18 Mayıs 1944, insanlık tarihinin en büyük facialarından birinin yaşandığı tarih sayfasıdır. Dünyanın en büyük, en acımasız soykırımlarından biridir. 
Kırım Türkleri için felaket, Stalin’in 11 Mayıs 1944’de imzaladığı Kırım’ın Türk varlığından temizlenmesini emreden bir kararla başlamıştı.  17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece, bu kararı uygulamak üzere Kırım’ın her yerinde harekete geçen Rus NKVD birlikleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Türklerine 15-20 dakika içinde hazırlanmaları ve yanlarına taşıyabilecekleri kadar eşya almaları emredildi. Silah zoruyla hayvan vagonlarına doldurulan 238 500 Kırım Türkü dışarıdan kilitlenen vagonlar içinde günlerce aç susuz Sibirya’da ve Türkistan coğrafyasında dolaştırıldılar. Zaman zaman kapılar açılıyor, ölenler dışarı atılıyor, trenler yollarına devam ediyordu.. Haftalar sonra sağ kalabilenler Türkistan coğrafyasının çeşitli bölgelerine dağıtıldılar. Yıllar sonra Kırım’a dönen insanlar, yurtlarına kavuşmanın sevincini yaşayamadan, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü garanti eden 1995 Budapeşte Anlaşması’na rağmen, bir referandum oyunuyla yeniden Rusya’nın işgaline uğradılar. 
Tarihi ve kültürel bağlarımız nedeniyle ‘Kırım’dan bize ne’ diyemeyiz; bu hazin hikayenin tarihini boyutunu bilmek durumundayız.

KIRIM TÜRK TARİHİNİN ÇOK ÖNEMLİ BİR COĞRAFYASIDIR
Günümüzde ABD/AB ile Rusya arasında yaşanmakta olan çekişmeler nedeniyle gündemimize gelen Ukrayna ve Kırım coğrafyası, tarihin çeşitli dönemlerinde devletlerin, imparatorlukların tarihe gömülmesiyle sonuçlanan çatışmalara sahne olmuştur.
Ukrayna ve Kırım... Geçmişi çok eskilere dayanan tarihi, kültürel ve ekonomik bağlarımız olan bir coğrafya. MÖ VII. Yüzyıl'da, Sakalardan başlayarak bayrak gösterdiğimiz bu coğrafyada zaman zaman Hun, Bulgar, Avar, Hazar ve Peçenek Türkleri de etkili olmuşlardır. 
Karadeniz'in kuzeyi tarihte uzun zaman Dest-i Kıpçak olarak anılmış ve yüzyıllar boyunca Kıpçak Türklerinin yerleşim birimlerinden biri olmuştur. Bir zamanlar Dest-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) olarak anılan bölgede Kırım Türkçesi, XIII. Yüzyıl'da, Kıpçak Türkleriyle birlikte edebi dil olmuştur. Selçukluların Anadolu'ya girmesinden sonra Kırım, Oğuz Türklerinin de yerleşim yerleri arasına katılmıştır.
XIII. ve XIV. yüzyıllarda Batı'ya akan Moğol orduları İdil-Ural, Dest-i Kıpçak bölgelerini ele geçirmişlerdi. Cengiz Han sonrasında Moğolllar, Altın Orda hakanı Berke Han'ın İslam dinini seçmesinin de etkisiyle, Dest-i Kıpçak ve İdil bölgesinde yaşayan Türklerin etkisinde kalarak Türkleşmişler, geriye yalnızca Tatar adı kalmıştır. Kırım’ın efsanevi lideri Mustafa Cemil Kırımoğlu konuyu, “İsmim Tatar, cismim Türk’tür” şeklinde özetlemiştir.
