancı yerine koyup, sadece muhbiri doğru yerine koyup, böyle hareket eden ve sonra da bütün verilere, doğru bilgilere göre hareket etmeyip, kanunu bir tarafa atıp, kendi keyfine göre hareket etmesini sağlayan güç nedir? Kimden bu talimatı aldılar? Anayasa, yasa bu yetkiyi vermiyor. Neden yapıldı bu kanun çiğnemeleri, hukuk tanımazlıklar? Türkiye'yi teröre yardım eden bir ülke olarak göstermek için yapılmıştır, birinci nedeni budur."

"Birdenbire silah taşıyan araçlara dönüşmesi ilginç" 

MİT tırlarının durdurulduğu dönemde, IŞİD'in bu kadar eyleminin olmadığını ve duyulmadığını belirten Bozdağ, şunları ifade etti:

"Düşünün, 'Türkiye'den tırlar gidiyor ve o tırlarda silahlar gidiyor, terör örgütlerine yardım ediliyor. Bunu da Türkiye'nin mahkemeleri tespit ediyor'. Türkiye, 'Böyle bir şeyi siz yanlış yapıyorsunuz' dediğinde, adam ne diyecek? 'Bak kardeşim, bunu ben söylemiyorum, senin mahkemen söylüyor. Senin mahkemen, bunu böyle tespit ediyor'. Türkiye'yi teröre silah yardımı yapan bir ülke pozisyonunda göstermek, birinci nedeni bu. İkinci nedeni Türkiye'nin Başbakanını, hükümetini uluslararası mahkemelerde yargılatacak bir süreci başlatmak, orada yargılanmasını sağlamak. Üçüncü bir nedeni de MİT uluslararası bir boyut kazandı. Türkiye'nin istihbarat teşkilatına güvenenlere bir mesaj verilmek istendi. 'Siz Türklere güvenmeyin, onlar kendi ülkelerinde bir yerden bir yere tır dahi sevk edemiyorlar' dedirtmek gibi birtakım hedefleri var. Bunların her biri bu ülkeye ihanettir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Bununla ilgili tabi soruşturmalar devam ediyor."

Türkiye'nin, 2011'den bu yana, Suriye'de zorda ve darda kalan insanlara yardım yaptığını hatırlatan Bozdağ, insani yardım yapan araçların, birdenbire silah taşıyan araçlara dönüşmesinin ilginç olduğunu söyledi.

"Neden 2012'de, 2013'ün içinde bunu yapmadınız? Neden 2013'ün 17 Aralığından sonra, o sürecin devamı olarak bunu yaptınız?" diye soran Bozdağ, İstanbul'daki operasyonla, MİT tırlarının durdurulmasının birbirinden bağımsız olmadığını kaydetti.

"Türkiye'de adalet bakanları, savcıları her zaman aramıştır"

17 Aralık'ın ve MİT tırlarının durdurulmasının, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na ve hukuka bağlı vicdanla hareket eden bir yargının yapacağı bir işlem olmadığını vurgulayan Bozdağ, "MİT tırları hadisesini, ülkeye dönük bir ihanet olarak gördüğümü her zaman ifade etmek isterim. Milletimiz de bunu görmüştür. Hukuku bir kılıca çevrilmesine yargı görevi yapan da olsa bu, buna asla biz müsaade etmeyiz. Demokrasimiz de hukuk devleti anlayışımız da buna müsaade etmez, etmesi de mümkün değildir" dedi.

MİT tırları durdurulduğunda başsavcıyı aradığını belirten Bozdağ, söylediklerinin kamuoyu tarafından duyulması durumunda, herkesin hukuka nasıl sahip çıktığını göreceğini söyledi.

Terörle yetkili savcılığın, kendisiyle ilgili dosya açtığını ve soruşturma başlattığını hatırlatan Bozdağ, "Düşünebiliyor musunuz, Adalet Bakanı arıyor, Adalet Bakanı'na terörist muamelesi yapan veya terörle ilgili soruşturma açan bir anlayış. Bakana terörist muamelesi yapmaktır bu. Böyle birşey olabilir mi? Türkiye'de adalet bakanları, savcıları her zaman aramıştır. İdari yönden savcılar, Adalet Bakanlığına bağlı, bu Anayasa'nın amir bir hükmüdür. 'Hiçbir adalet bakanı savcıyı aramaz, aramamıştır' kimse diyebilir mi? Diyemez" diye konuştu.

Bunların, "algı operasyonu" çerçevesinde yapıldığını dile getiren Bozdağ, İzmir'de de 30'u aşkın dosyanın, fezlekeye konulup Bakanlığa gönderildiğini anımsattı. Bu dosyaların, Adalet Bakanı'nın dosyaları gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten Bozdağ, bunların planlı, programlı işler olduğu, İzmir savcısıyla, Adana savcısının tutanak tutmasının, birbirinden bağımsız olamayacağını kaydetti.  

Bozdağ, Adana'daki, İzmir'deki, İstanbul'daki olayların, süreçlerini başlatma düğmesine basan elin, "aynı, hain el" olduğunu ifade etti.

