‘’Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir…’’ (William Blake)

İşte yine bir Kıbrıs görüşmesi…

Bu defa da Cenevre’de, 28 Haziran 2017’de…

Bilindiği üzere, bundan 6 ay önce de aynı yerde yapılan görüşmelerde taraflar arasında herhangi bir mutabakata varılamamış olsa da, önemli bir gelişme yaşanmış; o süreçte masada olmaması gereken toprak konusunu içeren haritalar ortaya çıkmış/çıkarılmış, üstüne üstlük bir de BM’in kasasına kilitlenmişti…

Bu defa da yeni bir ‘kilit oyunu mu’ var demeden geçemeyeceğim!

Ama bu defa oyun daha da büyük!

Hem de tuzaklı..!

Çünkü GKRY’ni temsil eden Bay Anastasiadis’in aklında önemli bir kurnazlık, kurguladığı yeni bir tuzak var! 

O da Kıbrıs adasında, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının yasal ve en önemli kazanımı, gücü olan ‘Güvenlik ve Garantiler’ konusunu sulandırarak önemli bir kazanım daha sağlamak…

Tıpkı bundan 6 ay önce 1’nci Cenevre konferansında kurduğu harita tuzağından sağladığı gibi…

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres himayesinde Cenevre’de başlayacak olan bu beşli görüşmede; BM’yi temsilen Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Berh Eide, konunun tarafı olarak K.K.T.C temsilcisi Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı, G.K.R.Y temsilcisi Bay Anastasiadis, garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile ilk kez Avrupa Birliği temsilcisi resmi gözlemci sıfatıyla masada yer alacak.

Kurgulanan oyun masada olmaması gerekenlerden belli…

Bu masada AB temsilcisinin, gözlemci sıfatıyla ne işi var? 

Hem de 25 AB ülkesini temsilen…

Yunanistan, GKRY (hukuksuz da olsa…), İngiltere (AB’den ayrılma kararına rağmen…) AB üyesi değil mi? 

Bu üçü zaten yasal taraf yetmez mi?

1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarında müzakereciler arasında AB mi vardı ki?

O süreçte kabul edilen, hala adada yasal geçerliliği olan Güvenlik ve Garantiler konusunun görüleceği masada ne işi var AB’nin?

Yoksa hazırlığı yapılmış, içeriği belli, Kıbrıs’ta kurgulanmış olası bir tuzak mı var?

Annan Planı döneminde de böylesine kurgulanmış bir tuzak yaşanmamış mıydı? 

 Rum tarafı AB’ye nasıl üye yapılmıştı?

Unutuldu mu sanılır o günler..?

Bana göre Anastasiadis aklınca yeni bir tuzak kurgulamaktadır..! 

28 Haziran öncesinde; 2’nci Cenevre görüşmelerine gitmeden önce; masaya hiçbir konu konuşulmadan, tartışılmadan; ‘’Güvenlik ve Garantiler’’ konusunu getirmenin peşindedir; bunun için ön koşul yaratmaya çalışmaktadır!

Böylesi bir tuzağa K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı düşer mi? Düşecek midir? Mutlaka onun da kendine göre aldığı, alacağı tedbirler, bu kurguya karşı görüşleri olmalıdır…

Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk’ünün, ada üzerindeki en önemli yasal kazanımı ‘Garanti ve Güvenlik’ konusunda ülkemizi yönetenlerin, K.K.T.C’deki yönetimin; Türkiye’nin ve adada yaşan Kıbrıs Türk Halkının yararına olacak, yıllar sonra adanın elimizden kayıp gitmesini önleyecek bir planı vardır mutlaka.

Ancak; 2013 yılında seçildiği günden bu yana; Sn. Akıncı’nın muhatabı, Bay Anastasiadisin Kıbrıs müzakerelerinde hiçbir yapıcı girişimi olmadığı ortadayken;

‘’Türkler azınlıktır, Azınlık çoğunluğa eşit olamaz, yönetimde hak ve söz sahibi olamaz’’ söylemini her defasında tekrarlayan, bu görüşü savunan bir Rum lideriyle, yapılacak bu görüşmeden bir sonuç çıkar mı?

Çözüm adına olduğu söylenen her müzakere sürecinden son dönemde çıka, çıka sadece Rum tarafının elde etmiş olduğu, Türk tarafının verdiği önemli tavizler çıkmıştır.

Sanki her önemli toplantı sonucunda Rum tarafı, Kıbrıs Türk tarafından bir önemli lokma daha yutmuştur…

Adada çözüme odaklanıldığı söylenen bir süreç yaşanırken; Güney Kıbrıs’ta İsrail Komandolarının katıldığı (400 İsrail komandosu) 11-14 Haziran 2017 tarihlerini kapsayan, ‘’işgal edilen köylerin kurtarılması tatbikatı’’ adı altında, savaş helikopterlerinin de katıldığı askeri bir tatbikat başlamıştır…

İsrail komandolarının ada topraklarında ne işi vardır?

Bu nasıl bir süreçtir ki!  

Bir tarafta barış görüşmeleri, bir tarafta askeri tatbikat yapılmaktadır!

Kaldı ki son 4 ayda Rum kesiminde dört askeri tatbikat yapılmıştır…

Rum kesiminin, İsrail’le yapmış olduğu askeri ve ekonomik işbirliği antlaşmasının nedenlerinin ayrı bir yazı konusu olduğunu vurgulayarak, çözüm süreciyle ilgili söylenmesi gereken şey şudur:

G.K.R.Y’nin son dönemde yapmış olduğu yıllık silah harcamalarına, giderek artan bu tür askeri tatbikatlarına, 1960’dan beri adada yaşanan sürece, hala Türk tarafına yönelik insanlık dışı süregelen ambargolara, Rum tarafının başına geçen yöneticilerinin söylemlerine, eylemlerine bakıldığında;

Adada çözüm nasıl sağlanacaktır?

1968 yılından beri her çözüm sürecinde yeni tuzaklar kurgulayan, her defasında bu yetmez bir taviz daha ver diyen Rum tarafına; 

Kıbrıs konusuyla ilgili son sözümüzü biz 15 Kasım 1983’te, K.K.T.C’nin kuruluşuyla söyledik.

Bunu anlayın, sonrasını da siz düşünün artık dememizin zamanı gelmemiş midir?