ANKARA 

Çözüm sürecinde gelinen noktayı değerlendiren aydınlar, tarafsız bir gözlemci ekibin kolaylaştırıcı rol oynayabileceğini, söz konusu süreçte çok hızlı hamleleler beklemenin doğru olmadığı belirtti.

Akil İnsanlar Heyeti İç Anadolu Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğu Ergil, eski AK Parti Diyarbakır Milletvekili ve Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Bölgesi Grubu Üyesi Abdurrahman Kurt ile araştırmacı-yazar İbrahim Güçlü, çözüm sürecinde gelinen noktayı AA muhabirine değerlendirdi.

Ergil, öncelikle neyin çözüleceğinin iyice tespit edilmesi gerektiğini belirterek, bu konuda bir mutakabakat olmadığını öne sürdü.

Hükümet kanadının önceliği silahların susmasına verdiğini ifade eden Ergil, ''Ama ondan sonrası konusunda elindeki kartları hiç açmıyor. O yüzden bilmiyoruz. Siyasi Kürt tarafı için de silahların susması önemli değişiklerin başlangıç noktası. Yani birisi için nihai hedefle ötekinin başlangıç noktası aynı ama beklentiler çok farklı" diye konuştu.

Ergil, bu yüzden ''Çözüm'' denildiğinde sorunun ne olduğu konusunda bir netliğin bulunmadığına değinerek, "Hükümet için bu bir asayiş meselesi, bir terörizm meselesi. Bunun bitmesi lazım" dedi.

"Bu, bir uzmanlık, güven işidir''

Çözüm sürecinde tarafsız bir gözlemciler ekibinin kolaylaştırıcı bir rol oynayabileceğinin altını çizen Ergil, şöyle konuştu:

"Belki 'üçüncü göz' diyebileceğimiz, bakın taraf demekten herkes kaçınıyor çünkü üçüncü taraf, iki taraf arasında sürecek olan bir pazarlık, uzlaşmanın birden üçlü haline gelmesi demektir, tarafsız bir gözlemciler ekibi kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. 'Kolaylaştırıcı' derken şunu kastediyorum. İşte meselelerin formüle edilmesi, yani sorunların tanımlanması, bu konuda ortak bir fikrin ortaya çıkmasında, belki teknik yardım sağlamak, taraflar arasında güven artırabilmek ve mutakabat sağlanan şeyleri kayda geçirmek. Maksat tekrar tekrar ortaya getirilip zaman kaybedilmesin diye. Bu, bir uzmanlık işidir, güven işidir. Bu, iki tarafın da güvenebileceği, beklentilerinin engellenmeyeceği sürecin işleyeceğine dair bir güven meselesidir. O yüzden olmasında da büyük fayda vardır. Ancak hükümet ne düşünüyor, ne kadarına razı bu belli değil."

"Kobani eylemleri tam bir trajedidir"

Araştırmacı-yazar İbrahim Güçlü de 6-7 Ekim tarihlerinde IŞİD bahanesiyle yapılan eylemlerin trajedi olduğunu belirterek, bu eylemlerin Kandil’in direktifleri ile gerçekleştirildiğini söyledi.

Güçlü, Türkiye’nin Suriye’de güvenli ve uçuşa yasak bölge taleplerinin gündeme geldiği dönemde bu olayların olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:

"Suriye ve İran Türkiye’nin kendi iç sorunlarıyla ilgilenip, bunu ikinci plana itmesini amaçladılar. Bir de Kandil’in çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’ın söylediklerini dile getirmedikleriyle ilgili bir uyarı idi. Öcalan’a ‘Tamam sen hükümetle görüşüyorsun ama bu görüşme özgür ve bağımsız yürüttüğün bir görüşme değil. Sen şu an devletin adamısın. Aslında senin söylediklerin, ateşkes yapma nedenimiz bizim çıkarlarımızla uyuştuğu için kabul ettik. Suriye’de ikame olmamız gerekiyordu, yeni bir egemenlik sistemi yaratmamız gerekiyordu ve bu yüzden biz bu talebi yerine getirdik' demek istediler.”

