M. KEMAL SALLI
 
MÜTTEFİKLERİ KAZANÇLI ÇIKARKEN, BORÇ BATAĞINA SÜRÜKLENEN OSMANLI ÇÖZÜLME SÜRECİNE GİRMİŞ OLUYORDU
Günümüzde Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu coğrafyasında yaşanan gelişmeler Kırım Savaşı’nın devamıdır; Kırım Savaşı henüz bitmemiştir.
Kırım Savaşı sonucunda, Rus tehlikesinin yok edilmiş olmasından dolayı, müttefiklerinin kazançlı çıkmış olmasına rağmen Osmanlı, borç batağına saplandığından, ekonomisini düzeltip eski gücüne kavuşamamış, Balkan bozgunu ve I. Dünya Savaşı sonrasında tarih sahnesine veda etmek zorunda kalmıştı. 
Tarihe yön veren kritik coğrafyalardan bir olan Kırım, Sovyetler Birliği döneminde de önemini korudu. Kırım’ın Karadeniz egemenliği açısından önemini çokiyi bilen Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı’nın en ateşli günlerinden birinde (18 Mayıs 1944), “Almanlara yardım ettiniz” bahanesiyle, burada yaşayan soydaşlarımızı hayvan vagonlarına doldurarak Sibirya’ya, Özbekistan’a ve Kazakistan’a sürgün etmişti. Topraklarından koparılan insanlarımızın çoğu sürgün yollarında  can verdiler. Sürgün edilen Kırım Türkleri’nin çok azı geri dönebildi. O günlerin gözyaşlarıyla örülmüş hikayelerini, o toprakların yetiştirdiği büyük yazar, “Yurdunu Katbeden Adam” Cengiz Dağcı’nın kitaplarında okuyabilirsiniz. 
Kırım’ın asıl sahipleri, bugün kendi öz yurtlarında azınlık durumdalar; nüfusun ancak  yüzde 18’ini oluşturuyorlar. O nedenle, Kırım’ın kaderini çoğunluğu oluşturan Ruslar belirliyorlar. Kırım, 1774’te olduğu gibi, önce bağımsızlık sonra da referandum oyunuyla yeniden Rusya’nın egemenlik alanına alınmak isteniyor. 
ABD/AB İLE RYSYA ÇATIŞMASININ NEDENLERİNDEN BİRİ DE “BÜYÜK KÜRDİSTAN” PROJESİDİR
Günümüzde, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP ve GBOP) bağlamında hayata geçirilmek istenen ve Türkiye’nin doğusundan Akdeniz’e uzatılması planlanan “Büyük Kürdistan” paravanası da Kırım Savaşı sonrasında, Rusların bu yöndeki ataklarını engellemek üzere planlanmıştı. Kafkasya ve Ortadoğu petrol kaynaklarının bulunmasından ve İsrail’in kurulmasından sonra, Batılı emperyalistler açısından, “Büyük Kürdistan” paravanasının önemi daha da arttı. 
İngiliz ideologları tarafından hazırlanan “Büyük Kürdistan” projesi, daha sonraları ABD tarafından devralındı.1991’deki I. Körfez Savaşı sonrasında 36.paralel boyunca bölünen Irak’ın kuzey parselinde, Çekiç Güç’ün kanatları altında, “Büyük Kürdistan”ın çekirdeğini oluşturacak tam teşekküllü bir devlet oluşturma çalışmaları başlatıldı. 
Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesi’nin Suriye’nin kuzeyindeki Kamışlı (Rojova) bölgesiyle birleştirilerek Akdeniz’e bağlanması operasyonu, İran’ın ve Rusya’nın Esad’ı desteklemeleri nedeniyle başarıya ulaşamadı. BOP uygulamaları çerçevesinde “Büyük Kürdistan”ın hayata geçirilmesi çalışmaları Suriye parselinde tıkandı. Rusya Devlet Bakanı Putin devreye girerek Esad’ı kimyasallarını teslim etmeye ve muhalifleriyle Cenevre’de masaya oturmaya ikna ederek inisiyatifi ele aldı. 
