M. KEMAL SALLI

“24 Aralık 1963’te, Lefkoşa’nın Kumsal bölgesinde, o dönemde binbaşı rütbesinde olan Nihat İlhan'ın üç evladı Kutsi, Murat, Hakan ve eşi Mürüvvet Hanım, Rum çeteciler hunharca katledilmişti. “Kanlı Noel” olarak bilinen olayda ailesini kaybeden emekli Tuğgeneral İlhan, tedavi gördüğü Gazi Üniversitesi Hastanesi'nde hayatını kaybetti.” 

Haberi okuyunca içimiz yandı, anılar anılarla sarmaş dolaş oldu.. Nihat İlhan Paşa’yla “Kanlı Noel”in yıldönümleri dolayısıyla yapılan toplantılarda karşılaşırdık. Çok konuşmazdı; sessizliğin gerisinde kapandığı dünyasında  birileriyle kucaklaştığı belli olurdu, ama orada yaşadıklarını paylaşmak istemezdi. “Kanlı Noel”den sonra 44 yıl Ada’ya gitmemişti.. 

 “Kanlı Noel” dönemine ilişkin yanıtını merak ettiğim sorularım vardı, ama yarasını deşmek istemezdim. Öylesine saygın bir suskunluğu vardı o konuda.. Çok şey konuşurduk Kıbrıs ve Kıbrıs’ın geleceği hakkında, ama konuşmalarının çerçevesinden “Kanlı Noel”e adını veren o katliama hiç değinmek istemediği belli olurdu. Yıllarca karşılaştığımız toplantılarca “o konuyu” hep gözlerimizle konuştuk. Bir küvet içinde katledilmiş bir anne üç çocuğun fotoğrafı “Kanlı Noel”in simgesi olarak beynimize kazındı.

“Kanlı Noel”in yaşandığı yıl binbaşı rütbesindeydi Nihat İlhan. Eşi ve üç evladı bir banyo küveti içinde Rum çeteciler tarafından katledilmişti Kıbrıs’ta. Taşınması çok zor bir acıydı. Hayatı boyunca o dayanılmaz acının suskunluğunda eşi ve çocuklarının hatıralarıyla yaşadı. 

Bir defasında, Harbiye Askeri Müze’de, Cennetmekan Denktaş’ın da katıldığı bir “Kanlı Noel”i anma toplantısında yaptığı konuşmada, yılarca yüreğinde taşıdığı acısını paylaşmış, sözleri sık sık boğazında düğümlenmişti. Hepimiz gözyaşlarına boğulmuştuk.. Tuğgeneral Nihat İlhan geçtiğimiz gün tedavi gördüğü Gazi Üniversitesi Hastanesi’nde hayata veda etti. Hunharca katledilen eşine ve yavrularına kavuştu. Allah rahmet eylesin, mekanları Cennet olsun. 

KANLI NOEL GECESİ YAŞANANLARI NASIL ÖĞRENDİ?

Nihat İlhan o acı geceyi de şöyle anlatıyor:

“Türkiye’de askeri tıp akademisinden mezun olduktan sonra bir helikopter ile Kıbrıs Türk Alayı’na baştabib olarak geldim. O dönemde Türk alayı ile Rum alayı birbirlerinden yüz metre mesafedeydi. Birçok yaralı geliyordu. Eşimi, küçük iki çocuğum ile 3 aylık oğlumu Lefkoşa’nın Kumsal adı verilen bölgesinde kiraladığımız bir eve yerleştirmiştim. 

Alaya su sağlayan borular önce Rum alayına sonra Türk alayına geliyordu ve suyu sürekli kesiyorlardı. 1960 anlaşmalarına göre de Yunan, İngiliz ve Türk subaylar sürekli biraraya geliyorduk. Rum askerleri oduncu kıyafeti ile gizlice yakınımıza gelip sürekli bizim alay hakkında istihbarat topluyordu. Rum askerleri de Yunan alayının üniformaları içinde geliyor ve bilgi topluyorlardı. 

Bir defasında Türk ve Rum askerlerine tıp dersleri verirken Rumlar tahtaya benim karikatürümü yaptı. Bu karikatürde ateşin üzerine beni oturtmuşlardı ve ’Beni yakacaklarını’ söylediler.

