VHA/ ARAŞTIRMA SERVİSİ

Bu kutlamalar, 20. Yüzyıl’ın en büyük imparatorluklarından biri olan Sovyetler Birliği’nin yıkılarak dağılması ile ortaya çıkan, kökleri tarihin derinliklerinde olan devletlerin bayraklarını yeniden göndere çekerek bağımsızlıklarını ilan edişlerinin, demokratik ve liberal siyasi sisteme geçişi kabul edişlerinin, hür dünya ile doğrudan diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya başlayışlarının kutlanmasıdır.

 

Bu büyük sevincin temeli, Sovyetler Birliği’nin yıkılarak dağılmasıdır. Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’ni kuran Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in “Yüzyıllar Kavşağında” adlı kitabının önsözünde belirttiği gibi, “her neslin, tarihi yeniden yazdığını ifade eden, bir sözü vardır. Belki bu, gerçeğe uzak düşmeyen bir yorumdur. Fakat, böyle kabul edip de, daha dün başımızdan geçen olayların, göz göre göre saptırılmasını kabul etmek doğru değildir.”

 

Sovyetler Birliği’nin neden yıkıldığını sağlıklı bir şekilde değerlendirmek suretiyle, bizler, bağımsız devletlerimizin “ebedî devlet” olarak hayatta kalabilmesi yolunda kendimize dersler çıkarabiliriz.

S. Talbott’un “Sovyetler Birliği, medya aracılığıyla yapılan güçlü manevi saldırı ve sistemli olarak yürütülen arabozucu operasyonlar sonucuna yıkıldı” yorumu, tutarlı bir yorum olmakla birlikte, tek sebep olarak ele alınamayacak kadar dar bir yaklaşımdır. Eğer öyle olsaydı, büyük medya mücadelesinden arta kalan bağımsız devletler zavallı durumda kalır, uzun süre kendisine gelemez ve nihayetinde tekrar katı rejimli bir devlete dönüşürlerdi.

 

Yıkılışın sebebini dış etkilere dayandıran bu görüşün karşısında, Sovyetler Birliği’nin yıkılışını yalnızca iç olaylar zinciri olarak algılayan başka bir görüş daha var. Bunlara göre, yönetici ve aydınlardan oluşan “satılmış elit tabakanın” SSCB’de gerçekleştirdiği değişikliklerin hiçbiri reform değildi. Sosyalist sistemi kasıtlı olarak bozmak ve yozlaştırmak amacıyla yapılmış işlerdi.

Bazıları ise çöküşün sebebini, yönetimin beceriksizliklerine, siyasi manevra alanı kazanabilmek için istatistikler üzerinde oynayarak yaptıkları göz boyama işlerine dayandırır. Bu şekilde yıllar boyunca üst üste yığılan sorunların devleti paramparça ettiğine vurgu yaparlar. Sorunların artmasıyla birlikte toplumu birleştiren ortak amaç ve değerlerin önemini kaybettiğine, birleştirici unsurların terk edildiğine dikkat çekerler.

 

Gerçeği tam yansıtmasa bile, ilgi çekici olan bu yaklaşımları belirttikten sonra, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in yazmış olduğu kitaplarda da dile getirdiği analizlerle belirlediği daha gerçek ve somut sebepleri sıralamakta fayda var:

Sovyetler Birliği’nin yıkılış sebeplerinden birincisi, Batı ve Doğu blokları arasında yaşanan ekonomik, askeri ve teknik rekabettir. Bu blokların lideri konumundaki iki devletten ABD’nin gayrisafi yurtiçi hasılası (GSYİH), Sovyetler Birliği’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık iki katıydı. Bu fark, NATO üyesi devletler ile Varşova Paktı’na üye olan ülkeleri toplu olarak karşılaştırdığımızda, daha da büyüyordu. Sovyetler Birliği, bu ekonomik güç farklılığını dikkate almadan, yıllarca askeri güç denkliğini sağlamaya çalışmıştı. Üstelik sosyalizmi yaymak amacıyla azgelişmiş sosyalist ülkelere yapılan askeri, teknik ve ekonomik yardımlar ile ayaklanma hâlindeki komünist hareketlere verilen destekler büyük bir malî yük oluşturuyordu.

 

1950’den sonraki kırk yıllık dönemde, iki kutbun silahlanma harcamaları toplamı 20 trilyon dolar civarındadır ve 80’li yılların sonuna doğru askeri tesislerde çalışan insan sayısı 60 ila 80 milyon arasındadır.Malî ve beşerî kaynakların askeri ve teknik alandaki rekabete tahsis edilmesi, ekonomik ve sosyal gelişmeyi olumsuz yönde etkiledi.