Moğol İmparatoru Cengiz Han, ölmeden önce topraklarını oğulları arasında paylaştırmıştı. Cengiz Han'ın torunu Batuhan tarafından kurulan ve bir Türk-Moğol hanlığı olan Altın Orda Devleti (1242-1502), Mengü Timur Han, Özbek Han, Canıbek Han dönemlerinde daha güçlenip genişledi. Canıbek Han'dan sonra başlayan taht kavgaları, Moğol İmparatoru Timur'un desteklediği Toktamış Han'ın 1396'da başa geçmesiyle bir süre durulmuştu. Fakat, taht kavgalarının yeniden başlaması ve Timur'un müdahalesi sonucunda Altın Orda Devleti parçalanmış, bu bölünmeden Kazan, Astrahan, Kasım, Sibir, Nogay ve Kırım hanlıkları doğmuştur. Daha sonra Çarlık Rusyası olacak olan Moskova Knezliği bağımsız olmuştu.
 Altın Orda Devleti'nin yıkılması sonrasında, Cengiz soyundan gelen ve Tatarları yöneten Hacı Giray, bölgedeki egemenlik savaşını kazandı, kendi adına para bastırarak Kırım Hanlığı'nı başlatmış oldu (1441-1783). 
Fatih döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından fethedilmesinden (1478) sonra Kırım, Osmanlı otoritesinin yanı sıra kültürünün de etkisi altına girmiştir. 
Kritik bir coğrafyada yer almasından dolayı Kırım ve çevresi, tarihin her döneminde, çeşitli dillerin ve kültürlerin birlikte yaşadıkları bir bölge olmuştur.  
KIRIM, TARİH BOYUNCA TÜRK’ÜN, ÖZELLİKLE ANADOLU'NUN KADERİNİ ETKİLEMİŞTİR
Karadeniz'in kuzeyindeki bir bölge olarak bakamayız Ukrayna/Kırım'a; bu coğrafyadaki gelişmeler Türk’ün, özellikle de Anadolu’nun ve Osmanlı’nın kaderini tarih boyunca etkilemiştir; etkileyecektir ve etkilemektedir. 
Tarihin uzun bir döneminde Dest-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) olarak anılan Ukrayna/Kırım coğrafyası, dün olduğu gibi bugün de, tarihin akışına yön veren kritik coğrafyalardan biridir. Amerikalı tarihçi ve arkeolog Ian Morris, farklı bölgelerin gelişme hızını büyük ölçüde coğrafyanın belirlediğini söylemektedir. Osmanlı’yı Balkanlardan söküp atmak, mirasını paylaşmak için planlar yapan Batılı stratejistlerin ortak görüşleri şuydu: “Osmanlı’yı tarihten silebilmek için, öncelikle Kırım’ın ve Kıbrıs/Mısır’ın kontrol altına alınması gerekir.” Tarihten günümüze, Osmanlı tarihindeki gelişmeler bu çerçevede akmıştır; akmaktadır. 
Enerji kaynaklarının ve dağıtım yollarının kontrolünün devletler arası ilişiklere yön verdiği, hatta silahlı çatışmalara neden olduğu günümüzde, Avrasya coğrafyasının en önemli kavşak noktalarından biri olan Ukrayna/Kırım coğrafyası, stratejik konumu nedeniyle, dün olduğu gibi bugün de, dünya barışını tehdit eden gelişmelere sahne olmaktadır. 
Bu coğrafya, tarihin her döneminde, çok önemli olayların yaşandığı bir tarih sahnesi olmuştur. Sonuçları günümüzde yaşanan olaylara da yansıyan ve dünya savaşlarının ilki olan Kırım Savaşı (1853-56) da bu sancılı coğrafyada yaşanmıştır. Dünya tarihinin akışını değiştiren Kırım Savaşı, Osmanlı-Rus ve Balkan savaşlarının ardından I. Dünya Savaşı'nın ve onu tetiklediği 1929 küresel ekonomik krizinin etkisiyle de II. Dünya Savaşı'nın yaşanmasına neden olmuştu. 