"HDP ve İmralı arasında çıkar farklılıkları var''

Kandil, HDP ve İmralı arasında çıkar farklılıkları olduğunu ve PKK'nin silah bırakmayacağını savunan Güçlü, şunları söyledi:

“PKK silah bırakmak istese bile PKK üzerindeki vesayet gücü yani İran, Irak, Suriye, Rusya, Ermenistan gibi birçok uluslararası güç buna izin vermez. PKK siyaseti silahın dışında yapamaz, silahsız siyaset yapması kendisi açısından bir iflastır. Bu yüzden ben 6-7 Ekim olaylarından sonra HDP’nin yeniden işi yumuşatmasını, çözüm sürecini devam ettirmesini bir taktik olarak görüyorum. Bu olaylarda bir deneme yaptılar ve kendilerince başarılı bir sonuç elde ettiler ama halkın da büyük bir tepki göstermesi karşısında daha ileri gitmenin doğru olmadığını Kasım eylemlerinde görmüş oldular."

Güçlü, HDP'nin, PKK’nın politikasını sürdürmek istediğini belirterek, şunları kaydetti:

"Ama deniyor ki akil adamlar, üçüncü göz vs akil adamların gitmesi 40 tane ayrı göz ve düşünce demek. HDP’nin farklı, hükümetin ayrı, PKK ve akil adamların ayrı bir çözüm tanımlaması var. PKK ile doğrudan görüşme lazım ama hükümet haklı olarak geçmişte söylediği gibi Kürt meselesininin ayrı, PKK’nin de ayrı değerlendirilerek soruna bakılmasını söyledi. PKK adına on tane temsilci olmaz. Kandil, HDP, Demokratik Toplum Kurulu, Öcalan, akil adamlar, herkes temsilci. Kürtlerin tümünün muhatap alınması gerekir. Onların adına diğer siyasal partiler de var. HAK-PAR, Azadi İnisiyatifi, AK Parti’den Kürt milletvekilleri, Kürdistan Demokrat Partisi, Kürdistan Özgürlük Partisi, Hüda Par, ağalar, şeyhler, kanaat önderleri var."

"Hükümet sabırla, büyük bir kararlılık ve metanetle sürece sahip çıktı"

Eski AK Parti Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt da halkın net bir barış talebinin bulunduğunu ve bu talep karşısında siyasetin çözüme mahkum oluşuyla ilgili bir süreç yaşandığını belirtti.

Kurt, özellikle HDP'nin siyaseti, Kandil'in açıklamalarıyla çözüm sürecine karşın sürekli bir olumsuz hava pompalanmasının rahatsız edici boyutlara ulaştığını ifade ederek, "Buna rağmen hükümetin sabırla, büyük bir kararlılık ve metanetle sürece sahip çıktığını gördük. Özellikle sürece darbe vuracak yaklaşım içerisinde olduğu açığa çıkan yapıların da halkın tepkisinden dolayı kendini toplama şansına sahip olduğunu görüyoruz. Bu, sevindirici bir şey'' değerlendirmesinde bulundu.

Devletin eski devlet olmadığının altını çizen Kurt, şöyle konuştu:

"Bu devlet eski devletin zülmettiklerinin iktidar oldukları, yeni Türkiye oluşturma çabasını verenlerin oluşturduğu devlet. Bir tarafta Seyit Rızaların, Şeyh Saitlerin torunları varsa, öbür tarafta da İskilifli Atıfların torunları var. Bu, bir süreç işidir ve bu süreçte psikolojik algıların Kürt sorununun çözülmesinde büyük bir engel oluşturduğunu gördük. Bir yandan Diyarbakır’ın nabzını kontrol edeyim derken Yozgat’ın nabzını taşırırsanız bunun adı çözüm süreci ve toplumsal barışı sağlamak olmaz. Hükümet bu anlamda biraz mutedil davranıyor. Kimi çevreler daha sert ve hızlı hamleler bekliyor olabilirler ama bunlar Türkiye’nin kendi çözüm pratiğine uygun yaklaşımlar değil. Aksine dünyadaki örneklerine baktığımızda bütün provokasyonlara rağmen süreç başarılı geçiyor. Bu umudu korumak, beslemek ve büyütmek de herhalde herkesin boynunun borcudur."