24 Aralık 1963 tarihinde askeri hastaneye yaralı Türkler gelmiş onlarla ilgileniyordum. Katliam olduğu zaman birkaç gündür eve uğramamış ve ailemden haber alamamıştım. Evimizin yakınında kalan bir Türk çoban geldi ve alay komutanının da bulunduğu bir ortamda Rumların Türk subaylarının ailelerine saldırdığını söyledi. Ne olduğunu anlamadık. Hemen eve gitmek istedim ama alay komutanı izin vermedi. Alay komutanı benden o gün yaşayacaklarımla ilgili asker sözü vererek soğukkanlı olmamı istedi. Ben hala ailemin katledildiğini bilmiyordum.  

Zırhlı bir araçla Türkiye elçiliğine gittik. Subay eşleri ve elçilik görevlileri doluydu. Kadınlar ağlıyorlardı. Hala ailemin öldürüldüğünü anlamadım. Üzerim çok kirliydi ’sıcak suyla banyo yapabileceğim bir yer var mı’ diye sordum. Banyo yaptım. Ardından Türkiye büyükelçisi beni çağırdı. Bana, ’Başın sağolsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş’ dedi. Katliamın üzerinden 3 gün geçmiş ve benim haberim yeni oluyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. İlk sözüm ’Vatan sağolsun’ oldu.

Telefon bağlantısı kuruldu ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan o dönemin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay beni aradı. Kumsal katliamında ailemin katledilmesinin yanı sıra 35 kişi de yaralanmıştı. Katliam, ‘Kanlı Noel’ diye tarihe geçti. Cevdet Sunay önce geçmiş olsun dedi, ardından ’Biliyorsun Türkiye’de 6-7 eylül olayları yaşandı. Bir çok Rum ve yabancının evleri yağmalandı, bu olaylar durdurulamadı. Şimdi sen doğrudan Ankara’ya gelirsen, burada halk ayaklanmış durumda. Kara Eylül’ün bir benzeri yaşanabilir’ dedi. Bu nedenle Ankara’ya gelmememi istedi.

Eşimi, evlatlarımı kalbime gömdüm. O günlerde Türkiye ile telefon haberleşmesi kesikti. Ailemin cenazelerini Erzincan’da, doğduğum yerde toprağa vermek istedim. Büyükelçi bana Türkiye ile telefon bağlantısı olmadığını söyledi. Dolayısıyla uçak gelemiyordu. Haber veremiyorduk.

Sonunda Türkiye’den iki uçak geldi ve yaralılar ile cenazeleri aldı. Ardından cenazeleri Erzincan’a götürdük. Çocuklarım hala kanlar içindeydi. Ellerimle yıkadım. Aile kabristanına çocuklarımı ve eşimi gömdüm. Küçük bir anıt mezar da yaptım. Daha sonra Kıbrıs’a adım atmadım. Değişik rütbelerde görevler yaptım. Tuğgeneral rütbesiyle emekli olduktan sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı gibi bir çok görevde yer aldım. Yeniden evlendim ve iki çocuğum oldu.”

KIBRIS TÜRKÜ BU FOTOĞRAFI UNUTMA!

Nihat İlhan Paşa görevi sona erdikten sonra yıllarca Kıbrıs’a hiç gitmedi. “Kanlı Noel”in 44. yılında, Barbarlık Müzesi’nin açılışına katıldı. O günleri yeniden yaşadı. 

Kıbrıs Türkü, yolun düştüğünde “Barbarlık Müzesi” ne dönüştürülen Nihat İlhan Paşa’nın Kumsal’daki evine uğra. “Kanlı Noel” gecesi neler yaşanmış, EOKA çetecileri İlhan Paşa’nın eşini ve üç yavrusunu niçin ve nasıl katletmişler, gözlerinle gör ve düşün. 

Düşün ve toplamlar arasında sürdürülen görüşmelerin sana nasıl bir gelecek hazırladığını görmeye çalış. O katliamın yaşandığı dönemde, Rumlar ile Türkler sözde ortak kurulmuş bir devlet çatısı altında yaşıyorlardı. Türkler ortaklığa bir devlet olarak katılmadıkları için söz hakları Rumların insafıyla sınırlıydı. 600 kişilik Türk Alayı’nın Kıbrıs’taki olaylara müdahale hakkı yoktu. Türkiye ile iletişim ve ulaşım çok kısıtlıydı. 

Kıbrıslı kardeşlerimiz, ömrünü Kıbrıs davasına adamış olan KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın, “Devletine sahip çık” vasiyetini hiçbir zaman unutmayın. O, ömrü boyunca, çeşitli platformlarda, yalnızca  Rumlarla değil, Kıbrıs’ı Türklerden arındırarak orada bir Helen devleti kurmak ve Akdeniz’i bir “Batı Gölü”ne dönüştürmek isteyenlerle de mücadele etti. 