4-11 Şubat 1945 tarihlerinde Kırım'da (Yalta'da) ABD Başkanı Rousevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Rus Lider Stalin'in katılımıyla gerçekleştiren Yalta Konferansı'nda, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya düzeni ve Avrupa'nın siyasi haritası belirlenmiş, küresel aktörlerin imtiyaz alanları saptanmış ve bu düzeni korumak üzere Birleşmiş Milletler'in kurulmasına karar verilmişti. 
Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa ve Piyemonte-Sardinya ile Rusya arasında yaşanan Kırım Savaşı, Çarlık Rusyası'nın yüzlerce yıllık Akdeniz'e inme siyasetini gerçekleştirmek üzere, Balkanlardaki ve Kudüs'teki ortodoksları koruma bahanesi ile harekete geçmesiyle başlamış ve Paris Antlaşması'yla (30 Mart 1856) noktalanmıştı. Paris Antlaşması'nın Osmanlı'yı bir Avrupa devleti olarak kabul etmesi üzerine Boğazlar yoluyla Akdeniz'e inme umutları kalmayan Ruslar, bu defa, Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi'ne uzanma girişimi başlatmışlardı. Rusların önünü kesmeyi, Osmanlı ile onu besleyen ana kaynak olan Türkistan bağını koparmayı hedefleyen "Büyük Kürdistan paravanası" da Kırım Savaşı sonrasında planlanmıştı. 
Kırım Savaşı sonrasında, 30 Mart 1856'da imzalanan Paris Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa Devletler Topluluğu'na kabul ettiğini belirterek, Avrupa Birliği'ne üyelik maceramızı da başlatmış oluyordu. 
OSMANLI'NIN ÇÖKÜŞ SÜRECİ KIRIM'IN ELDEN ÇIKMASIYLA BAŞLAMIŞTI
Kırım Savaşı'nın en önemli sonuçlarından biri de,  savaş masrafları nedeniyle ekonomisi bozulan Osmanlı'nın borç batağına sürüklenerek çözülme sürecine girmesidir. Osmanlı-Rus savaşları, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı sürecinde yaşananlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden silinmesine neden olmuştu. 
Kırım Savaşı'nı aktörleri, neden ve sonuçları açısından, günümüzde, eski Osmanlı coğrafyasında yaşanan ve ülkelerin iç savaşlara sürüklenerek parçalanmasına neden olan olaylarla karşılaştırdığımızda, Kırım Savaşı'nın, bazı yeni aktörlerin de eklenmesiyle kaldığı yerden devam etmekte olduğunu görmekteyiz.  
Günümüzde Ukrayna'da yaşananlar, bu ülkelerin iç dinamiklerinin bir sonucu değildir. Ukrayna'da Kasım 2013'te başlayıp aylarca devam eden ve Devletbaşkanı Yanukoviç'in ülkeden kaçmasına neden olan, Rusya'nın referandum satrancı üzerinden Kırım'ı ilhak etmesiyle sonuçlanan gelişmeler, aslında, ilk dünya savaşı olarak anmamız gereken Kırım Savaşı sonuçlarının günümüze yansımalarıdır. 
Nükleer silahlarını teslim etmesi karşılığında, Ukrayna’nın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyacaklarını taahhüt eden 1995 tarihli Budapeşte Anlaşması’nın altında imzası bulunan ABD, İngiltere ve Rusya’nın, Kırım’ın ilhakı karşısında sessiz kalmaları, “Yeni bir Yalta Konferansı mı?” sorusunu gündeme getirmiştir. 
KIRIM VE OSMANLI'NIN KARADENİZ'İ KONTROL STRATEJİSİ
Ukrayna/Kırım coğrafyasındaki gelişmeler, tarihi ve kültürel bağlarımızın kazandırdığı stratejik derinliğimiz nedeniyle, tarihin her döneminde bizi yakından etkilemiştir. Tarih, bu coğrafyadaki gelişmelerin bizi gelecekte de etkileyeceğini söylemektedir. İskoç tarihçi ve yazar Neal Ascherson'un Karadeniz'in tarihteki önemini incelediği "Karadeniz" adlı ünlü eserinde, Osmanlı'nın Kırım merkezli geliştirdiği Karadeniz stratejisi ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 
Ülkeler sahip oldukları jeopolitik ve jeostratejik konumlarına, bölgesel ve küresel gelişmelere göre starteji oluşturarak güvenliklerini sağlamak durumundadırlar. Evliya Çelebi'nin belirttiği gibi Kırım, giderek güçlenen Rusya karşısında, Osmanlı için bir "Sedd-i Sedid (sağlam duvar)"ti. 
