ATİLLA ÇİLİNGİR


20 Temmuz 1974 

(BİRİNCİ HAREKAT)

“... Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı! Ölüm ne kadar yakınsa, yaşamak da o kadar uzaktı...”

Kıbrıs Rum Kuvvetleri; 

Rum Milli Muhafız(RMM) ordusu, Rum Polis teşkilatı ve Yunan Alayından ibarettir. Ayrıca, seferde teşkil edilen Home Guard (HG) taburları ile RMM ordusu takviye edilmektedir. Rum ordusu Yunanlı subaylar tarafından eğitilmekte ve yönetilmektedir. Seferde Rum ordusunun mevcudu 40.000’ne çıkabilmektedir. Bu birliklerin yanı sıra, Makarios’a bağlı 4000 kişilik “Epikourik” (Taktik Yardım İhtiyat) kuvveti vardı…

Türk Silahlı Kuvvetleri;

Kıbrıs Barış Harekâtı’na 6 nci Kolordu Komutanlığı emrinde; 28 nci Motorlu Piyade Tümeni, 39 ncu Piyade Tümeni, Hava İndirme ve Komando Tugayları, Gösteri Tatbikat Alayı, Amfibi Deniz Piyade Alayı, Jandarma Komando Taburları, Deniz ve Hava Kuvvetleri birlikleri, Bayraktarlık emrindeki Mücahit Birlikleri, 650 kişilik Kıbrıs Türk Alayı ile idari ve lojistik destek birlikleri katılmıştır. 

Harekât üç safha olarak planlanmıştı:

. Birinci safhada hava ve kıyı başının tesisi ve elde bulundurulması, 

. İkinci safhada çıkan ve indirilen birliklerin birleşmesi, 

. Üçüncü safhada da harekât alanının genişletilmesi


20 TEMMUZ 1974 BİRİNCİ KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI

20/21 Temmuz gecesi Türk ve Rum kuvvetleri arasında çok çetin çatışmalar ya şanmıştır. Rumların Ortaköy, Gönyeli ve Boğaz Bölgelerini ele geçirerek; Girne- Lefkoşa irtibatını kesmek ve bu suretle; çıkarma yapan birliklerimizle, inen birliklerimizin birleşmesini önlemek amacıyla gece boyunca St.Hilarion, Bozdağ, Dikmen Tepe, Ortaköy ve Gönyeli ile Göçeri bölgelerinde yaptığı saldırılar; kahraman Mehmetçikler tarafından her defasında püskürtülmüştür. 

20 Temmuz 1974 tarihinde, Kıbrıs’a çıkan ve inen Türk birlikleri ele geçirdikleri yerleri, her ne pahasına olursa olsun elde tutmayı başarmışlardır. 

Harekâtın ilk günlerinde, birliklerimiz hava desteğinin haricinde topçu ve tank desteğinden mahrum idi…

 Buna rağmen Türk askeri Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de destan yaratan atalarını aratmadılar. İlk gece özellikle Beşparmak Dağlarında, Rumların gece saldırılarına karşı tüm birliklerimizin ölüm-kalım mücadelesi takdire şayandır…

Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonrasında; 

 Yunanistan’da cunta, Kıbrıs’ta da Sampson istifa ettiler. BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 1974 günü aldığı 353 sayılı karara uyarak, üç garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden kurmak amacıyla 25 Temmuz’da Cenevre’de görüşmelere başladılar. 30 Temmuz’a kadar devam eden bu görüşmelerde; tarafların 8 Ağustos’ta, Cenevre’de tekrar toplanmaları kararı alındı. Bu görüşmeler sonucu yayınlanan “Cenevre Deklarasyon”u ile taraflar; Kıbrıs’ta ayrı iki otonom yönetiminin mevcut olduğunu kabul etmişler, Otonom Türk ve Rum toplumlarının federal bir devlet çatısı altında bir ortak yönetim kurmalarını beyan etmişlerdir.