"Bizi bağlayan hukuki, ikili anlaşmalar var"

Bozdağ, Fethullah Gülen'in iadesi konusunda, "ABD ile Türkiye iki müttefik ülke bugüne kadar pek çok alanda ciddi işbirliklerimiz var, adli yardımlaşma konusunda işbirliklerimiz var. Şimdiye kadar ABD'nin bizden istediği iadeler ve adli yardım talepleri konusunda Türkiye olumlu yaklaştı. Türkiye'nin ABD'den talepleri konusunda da olumlu yaklaşımlarını genel itibariyle görüyoruz. Ben Fethullah Gülen'le ilgili iade talebi ve kırmızı bülten çıkarılması üzerine ABD'nin Türkiye ile ilgili bu olumlu ilişkileri sürdürebileceğine, sürdürmesi gerektiğine inanıyorum. Bu tabii ABD'nin kendi iç değerlendirmesi olacak. Ancak bizi bağlayan hukuk, ikili anlaşmalar var. Biz Türkiye olarak bu hukuka, ikili anlaşmalara Türkiye nasıl uyuyorsa ABD'nin de uygun davranmasını bekleme hakkına sahibiz." şeklinde konuştu.

Yurt dışındaki okulların dönüştürülmesi

Bozdağ, yurt dışındaki okulların dönüştürülmesine ilişkin de şöyle konuştu: "Eğitim ve din konusuyla ilgilendiğini düşündüğümüz insanların, eğitim ve din konusu dışında her şeyle ilgilendiğine tanıklık ettik.

Bu kurumların, Türkiye aleyhine çalışmaların yürütüldüğü üslere dönüştüğünü de görüyoruz. İşi gücü eğitim olan bir kurumun yöneticileri, orada çalışanlar, onlarla işbirliği yapanların, Türkiye aleyhine ilgili ülkeler karar alsın, Türkiye aleyhine sonuçlar çıkarsın, Türkiye'yi orada kötü bir noktaya taşısınlar diye bir gayretin, bir çabanın içerisinde olduğunu siz ülke olarak görürseniz, buna dair bir tedbir alma gerekliliği duymaz mısınız?"

"Kimlerin dinlediğine ilişkin çok ciddi veriler var"

Bozdağ, "Türkiye'nin Başbakanı, Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, herkesin telefonları ve ofisleri dinleniyor. Kimlerin dinlediğine ilişkin çok ciddi veriler var. Şimdi soruyorsunuz, işi gücü eğitim olan biri, ülkenin Başbakanını dinlediğinde elde ettiği veri ne işine yarayacak? Genelkurmay Başkanını, Cumhurbaşkanını dinlediği zaman dini amaçlar bakımından bunu nasıl kullanacak, eğitim amaçları bakımından bunu nasıl kullanacak? Bu bilgiler ne işine yarar? Bu bilgiler nereye transfer edildi?" dedi.

"Türkiye'nin savunma sanayiinin en önemli lokomotifi olan tesislerinde görev yapan mühendislerin dinlendiğine şahitlik ediyoruz" diyen Bozdağ, "Soruyorum o zaman, işi gücü eğitim olanın ne işi var silah sanayiindeki mühendislerle? Hangi cemaatin, hangi tarikatın, hangi eğitim kurumunun işine Türkiye'nin savunma sanayide yaptıkları, düşündükleri, yapacakları işine yarayacak?" ifadelerini kullandı.

"Gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklu kimse yok"

Bozdağ, bazı uluslararası kuruluşların, Türkiye'de gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanan gazeteciler olduğuna ilişkin iddialarını değerlendirirken, Türkiye'ye yönelik bir "karalama kampanyası", "algı operasyonu" ve "kirli bir operasyon" yürütüldüğünü bildirdi.

Bozdağ, "Sadece gazetecilik yaptı diye Türkiye cezaevlerinde tutuklu bulunuyor diyenler iftira yapıyorlar. Türkiye cezaevlerinde gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklu hiç kimse yok." dedi.

AİHM'deki Perinçek davası

Adalet Bakanı Bozdağ, "AİHM'deki Perinçek davasına ilişkin ise şöyle konuştu:

"Bugün Büyük Dairede görüşülecek husus, tarihi bir husus. Hem Türkiye, hem de Avrupa Birliği değerleri bakımından tarihi öneme haizdir..Türkiye'yi ifade hürriyeti, basın hürriyeti üzerinden eleştiren AB'nin, Avrupa Konseyinin ve diğer batılı yetkililerin İsviçre'deki ifade hürriyetini ret ve inkar eden bu yasal düzenleme karşısında sessiz kalmalarını kınıyorum ve yadırgıyorum.

Bugün Büyük Dairenin Doğu Perinçek hakkında vereceği kararı tarihi bir karar olarak görüyorum. Eğer Büyük Daire, İsviçre'nin temyiz talebini reddetmez, kabul ederse, bunu çok net söylüyorum, Avrupa Birliğinin üzerinde yükseldiği bütün değerlerin reddi, inkarı anlamına gelir. Eğer öyle bir karar çıkarsa bu karar AB'nin ve Avrupa'nın insan haklarına, ifade hürriyetine verdiği değer anlayışının iflası anlamına gelir.

Bu davada Büyük Dairenin ret yönünde bir karar vereceğine olan inancımı ifade etmek istiyorum. Aksi yönde bir karar, AB'nin üzerinde yükseldiği değerlerin iflası anlamını taşır. Böyle bir karar çıkacağına pek ihtimal vermiyorum. Eğer çıkarsa bu iflas demektir. Bu, mahkemenin adalet dağıtan bir mahkeme değil, siyasi tutum alan bir mahkeme olduğunu, önüne gelen davalarda tarafsız ve bağımsız karar veren bir insan hakları mahkemesi değil, kendilerini gönderen ülkelerin siyasal menfaatleri doğrultusunda karar veren taraflı ve bağımlı bir mahkeme olduğu anlamını da taşır. Ben böylesi bir hatayı AİHM Büyük Dairesinin yapmayacağına inanıyorum."