Strateji geliştirebilmek ve uygulayabilmek bilgi birikimine, ekonomik, siyasi ve askeri güce sahip olmayı gerektirir. Ascherson Osmanlı'nın geliştirip uyguladığı Karadeniz stratejisi konusunda özetle şöyle diyor: 
"Rusların açık denizlere ulaşmasında Türklerin engel oluşturdukları üç kilit nokta vardı: İlki, Don Nehri'nin denize ulaştığı coğrafyaya hükmetmek için Türkler tarafından yapılmış olan Azak Kalesi. İkincisi, Kerç Boğazı'na set çekmek amacıyla yaptırılmış olan Yeni Kale. Üçüncüsü de, doğal olarak, Akdeniz'e açılan İstanbul ve Çanakkale boğazları..."
Azak Kalesi, Yeni Kale, İstanbul ve Çanakkale boğazları.. Osmanlı'nın Karadeniz stratejisi, Rus donanmasını kuzeyde, Azak'ta tutabilmek ve Karadeniz'e çıkmasını engellemek için, bugün Ukrayna tarafında kalan Kerç Boğazı'nı kontrol altında tutmayı hedefliyordu. Osmanlı, uyguladığı bu strateji ile, yüzyıllar boyunca Karadeniz'in bir Türk Gölü olarak kalmasını sağlamıştı. 
 Osmanlı'nın, Rusların Karadeniz'e inmelerini engellemek amacıyla Azak Denizi'nin kuzeyinde oluşturduğu ilk set olan Azak Kalesi I. Petro döneminde (1700), ikinci ve en önemli stratejik kontrol noktası olan Yeni Kale de, Çariçe II. Katerina döneminde imzalanan  Küçük Kaynarca Anlaşması'yla (1774) elden çıkmıştı. 
Küçük Kaynarca Anlaşması'yla Osmanlı ilk defa savaş tazminatı ödemiş, Ruslar kapitülasyonlardan yararlanma hakkı elde etmiş ve en önemlisi, Kırım'ın Osmanlı'nın himayesinden çıkarılıp "bağımsız" hale getirilmesi sonucunda Karadeniz bir Türk Gölü olmaktan çıkmış, Balkanlar ve boğazlar Rus tehdidine açık hale gelmişti. 
1783'te II. Katerina'nın isteği ile Kırım'ı işgal eden Ruslara karşı açılan savaşta başarılı olamayan Osmanlı, 1792'de imzalanan Yaş Anlaşması'yla Kırım'ın Rusya'ya ilhakını kabul etmek durumunda kaldı. Kırım'ın kaybedilmesiyle Osmanlı'nın Balkanlardan sökülme, tarihin karanlıklarına gönderilme süreci başlamış oldu. 
Kırım'ın elden çıkması sonrasında birbirini izleyen gelişmeler, Karadeniz'in Rus Gölü haline gelmesine neden olmuş, bu durumdan cesaret alan Ruslar, Kutsal Yerler Sorunu'nu bahane ederek sıcak denizlere inme arayışlarına başlamıştı. 
Kırım Savaşı (1853-56), Rusların yüzyıllık rüyaları olan sıcak denize inme siyasetini hayata geçirmek üzere harekete geçmeleriyle başlamıştı. Üç yıl süren savaşta tersaneleri ve donanması yok edilen, Karadeniz'de tehlike olmaktan uzaklaştırılan Ruslar, bu defa Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi'ne inme girişiminde bulundular. 
YARIN: Günümüzde Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar Kırım Savaşı’nın devamıdır.