İKİNCİ KIBRIS BARIŞ  HAREKÂTINI HAZIRLAYAN NEDENLER

. İlan edilen ateş-kes’ten sonra, mevcudu 40.000’ni bulan Türk birlikleri oldukça dar bir alana sıkışmış durumdaydılar, 

. Birliklerin uzun süre bu dar bölgede bekletilmeleri emniyetleri açısından uygun değildi, 

. Ateş-kes ile birlikte Türk birliklerinin ilerleyişlerini durdurmaları üzerine adanın her yanındaki binlerce Türk, Rumlar tarafından kuşatılmış, Rumlar Türk köylerindeki savunmasız çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere yüzlerce Türk’ü topluca ve vahşice öldürmüştü!

( 14 Ağustos 1974’te yaşanan Atlılar, Muratağa, Sandallar Köyleri katliamları, toplu mezarlar… )

 ….Diri, diri toprağa gömülen 16 günlük Selen Bebek...  

( Bk. Tarihten Gelen Çığlık, Kıbrıs’ta Soykırım 1955-1974-Atilla Çilingir)



DEVAM EDECEK...

‘’Yarım saat sonra Kıbrıs gözüktü! 

İnme bölgesi yoğun bir ateş altındaydı. Her yönden ama özellikle Beşparmak Dağları istikametinden gelen havan ve dağ top­çusu atışları, iniş yaptığımız bölgeyi hallaç pamuğu gibi atıyordu.

Rumların hâkim arazide olmaları, onlara her yönden atış üs­tünlüğü sağlamıştı. Bir de, araziden toplanan ekinlerin ardından ya­pılan saman balyaları bu atışlardan etkilenerek tutuşmuş, bölgenin rüzgârlı havasının da etkisiyle sanki bir alev topu gibi sağdan, sola savruluyorlardı. 

Gerçekten de cehennemin tam ortasındaydık! 

Ben ve arkadaşlarımı taşıyan helikopter, yere 1,5 – 2 metre kalıncaya kadar alçaldı, kapılarını açtık ve fırlattık kendimizi toprak ananın koynuna; işte inmiştik ata yadigârı Kıbrıs topraklarına… 

Bundan sonrası yalnızca kadere bağlıydı; ölüm ne kadar yakınsa, yaşamakta o kadar uzaktı… 

Isı, güneşte 50 derecenin üzerindeydi. Bir taraftan da yanan tarlaların sıcaklığı… Eğer bir gün cehennem nasıl diye soracak olur­larsa bana, işte yaşadığımız bu saatler, cehennemin ta kendisiydi, diye yanıtlardım… 

Taburumuzu Kıbrıs’a getiren helikopterlerin her biri askerle­rimizin her grubunu ayrı bir yere indirmiş, emir komuta beraberli­ğinin sağlanması bir hayli güçleşmişti! 

Saat tam 10.00’du. Bizi indiren helikopterdeki erbaş ve erle­rim ve Üsteğmen Kamil’le birlikte kuzeye doğru ilerlemeye başla­dık. Bir an önce Tabur Komutanımızı bulmalı ve taburu oluşturan bölük komutanlarıyla bir araya gelerek, bizden bir gün önce adaya inen Bolu Komando Tugay Komutanı General Sabri Demirbağ’a (rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum. O ve onun gibi askerinin gönlünde taht kuran komutanlar, asla unutulmayacaktır.) adaya in­tikal ettiğimiz haberini vermeliydik… 

Artık sağımıza solumuza düşen mermilere alışmış; inme böl­gesinde alev, alev yanan saman balyalarının sıcaklığını dahi hisset­mez olmuştuk. Ne garip! İnsan, ölüme en yakın olduğu bu yaşam kesitinde, bazen cehennemin dahi farkında olamıyordu meğerse! Aslında biz cehennemin tam ortasındaydık. İşte tam bu esnada, bu­lunduğumuz tarladaki saman balyaları üzerine düşen bir grup havan mermisi sonucunda, tarlanın kuru otları ve saman balyaları cayır, ca­yır yanmaya başladı. Aksilik bu ya, rüzgâr da bizim bulunduğumuz yöne doğru esiyor; Kırnı ovasının kuru otlarını ve saman balyalarını bir alev topuna çeviren yangın, süratle bulunduğumuz yere doğru ilerliyordu… 

Az önce yanımıza gelen Teğmen Erkan Sucu bağırarak: “İle­rideki çukurun içinde helikopterden indirdiğimiz 57 mm’lik geri tepmesiz top mermisi sandıkları var!” 