 

O yıllarda, askeri-psikolojik durum da, hem İsrail helikopterleri karşısında aciz duruma düşen Sovyet yapımı Suriye tankları sebebiyle, hem de büyük masraflara ve büyük insan kaybına yol açan Afganistan yenilgisi ile trajik bir hâldeydi.

 

Sovyetler Birliği’nin yıkılış sebeplerinden ikincisi, altmışlı yıllarda yaşanan ilmî - teknolojik gelişme farklılığı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Nobel ödülü alan Sovyet bilim adamı sayısı hızla düşmüştü. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in verdiği bilgiye göre, “Nobel ödülü alanlar da eski nesle mensup olanlardı. N. N. Semenov, N.G. Basov ve P. L. Kapitza buluşlarını, geçen yüzyılın ilk yarısında yapmıştı. İkincisi, bilim ve teknoloji sahasındaki başarılar, bilim adamlarının, Stalin döneminde kapalı örgütlerde toplanmasıyla” elde edilebilmişti.

 

“Devrim öncesinde ve Sovyet Hükümeti’nin ilk yıllarında kurulan güçlü ilim merkezleri ile ilmi ekoller, o dönemde faaliyette idi. Onları, eski dönemlerde eğitim almış olan belli başlı bilim adamları yönetiyordu. Mesela A. F. Loffe etrafında toplanan fizik ekolü gibi. Ama 80’li yılların sonu ile 90’lı yılların başında, bürokratik bilim kurumları, Batı’nın bilim kurumlarıyla rekabet edemeyecek hâle düşmüştü.”

 

Bu temel gelişmeler sonucunda Sovyetler Birliği’ni yıkan en önemli sebep ortaya çıkmıştı: Ekonomik ve sosyal düzen bozulmuştu. Bütçe açığı her yıl giderek artmaya, “fakirlik” sınırı altındaki bir gelirle hayatını sürdürmeye çalışan nüfus oranı hızla yükselmeye başlamıştı.


 

Her ürünü kendisi üretmeye çalışan sistem kimsenin çalışmadığı tesisler kurmuş, herkesi istihdam etmek amacıyla mevcut işletmeleri kapasitesinin altında çalıştırmış, kimsenin kullanmayacağı türden bazı mallar üretmiş ve sınırlı kaynaklar bu amaçlar için harcanmıştı.

 

“Son otuz yıl içinde, biçerdöverlerin çalışma saatleri yarı yarıya azaldı. SSCB’deki biçerdöverlerin çalışma süresi, ABD’ye kıyasla bir buçuk kat düşüktü. Ülkede, ihtiyaç duyulan 650 bin biçerdöver yerine, 1 milyon biçerdöver bulunuyordu. Bunların tamiri için harcanan para, yenisinin fiyatından beş kat daha fazlaydı…”

 

Bu makaleye sığmayacak daha pek çok uygulama ve politika hataları sebebiyle ekonomik ve sosyal düzen bozulmuş, hem işletme düzeyinde, hem ülke düzeyinde verimlilik çok düşmüş, Batı ile kıyaslanmayacak kadar gerilemişti.

 

Verimliliğin gerilemesi, rekabet gücünün de zayıflaması anlamına geliyordu.

Giderek ağırlaşan sorunların çözümü için yeni politikalara ve enerjik kadrolara ihtiyaç vardı. Ancak sistem içinde ilerleme düşüncesi ile sisteme karşı çıkmayan Komünist Parti üyeleri topyekûn ihtiyarlamaya başlamıştı. İdari hiyerarşide yükselme sırası bozulmadan birlikte ihtiyarlayan bürokrat grubundaki değişmezlik, yönetimde de gerileme yaratmıştı.

 

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev bu duruma şöyle dikkat çekiyor: “Benim gibi o dönemin genç politikacılarından çoğununaklına bir soru takılmış olabilir. A. Kosigin, M. Suslov,D. Ustinov, A. Gromiko, N. Baybakov, L. Brejnev de dâhilülke liderlerinin hepsi, otuz-otuz beş yaşlarında iktidara gelmişti.