KIRIM SÜRGÜNÜNÜN 71 YILDÖNÜMÜNDE
İŞTE KIRIM GERÇEKLERİ (2)
 MÜTTEFİKLERİ KAZANÇLI ÇIKARKEN, BORÇ BATAĞINA SÜRÜKLENEN OSMANLI ÇÖZÜLME SÜRECİNE GİRMİŞ OLUYORDU
Günümüzde Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler Kırım Savaşı’nın devamıdır; Kırım Savaşı henüz bitmemiştir.
Kırım Savaşı sonucunda, Rus tehlikesinin yok edilmiş olmasından dolayı, müttefiklerinin kazançlı çıkmış olmasına rağmen Osmanlı, borç batağına saplandığından, ekonomisini düzeltip eski gücüne kavuşamamış, Balkan bozgunu ve I. Dünya Savaşı sonrasında tarih sahnesine veda etmek zorunda kalmıştı. 
Tarihe yön veren kritik coğrafyalardan bir olan Kırım, Sovyetler Birliği döneminde de önemini korudu. Kırım'ın Karadeniz egemenliği açısından önemini çokiyi bilen Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı'nın en ateşli günlerinden birinde (18 Mayıs 1944), "Almanlara yardım ettiniz" bahanesiyle, burada yaşayan soydaşlarımızı hayvan vagonlarına doldurarak Sibirya'ya, Özbekistan'a ve Kazakistan'a sürgün etmişti. Topraklarından koparılan insanlarımızın çoğu sürgün yollarında  can verdiler. Sürgün edilen Kırım Türkleri'nin çok azı geri dönebildi. O günlerin gözyaşlarıyla örülmüş hikayelerini, o toprakların yetiştirdiği büyük yazar, "Yurdunu Katbeden Adam" Cengiz Dağcı'nın kitaplarında okuyabilirsiniz. 
Kırım'ın asıl sahipleri, bugün kendi öz yurtlarında azınlık durumdalar; nüfusun ancak  yüzde 18'ini oluşturuyorlar. O nedenle, Kırım'ın kaderini çoğunluğu oluşturan Ruslar belirliyorlar. Kırım, 1774'te olduğu gibi, önce bağımsızlık sonra da referandum oyunuyla yeniden Rusya'nın egemenlik alanına alınmak isteniyor. 
ABD/AB İLE RYSYA ÇATIŞMASININ NEDENLERİNDEN BİRİ DE "BÜYÜK KÜRDİSTAN" PROJESİDİR
Günümüzde, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP ve GBOP) bağlamında hayata geçirilmek istenen ve Türkiye'nin doğusundan Akdeniz'e uzatılması planlanan "Büyük Kürdistan" paravanası da Kırım Savaşı sonrasında, Rusların bu yöndeki ataklarını engellemek üzere planlanmıştı. Kafkasya ve Ortadoğu petrol kaynaklarının bulunmasından ve İsrail'in kurulmasından sonra, Batılı emperyalistler açısından, "Büyük Kürdistan" paravanasının önemi daha da arttı. 
İngiliz ideologları tarafından hazırlanan "Büyük Kürdistan" projesi, daha sonraları ABD tarafından devralındı.1991'deki I. Körfez Savaşı sonrasında 36.paralel boyunca bölünen Irak'ın kuzey parselinde, Çekiç Güç'ün kanatları altında, "Büyük Kürdistan"ın çekirdeğini oluşturacak tam teşekküllü bir devlet oluşturma çalışmaları başlatıldı. 
Irak'ın kuzeyindeki Kürt Bölgesi'nin Suriye'nin kuzeyindeki Kamışlı (Rojova) bölgesiyle birleştirilerek Akdeniz'e bağlanması operasyonu, İran'ın ve Rusya'nın Esad'ı desteklemeleri nedeniyle başarıya ulaşamadı. BOP uygulamaları çerçevesinde "Büyük Kürdistan"ın hayata geçirilmesi çalışmaları Suriye parselinde tıkandı. Rusya Devlet Bakanı Putin devreye girerek Esad'ı kimyasallarını teslim etmeye ve muhalifleriyle Cenevre'de masaya oturmaya ikna ederek inisiyatifi ele aldı. 