Hepimiz donup kalmıştık! 

Bulunduğumuz yere süratle yaklaşan alevler, bu çukura ula­şırsa; sandıklardaki top mermileri infilak ettiğinde, olacakları düşün­mek dahi istemedim! Bir şeyler yapmalıydık! Ama ne? 

İşte tam o anda, nereden geldiğini dahi anlayamadığımız arkasında hendek açma bıçağı olan bir traktör, yanan tarlanın et­rafında dönmeye ve yangının bize ulaşmasını engellemek amacıyla hendek açmaya başladı. 

Şaşırmış ama bir o kadar da sevinmiştik. 

Traktörü kullanan, Kıbrıs Türk Mücahidi kıyafeti giymiş kü­çücük bir çocuktu. Etrafı alev topu ile çevrili, Rum havanlarının üzerimize devamlı mermi yağdırdığı o bölgeye nasıl gelmiş, bizi bekleyen tehlikeyi nasıl sezmişti? 

O birkaç dakikalık kritik zamana, yüzlerce soru sığmıştı ama bir o kadar da rahatlamıştık. Çünkü o küçücük ama yüreği kosko­caman mücahit çocuk; yangının önünü keserek geri tepmesiz top mermilerimizin infilak etmesini engellediği gibi, bu patlamada bi­zim de verebileceğimiz ağır bir zayiatı da önlemişti… 

Böylece Kıbrıs’ta yalnız olmadığımızı anlamıştık. Kıbrıs Türk Halkı yıllardan beri bu anı beklemişti. Şimdi ise çoluk, çocuk; ka­dın, yaşlı demeden Mehmetçiğin yardımına koşuyor; canıyla, malıy­la ama bir tas ayran, bir yudum su, tadını ilk kez tattığımız hellim peyniri, yani elinde ne varsa onunla; askerlerimizin yanında olmak için canları pahasına çaba gösteriyorlardı… 

Tıpkı bu küçük mücahit gibi… 

Traktörü kullanan bu yiğit çocuk, yangının önünü kesmişti ama tam o esnada bulunduğu yere Rum mevzilerinden atılan bir grup havan mermisinin traktöre isabet etmesi sonucunda oracık­ta şehit olmuştu. Hepimiz üzüntüden sanki şok geçirmiştik. 

Savaş meydanında ilk kez böylesi acı bir durumla karşılaşıyor; bu cehenne­mi ortamda ülkemize, sevdiklerimize sağ salim dönebilmemiz için dualar mırıldanıyordum. 

Her geçen saat, Rumların inme bölgesine atmış oldukları ha­van mermisini o nispette arttırıyor, adeta mermi yağmuruna tutulu­yorduk. Bir an önce bu ateş baskısından kurtulmalı bir an önce ta­burumuzla bir araya gelmeliydik. Aradan çok kısa bir süre geçmişti ki, Beşparmak Dağlarının tam ortasından çelik kanatlı, aslan yürekli pilotlarımızın ay yıldızlı uçaklarımızla, inme bölgesini ateş yağmu­runa tutan Rum havanları ve topçusunun üzerine dalışa geçmeleri, bir kartal misali çelik pençeleri ile onları lime, lime etmeleriyle biraz olsun rahat bir nefes almıştık. 

 “Bir tek düşüncemiz vardı! Toparlanmak ve bir an önce Kıbrıs Türk Halkını, Rum’un mezaliminden kurtarmak…”