Putin bununla da yetinmedi, eski arka bahçeleri olan Mısır ve Kıbrıs’a da el attı. Seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler Lideri Mursi’yi bir askeri darbe ile deviren General Sissi ile iki milyar dolarlık silah anlaşması imzalayan Putin, Kıbrıs’ta, ABD’nin bastırmasıyla toplumlararası görüşmelerin başlatıldığı gün, iki savaş gemisiyle Limasol limanında bayrak göstererek, “Ada’nın güneyindeki doğalgaz rezerviyle ben de ilgileniyorum” mesajı verdi. 
 ABD, Rusya’nın bu ataklarına, çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir atakla yanıt verdi. ABD’nin Ukrayna’yı Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya alarak Rusya’dan koparabilmek amacıyla desteklediği hükümet darbesi, 2004’te Soros Vakfı’nın maddi desteğiyle gerçekleştirdiği ve Batı yanlısı Timoşenko’yu iktidara taşıdığı Turuncu Devrim’in günümüzdeki uygulamasıydı. 
ABD’nin Ukrayna atağı, Putin Rusyası’na karşı sürdürdüğü kuşatma planının bir aşamasıdır. ABD, bu tehlikeli atakla Rusya’yı, Akdeniz’deki en önemli üssü olan Tartus’tan, daha doğrusu Akdeniz’den uzaklaştırmayı, Kırım Savaşı öncesinde olduğu gibi, Karadeniz’in kuzeyine hapsetmeyi, Kıbrıs’ın güneyindeki 12. Afrodit parselinden NOBLE şirketi tarafından çıkaracağı doğalgazı Türkiye üzerinden Ukrayna ve Avrupa ülkelerine ulaştırmayı ve bu ülkeleri doğalgaz açısından Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmayı hedefliyor.
UKRAYNA/KIRIM KRİZİNİN YEREL BİR SORUN OLARAK KALMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR
Jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle, Ukrayna/Kırım krizinin yerel bir sorun olarak kalması mümkün değildir. Ukrayna ve Kırım, Rusya açısından çok önemli bir coğrafyadır. O nedenle Rusya, hem Ukrayna’da hem de Kırım’da dünya barışını tehlikeye sokan siyasi ve askeri hamleler yapmaktadır. Ukrayna/Kırım konusunda geri adım atması, ABD’nin imaj erozyonuna uğramasına neden olacağından, iki küresel aktör arasındaki gerginlik tehlikeli bir şekilde tırmanmaktadır.
Bu çıkar kavgasından Ukrayna’ndan daha çok, kadim Türk yurdu olan Kırım’da yaşayan soydaşlarımız etkilenmektedirler. Başta ABD olmak üzere pek çok ülke 16 Mart’ta Kırım’da yapılan referandum sonuçlarını tanımayacaklarını ilan ederken, Rusya Kırım Parlamentosu’nun kararını gerekçe göstererek, en büyük deniz üssünün bulunduğu Kırım’ı bir referandum oyunuyla ilhak etmiştir. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü garanti eden 1995 Budapeşte Anlaşması’nın altında Rusya ile birlikte imzası bulunan ABD ve İngiltere’nin Kırım’ın Ukrayna’dan koparılması karşısında ekonomik yaptırımlarla yetinmesi, uluslararası hukukun iflas ettiğinin en çarpıcı örneğidir.   
Ukrayna krizinin başlangıcı Kırım Savaşı’nın nedenlerine uzanan dini boyutu da gözden kaçırılmamalıdır. Kırım Savaşı’nın bir nedeni de kutsal topraklardaki Hristiyanların korunması hakkıyla ilgiliydi. O nedenle İngiliz tarihçi Orlando Figes Kırım Savaşı’nı “Son Haçlı Seferi” olarak anmaktadır. 