Putin bununla da yetinmedi, eski arka bahçeleri olan Mısır ve Kıbrıs'a da el attı. Seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler Lideri Mursi'yi bir askeri darbe ile deviren General Sissi ile iki milyar dolarlık silah anlaşması imzalayan Putin, Kıbrıs'ta, ABD'nin bastırmasıyla toplumlararası görüşmelerin başlatıldığı gün, iki savaş gemisiyle Limasol limanında bayrak göstererek, "Ada'nın güneyindeki doğalgaz rezerviyle ben de ilgileniyorum" mesajı verdi. 
 ABD, Rusya'nın bu ataklarına, çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir atakla yanıt verdi. ABD'nin Ukrayna'yı Avrupa Birliği'ne ve NATO'ya alarak Rusya'dan koparabilmek amacıyla desteklediği hükümet darbesi, 2004'te Soros Vakfı'nın maddi desteğiyle gerçekleştirdiği ve Batı yanlısı Timoşenko'yu iktidara taşıdığı Turuncu Devrim'in günümüzdeki uygulamasıydı. 
ABD'nin Ukrayna atağı, Putin Rusyası'na karşı sürdürdüğü kuşatma planının bir aşamasıdır. ABD, bu tehlikeli atakla Rusya'yı, Akdeniz'deki en önemli üssü olan Tartus'tan, daha doğrusu Akdeniz'den uzaklaştırmayı, Kırım Savaşı öncesinde olduğu gibi, Karadeniz'in kuzeyine hapsetmeyi, Kıbrıs'ın güneyindeki 12. Afrodit parselinden NOBLE şirketi tarafından çıkaracağı doğalgazı Türkiye üzerinden Ukrayna ve Avrupa ülkelerine ulaştırmayı ve bu ülkeleri doğalgaz açısından Rusya'ya bağımlı olmaktan kurtarmayı hedefliyor.
UKRAYNA/KIRIM KRİZİNİN YEREL BİR SORUN OLARAK KALMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR
Jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle, Ukrayna/Kırım krizinin yerel bir sorun olarak kalması mümkün değildir. Ukrayna ve Kırım, Rusya açısından çok önemli bir coğrafyadır. O nedenle Rusya, hem Ukrayna'da hem de Kırım'da dünya barışını tehlikeye sokan siyasi ve askeri hamleler yapmaktadır. Ukrayna/Kırım konusunda geri adım atması, ABD'nin imaj erozyonuna uğramasına neden olacağından, iki küresel aktör arasındaki gerginlik tehlikeli bir şekilde tırmanmaktadır.
Bu çıkar kavgasından Ukrayna'ndan daha çok, kadim Türk yurdu olan Kırım'da yaşayan soydaşlarımız etkilenmektedirler. Başta ABD olmak üzere pek çok ülke 16 Mart'ta Kırım'da yapılan referandum sonuçlarını tanımayacaklarını ilan ederken, Rusya Kırım Parlamentosu'nun kararını gerekçe göstererek, en büyük deniz üssünün bulunduğu Kırım'ı bir referandum oyunuyla ilhak etmiştir. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü garanti eden 1995 Budapeşte Anlaşması’nın altında Rusya ile birlikte imzası bulunan ABD ve İngiltere’nin Kırım’ın Ukrayna’dan koparılması karşısında ekonomik yaptırımlarla yetinmesi, uluslararası hukukun iflas ettiğinin en çarpıcı örneğidir.   
Ukrayna krizinin başlangıcı Kırım Savaşı'nın nedenlerine uzanan dini boyutu da gözden kaçırılmamalıdır. Kırım Savaşı'nın bir nedeni de kutsal topraklardaki Hristiyanların korunması hakkıyla ilgiliydi. O nedenle İngiliz tarihçi Orlando Figes Kırım Savaşı'nı "Son Haçlı Seferi" olarak anmaktadır. 