Kıbrıslı kardeşlerimiz, gördüğünüz gibi, toplumlar arasında sürdürülmekte olan görüşmelerde Rumların Türklere söz hakkı tanımak gibi bir niyetleri yok. 2004’te, AB Anayasası’na aykırı olarak, Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB üyesi yapılmış olan Rumların Türklere ödün vermelerini beklemek de saflık olur. Rumlar Türklerin kendi içlerinde eriyip gitmelerini hedefliyorlar. Bunun içinde görüşmelerde top çevirip Türklerin sabrını tüketmeye çalışıyorlar. Rumların karşısına devleti olan bir toplum olarak oturmadıkça, Türklerin Rumlar karşısında bir başarı kazanması mümkün değildir. 

Yıllarca ENOSİS hayaliyle yaşamış ve Ada’nın tamamını temsilen AB üyesi yapılmış olan Rumların Türklere eşit haklar tanımaya niyetli olmadığı anlaşıldığına göre, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’nın, İsviçre’de, Rum Lider Anastasiadis’le daha fazla zaman kaybetmesine gerek kalmamıştır. Görüşmelerin bu koşullarda sürdürülmesi Türklerin aleyhine sonuçlar üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Masaya KKTC Cumhurbaşkanı sıfatıyla oturan Sayın Akıncı’nın, Rumların teklif ettikleri ortak devlet formülünün daha önce denendiğini ve “Kanlı Noel”in bu ortak devlet döneminde yaşandığının bilincinde olarak, garantörlük haklarına da KKTC’nin mevcut haritasına da sahip çıkması gerekir. 

GARAANTÖRLÜK HAKLARIMIZIN KISITLANMASINA ASLA İZİN VEREMEYİZ

Mont Pelerin’den sızan haberlere göre, toplumlar arasında sürdürülen görüşmelerde, Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’yla ilgili bir takım can sıkıcı gelişmeler yaşanmaktadır. Türkiye’nin Ada’nın tümünde değil, yalnızca Türk kesiminde geçerli olacak bir değişikliğe razı olacağı söylenmektedir. Sulandırılmak istenen garantörlük haklarımız konusunda Rum siyasetçilerin söylemlerini yansıtan haberleri ciddiyetle izlememiz gerekir. Garantörlük hakkımızın yalnızca Türk kesiminde geçerli olması teklifi, garantörlük hakkımızı yok etmeyi hedefleyen bir tuzaktır. Garantörlük Anlaşmaları bu şekilde sınırlandırıldığında uluslar arası hak olmaktan çıkıverir; aman dikkat!

Garantörlük haklarımız konusunda verilecek en küçük bir ödün, Türkü’nün sonsuza kadar Rumların insafına bırakılması demektir ki, “Kıbrıs Türkü, bu fotoğrafı unutma!” diye feryat etmemizin nedeni budur. Kıbrıslı kardeşlerimiz, bugün de, gelecekte de Ada’daki Türk varlığının garantisi, Türk askeri varlığıdır. 

Kıbrıs Türkü, gelecekte bu fotoğraftaki gibi hunharca bir katliama hedef olmak istemiyorsan devletine sahip çık! 

Türkler şu anda Ada’nın yüzde 36’sını kontrol altında tutuyorlar. Fakat Rumlar, 1992’de, BM Genel Sekreteri Butros Gali başkanlığında yapılan müzakere sürecinde, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın, bir paket anlaşma çerçevesinde olmak koşuluyla, toprak düzenlemesinde yüzde 29 oranını kabul etmesinden hareketle, pazarlığı yüzde 29’dan başlamak istiyorlar. Güzelyurt, Maraş ve Karpaz’da gözleri olan Rumlar, Türkleri yüzde 25’lik bir paya razı etmeye çalışıyorlar. Bu yaklaşım, “İki kesimli, eşit haklara sahip iki toplumlu bir devlet” tanımıyla asla bağdaşmamaktadır. Sözün özü, Rumlar görüşmelerde ödün vermeye değil, ödün koparmaya çalışıyorlar. Kıbrıs Türkü’yle “eşit koşullarda bir ortak devlet kurmak” gibi bir niyetleri yok. 

Son söz: Kıbrıs Türkü, bu fotoğrafı asla unutma ve devletine sahip çık!