 

Tabii, yetenekleri sayesinde bu yaşlarda iktidara geldiler. Ancak, 20–30 yıl sonra, kendilerinin kaç yaşlarında iken iktidara geldiklerini unuttular. Kadroyu değiştirmek akıllarından bile geçmiyordu…

O dönemlerde, delege sıfatıyla dış ülkelere gidiyorduk. Brejnev’le alay edenlerin ülkeyle alay ettiklerini hissedip, üzülüyorduk. Çökmüş liderin yüz ifadesinde, ülkenin hâli de görünür gibiydi…”

Bütün bu gelişmelerin sosyal hayata yansıması olarak çeşitli buhran dalgaları yaşandı. Sovyetler Birliği’nin son dönemlerinde Almatı,Sumgayıt, Dağlık Karabağ, Vilnius, Tiflis ve Fergana’da yaşanan millî nitelikli olaylar, Sovyetler Birliği’nin milliyetçilik sorununu göz ardı ettiğini veya artık baskılayamaz hâle geldiğini gösteriyordu. Pek çok şehre asker sokulmuş, trajik olaylar meydana gelmişti. Bu gelişmeler, Sovyetler Birliği’ni yıkılışa götüren somut sosyal gelişmelerden biri oldu.

 

Mihail Gorbaçov’un “açıklık” ve “yeniden yapılanma” politikaları ile Sovyetler Birliği’nin hantal yapısı hızla çözülüp yıkılırken, yerine hiçbir yeni siyasi ve ekonomik yapı kurulamıyordu.

“Tepeden inme devrim örneği sayılabilecek reformlar, belli bir dönem içinde kendi imkânlarını tamamen tüketmişti. Grevler, bütün ülkeye yayıldı. Milli hareketler iktidarı ele geçirmeye, Sovyet Cumhuriyetleri birer birer SSCB’den çıkmaya başladı…”

 

Uzun yıllar boyunca Sovyetler Birliği’nin yıkılması için uğraşan Batılılar, sosyalist sistemin yıkılışını gördüğü zaman şaşırıp kaldı.

Rekabet ve silahlanma yarışına dayanan birbirine karşı iki sistem yerine, yeni uluslararası ilişkiler düzeni oluşturulamıyordu. Bu süreçte büyük bir otorite ve düzen boşluğu oluşmuştu. Romanya’daki kanlı olaylar, Yugoslavya ve Tacikistan’daki iç savaş, Karabağ’daki çatışma yanı sıra Dinyeper kıyısı, Abhazya ve Kuzey Kafkasya’da yaşanan anlaşmazlıklar yıldırım hızıyla patlak verdi.

Batı ve Doğu blokları arasında yaşanan Soğuk Savaş’ın etkisi ile diğer kıtalarda da oluşan kutuplaşmalar, Doğu Blokunu temsil eden Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın çözülmesiyle sıcak çatışmalara yol açan gelişmelere sahne oluyordu. O yıllarda, bütün dünyanın güvenliği tehdit altındaydı. Ancak, sınırların belirlenmesi kaygısıyla Sovyetler Birliği’ni oluşturan halklar arasında tırmanmaya başlayan gerginlik, bütün Avrasya kıtasını tehdit edebilecek bir boyuta doğru ilerliyordu.

Oluşan otorite boşluğunun doldurulması, bozulan siyasi ve ekonomik düzenin yerine, bağımsız devletler arasında uluslararası ilişkileri tesis eden yenibirsiyasi ve ekonomik düzen kurulması gerekiyordu.

 

Öncelikle eski Sovyet ülkelerinin “Yugoslavyalaşmasını” ve köklü ekonomik bağların kopmasına bağlı olarak yeni devletlerin yıkılmasını önlemeye çalışmak gerekiyordu. Yani 2015 yılının 1 Ocak tarihinde “Avrasya Ekonomik Topluluğu’na” dönüşecek olan “Ortak Ekonomik Alan” ile Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulması gerekiyordu.

 

Bugün tek cümlede özetleyip yazabildiğimiz bu büyük uluslararası oluşumların dünyaya gelişi, o günkü kaos ve gerginlik ortamında hiç de kolay değildi. Bütün Avrasya Bölgesinde barış ve işbirliğini esas alan bu büyük oluşumların tesis edilebilmesinde bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’mizin Kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in çok büyük rolü vardır.

 

Günümüzde Kuzey Afrika ile Orta Doğu’nun içine sokulduğu kaos ve çatışma ortamından çıkışına da örnek olabileceğini düşündüğüm, geçmişteki sürece ilişkin bazı gelişmeleri, Kazakistan Devlet Başkanı’nın  eserlerinden de alıntılar yaparak kısaca hatırlatmakta fayda görüyorum:

“Rusya Federasyonu’nun, 12 Haziran 1990’da, Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını ilan edişinin üzerinden bir yıl geçmişti. Sovyetler Birliği’ni oluşturan diğer Cumhuriyetler, iç içe girmiş ekonomik,  insani, hukuki, sınai vb. ilişkiler ağının yerine yenisi kurulmadan, bu yapının yokedilebileceğinine inanamıyordu. Bu arada Sovyetler Birliği Komünist Partisi içindeki bir grup, 19-21 Ağustos 1991 günleri arasında, Mihail Gorbaçov’a karşı darbe girişiminde bulundu.