Ukrayna'da siyaset sahnesinde izlediğimiz çekişmenin bir de etnik ve mezhepsel boyutu var. Rus Ortodoks Kilisesi ile Ukrayna Kirill Ortodoks Kilisesi arasında kökü çok eskilere uzanan bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Rusya ile Batı arasındaki çekişmenin bu boyutu da, en az siyasi boyutu kadar önemlidir. Yanukoviç, Rusya'nın yönlendirmesi ile, Ukrayna Kirill Ortodoks Kilisesi'ni Moskova Ordodoks Kisesi'ne bağlayarak, Ukrayna Ortodokslarını manevi yönden Moskova'nın denetimine  vermeyi hedefliyordu. 
TÜRK DÜNYASI'NIN KAYNAKLARI YAĞMALANDIKÇA...
Gözden kaçırmamamız gereken bir başka jeopolitik ve jeostratejik gerçek vardır günümüzde; Altaylardan Akdenize uzanan Türk Dünyası, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, bileşik kaplar misali birbiriyle yakından ilişkili kültür zenginliği ile ve demografik yapı ağırlığı ile kolayca hayata geçirebilecek bir küresel güçtür, küresel barış açısından çok önemli bir denge unsurudur. 
Bu kadar geniş bir coğrafyanın el değmemiş yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, stratejik konumu yüzyıllardan beri, Doğulu ve Batılı emperyalistler arasında yaşanan pekçok çatışmanın nedeni olmuştur, olacaktır. En taze örnek, Ukrayna/Kırım'da yaşananlardır. Rusya'nın, doğalgaz silahını kullananarak Ukrayna, Avrupa ve Türkiye üzerinde  baskı kurabilmesi, Türkmenistan gazı sayesinde mümkün olmaktadır. 
Dikkatinizi çekmiş olmalı, iki emperyal güç de, eski Osmanlı ve Türkistan coğrafyalarının enerji kaynaklarını kullanarak, küresel aktörlüklerini sürdürmektedirler. Bugün Rusya'nın Suriye ve Ukrayna/Kırım politikasına destek veren, Doğu Akdeniz’e Rusya ile ortak askeri tatbikat düzenleyen  Çin'in Doğu Türkistan kaynaklarını sömürdüğü de bilinen bir gerçektir. 

Sözün özü, Türkmenistan coğrafyasında Kırımlı ideolog İsmail Gaspıralı'nın "Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik" mefküresi çerçevesinde oluşturulacak bir Türk Birliği, bu coğrafyada yaşayan insanların sömürülmesine son vereceği gibi dünya barışı açısından çok önemli bir denge unsuru olacaktır. Ne diyordu, Cennetmekan Turan Yazgan Hoca bu konuda, anımsayalım:
 “Bizim işbirliğimiz, Allahın Türk coğrafyasına bahşettiği kritik kaynakların tamamının Türkler tarafından, Türkler için kullanılması demektir. Artan kısmının da, eskiden olduğu gibi, dünya fiyatlarıyla dünyaya satılması demektir. Yani, bizim 16. asırdaki durumumuza gelmezsek bile, hiç değilse dik başlı, hür, emir almayan bir devlet haline gelmemiz ve bugünkü gibi değil, daha müreffeh bir millet haline gelmemiz demektir. 
İşte Türk Dünyası ile bunun için uğraşıyoruz. Yoksa ütopya için değil. Kardeşlik için, dostluk için, arkadaşlık için değil. Onlar zaten Allahın emri. Çünkü Allah bizi de Türk yaratmış. Onları da Türk yaratmış. Allah’a hürmetimiz, Allah’a saygımız varsa, zaten mecburuz onların derdiyle dertlenmeye, onların ıstıraplarıyla ıstıraplanmaya. Gerekiyorsa, onlara yardım etmeye. Veya onların da bize yardım etmesine. Bu Allahın emridir. Bu değil söylediğimiz; aklın gereği olan dil birliği, fikir birliği ve iş birliğidir.”