Ukrayna’da siyaset sahnesinde izlediğimiz çekişmenin bir de etnik ve mezhepsel boyutu var. Rus Ortodoks Kilisesi ile Ukrayna Kirill Ortodoks Kilisesi arasında kökü çok eskilere uzanan bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Rusya ile Batı arasındaki çekişmenin bu boyutu da, en az siyasi boyutu kadar önemlidir. Yanukoviç, Rusya’nın yönlendirmesi ile, Ukrayna Kirill Ortodoks Kilisesi’ni Moskova Ordodoks Kisesi’ne bağlayarak, Ukrayna Ortodokslarını manevi yönden Moskova’nın denetimine  vermeyi hedefliyordu. 
TÜRK DÜNYASI’NIN KAYNAKLARI YAĞMALANDIKÇA...
Gözden kaçırmamamız gereken bir başka jeopolitik ve jeostratejik gerçek vardır günümüzde; Altaylardan Akdenize uzanan Türk Dünyası, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, bileşik kaplar misali birbiriyle yakından ilişkili kültür zenginliği ile ve demografik yapı ağırlığı ile kolayca hayata geçirebilecek bir küresel güçtür, küresel barış açısından çok önemli bir denge unsurudur. 
Bu kadar geniş bir coğrafyanın el değmemiş yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, stratejik konumu yüzyıllardan beri, Doğulu ve Batılı emperyalistler arasında yaşanan pekçok çatışmanın nedeni olmuştur, olacaktır. En taze örnek, Ukrayna/Kırım’da yaşananlardır. Rusya’nın, doğalgaz silahını kullananarak Ukrayna, Avrupa ve Türkiye üzerinde  baskı kurabilmesi, Türkmenistan gazı sayesinde mümkün olmaktadır. 
Dikkatinizi çekmiş olmalı, iki emperyal güç de, eski Osmanlı ve Türkistan coğrafyalarının enerji kaynaklarını kullanarak, küresel aktörlüklerini sürdürmektedirler. Bugün Rusya’nın Suriye ve Ukrayna/Kırım politikasına destek veren, Doğu Akdeniz’e Rusya ile ortak askeri tatbikat düzenleyen  Çin’in Doğu Türkistan kaynaklarını sömürdüğü de bilinen bir gerçektir. 
Sözün özü, Türkmenistan coğrafyasında Kırımlı ideolog İsmail Gaspıralı’nın “Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik” mefküresi çerçevesinde oluşturulacak bir Türk Birliği, bu coğrafyada yaşayan insanların sömürülmesine son vereceği gibi dünya barışı açısından çok önemli bir denge unsuru olacaktır. Ne diyordu, Cennetmekan Turan Yazgan Hoca bu konuda, anımsayalım:
 “Bizim işbirliğimiz, Allahın Türk coğrafyasına bahşettiği kritik kaynakların tamamının Türkler tarafından, Türkler için kullanılması demektir. Artan kısmının da, eskiden olduğu gibi, dünya fiyatlarıyla dünyaya satılması demektir. Yani, bizim 16. asırdaki durumumuza gelmezsek bile, hiç değilse dik başlı, hür, emir almayan bir devlet haline gelmemiz ve bugünkü gibi değil, daha müreffeh bir millet haline gelmemiz demektir. 
İşte Türk Dünyası ile bunun için uğraşıyoruz. Yoksa ütopya için değil. Kardeşlik için, dostluk için, arkadaşlık için değil. Onlar zaten Allahın emri. Çünkü Allah bizi de Türk yaratmış. Onları da Türk yaratmış. Allah’a hürmetimiz, Allah’a saygımız varsa, zaten mecburuz onların derdiyle dertlenmeye, onların ıstıraplarıyla ıstıraplanmaya. Gerekiyorsa, onlara yardım etmeye. Veya onların da bize yardım etmesine. Bu Allahın emridir. Bu değil söylediğimiz; aklın gereği olan dil birliği, fikir birliği ve iş birliğidir.”