300 milyonluk bir Türk Dünyası, bugün yaşanmakta olan bütün çatışmaları önleyebilecek bir denge unsuru olacaktır. "Türk Dünyası dediğimiz husus bir ütopya değildir. Bir his meselesi değildir. ‘Allah onlarla bizi kardeş yarattığı için, onlarla birleşelim’ meselesi değildir.
Nedir? 
Akıl meselesidir. 
Bu akıl Osmanlı devletinde vardı. Bu akıl Selçuklu devletinde vardı. Bu akıl Mustafa Kemal Atatürk’te de vardı. Abdulhamit Han da vardı." 
Osmanlı'da, Selçuklular'da, Mustafa Kemal'de, II. Abdülhamit'te olan akıl bizde var mı? Onu tarih gösterecek, ama 300 milyonluk bir Türk Dünyası hayata geçirilmiş olsaydı, bir küresel denge unsuru olarak dünya siyasetinde söz sahibi olsaydı, yakın bir geçmişte Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan eski Osmanlı coğrafyasında, Türkistan'da, bugünlerde Kırım'da yaşanmakta olan acılar, Kıbrıs'ta son Türk devleti olan KKTC'nin tarihe gömülmesini hedefleyen bir mutabakat çerçevesinde sonu belli  "müzakere" dayatmaları yaşanır mıydı?
UKRAYNA/KIRIM KRİZİ YENİ BİR DÜNYA SAVAŞINA NEDEN OLABİLİR Mİ?
Bugünlerde Ukrayna coğrafyasında, küresel liderliğini Ortadoğu enerji kaynakları üzerinden sürdürmek isteyen ABD ile "Bu paylaşım savaşında ben de varım" diyen Rusya arasında, çok tehlikeli bir güç gösterisi yaşanmaktadır. Ukrayna krizine kısa zamanda bir çözüm bulunamaması halinde, iki  nükleer güç arasında tırmanacak tartışmalar, küresel bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir. 
Günümüzde ABD ile Rusya arasında, Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna'da yaşanan gelişmeler nedeniyle ortaya çıkan krizin bir benzeri, 1962'de, Küba'ya yerleştirilen füzeler nedeniyle yaşanmış ve iki süper güç, dünyayı felakete sürükleyebilecek bir nükleer savaşın eşiğine gelmişlerdi. Sovyetler Birliği Lideri Kruşçev'in bastırması sonucunda kriz, ABD'nin Karadeniz kıyılarımıza konuşlandırdığı füzelerin sökülmesi ile son bulmuştu. Ukrayna/Kırım krizinin devamında da, başta "Suriye'nin yeni düzeni/Tartus Üssü", "Büyük Kürdistan" projesi ve Kıbrıs olmak üzere, Türkiye'yi yakından ilgilendiren konular gündeme gelebilir. 
Son zamanlarda Yemen’de, İran yanlısı Husiler bölgesinde, Suudi Arabistan’ın rezervleri kadar petrol bulunduğunun ortaya çıkmasından sonra ABD ile İran arasındaki yakınlaşmalar, Çin’in Esad’a destek vermeye devam eden Rusya ile birlikte Doğu Akdeniz’de ortak askeri tatbikat yapması, Suudi Arabistan ile Türkiye’nin Esad’a karşı, El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’ni de içeren Fetih Ordusu’na lojistik ve istihbarat desteği sağlamalarına ABD’nin şiddetle karşı çıkması, dünya barışını da Türkiye’nin güvenliğini de tehdit eden gelişmelerdir. 
Asla unutmayalım; Kırım ve Kıbrıs’taki gelişmeler, tarihin her döneminde, Anadolu’nun kaderinde belirleyici rol oynamıştır.  Kırım Savaşı bazı yeni aktörlerin de eklenmesiyle kaldığı yerden devam etmektedir.
M. KEMAL SALLI ([email protected]