300 milyonluk bir Türk Dünyası, bugün yaşanmakta olan bütün çatışmaları önleyebilecek bir denge unsuru olacaktır. “Türk Dünyası dediğimiz husus bir ütopya değildir. Bir his meselesi değildir. ‘Allah onlarla bizi kardeş yarattığı için, onlarla birleşelim’ meselesi değildir.
Nedir? 
Akıl meselesidir. 
Bu akıl Osmanlı devletinde vardı. Bu akıl Selçuklu devletinde vardı. Bu akıl Mustafa Kemal Atatürk’te de vardı. Abdulhamit Han da vardı.” 
Osmanlı’da, Selçuklular’da, Mustafa Kemal’de, II. Abdülhamit’te olan akıl bizde var mı? Onu tarih gösterecek, ama 300 milyonluk bir Türk Dünyası hayata geçirilmiş olsaydı, bir küresel denge unsuru olarak dünya siyasetinde söz sahibi olsaydı, yakın bir geçmişte Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan eski Osmanlı coğrafyasında, Türkistan’da, bugünlerde Kırım’da yaşanmakta olan acılar, Kıbrıs’ta son Türk devleti olan KKTC’nin tarihe gömülmesini hedefleyen bir mutabakat çerçevesinde sonu belli  “müzakere” dayatmaları yaşanır mıydı?
UKRAYNA/KIRIM KRİZİ YENİ BİR DÜNYA SAVAŞINA NEDEN OLABİLİR Mİ?
Bugünlerde Ukrayna coğrafyasında, küresel liderliğini Ortadoğu enerji kaynakları üzerinden sürdürmek isteyen ABD ile “Bu paylaşım savaşında ben de varım” diyen Rusya arasında, çok tehlikeli bir güç gösterisi yaşanmaktadır. Ukrayna krizine kısa zamanda bir çözüm bulunamaması halinde, iki  nükleer güç arasında tırmanacak tartışmalar, küresel bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir. 
Günümüzde ABD ile Rusya arasında, Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’da yaşanan gelişmeler nedeniyle ortaya çıkan krizin bir benzeri, 1962’de, Küba’ya yerleştirilen füzeler nedeniyle yaşanmış ve iki süper güç, dünyayı felakete sürükleyebilecek bir nükleer savaşın eşiğine gelmişlerdi. Sovyetler Birliği Lideri Kruşçev’in bastırması sonucunda kriz, ABD’nin Karadeniz kıyılarımıza konuşlandırdığı füzelerin sökülmesi ile son bulmuştu. Ukrayna/Kırım krizinin devamında da, başta “Suriye’nin yeni düzeni/Tartus Üssü”, “Büyük Kürdistan” projesi ve Kıbrıs olmak üzere, Türkiye’yi yakından ilgilendiren konular gündeme gelebilir. 
Son zamanlarda Yemen’de, İran yanlısı Husiler bölgesinde, Suudi Arabistan’ın rezervleri kadar petrol bulunduğunun ortaya çıkmasından sonra ABD ile İran arasındaki yakınlaşmalar, Çin’in Esad’a destek vermeye devam eden Rusya ile birlikte Doğu Akdeniz’de ortak askeri tatbikat yapması, Suudi Arabistan ile Türkiye’nin Esad’a karşı, El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’ni de içeren Fetih Ordusu’na lojistik ve istihbarat desteği sağlamalarına ABD’nin şiddetle karşı çıkması, dünya barışını da Türkiye’nin güvenliğini de tehdit eden gelişmelerdir. 
Asla unutmayalım; Kırım ve Kıbrıs’taki gelişmeler, tarihin her döneminde, Anadolu’nun kaderinde belirleyici rol oynamıştır.  Kırım Savaşı bazı yeni aktörlerin de eklenmesiyle kaldığı yerden devam etmektedir.