 

Bu darbe girişimi öncesinde Boris Yeltsin Almatı’ya gelmişti. Nazarbayev’in Boris Yeltsin ile buluşmasının ürünü olarak, 17 Ağustos 1991’de “Egemen Devletler Birliği İstikrar Garantileri” ve “Ortak Ekonomik Alan” konularında ortak açıklama imzalanmıştı. Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in inisiyatifi ile gündeme getirilen bu başlangıç, 15 egemen devlet başkanına “Ortak Ekonomik Alan kurulması ile ilgili olarak ekonomik ve sosyal meseleleri incelemek amacıyla” yapılması gereken üst düzey toplantının yeri ve zamanı konusunda görüş bildirmelerini haber veriyor ve toplantı gündemini belirliyordu.

Aynı gün Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile Devlet Başkanımız Nursultan Nazarbayev, basın toplantısı yaparak SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov’a açık başvuruda bulunmuştu. Başvuru belgesi, bugün hâlâ çözülememiş uluslararası sorunlara, yaşanan çatışmalara ışık tutması bakımından önemlidir:

 

“Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki kanlı çatışma 4 yıldan beri sürmektedir. Olayın ortaya çıkış sebebi ve tarafların sorumluluğu açısından çok yönlü değerlendirme yapmak mümkündür.Ancak, medeni halklar için bu utanç verici kanlı çatışmanın sona erdirilmesi gerektiğine şüphe yoktur. Aksi halde, bu çatışmanın yeni alevlenmelerle başka bölgelere yayılma olasılığı çok büyüktür.


 

Yaşanan sorunlar kuvvet kullanma metoduyla çözülemez.Bu türlü yaklaşım, çatışmaların büyümesine, yeni kurbanlara ve yeni olaylarla insan haklarının çiğnenmesine yol açar. Merkezi yönetimin ciddi bir programının olmaması, büyük siyasi yanlışlıklara yol açıyor. Çatışmanın zamanında durdurulması imkânları elden çıkmıştır. Şimdi diplomatik çalışmalar önemlidir. Egemen cumhuriyetlerin yöneticileri, kendilerine düşen sorumluluğu üstlenmelidir.

Bizim teklifimiz şudur:

 

1. SSCB Başkanı, Azerbaycan’da yaşayan Ermeniler ile Ermenistan’da yaşayan Azerilerin önderlerini ve bu durumu etkileyebilecek güçlerin tamamının temsilcilerinin katkısını sağlayarak, çatışan tarafların yöneticileriyle doğrudan görüşme yapmak için ciddi adımlar atmalıdır. Bunun için taraflar, herhangi bir ön şart koşmaktan vazgeçmelidir. Bu kardeşin kardeşi öldürdüğü kanlı savaş, daha tehlikeli durumlara yol açabilir. SSCB Başkanı, görüşmelere bizzat katılarak, otorite ve yetkisini kullanarak, arzu edilen başarıya ulaşmak için çalışmalıdır.

 

2. Eğer çatışan taraflar uygun görürse, biz, görüşmelerin hazırlanma ve gerçekleşmesi sürecine “ara bulucu” olarak katılmaya,alınan kararların uygulanması konusunda Sizinle birlikte kefil olmaya hazırız.

3. Görüşmelerin kapsamına şu konular alınmalıdır:

- Ateşkesin sağlanması, çatışan kuvvetlerin ayrılması, sivil halkın güvenliğinin teminiyle birlikte diğer uyuşmazlık konularının görüşülmesi.

- Ermenistan ve Azerbaycan’dan kaçan “kaçkınlar” ile terkettikleri bölgelerin gecikmeksizin tespit edilmesi.

- Uygulamanın ilk safhası ile ilgili tekliflerin iki cumhuriyetin yöneticilerine yollanması.

4. Biz, Sizin SSCB Başkanı olarak, görüşme sırasında alacağınız elverişli kararlarla, çatışan tarafların Anayasa’ya istinaden kurulan organlarının hizmetini durdurarak faaliyetini önleyeceğinizi sanıyoruz. Ayrıca, Sovyet askerinin çatışma bölgelerin dekisınır koruma görevi dışındaki faaliyetlerinin önlenmesi için karar alınması gereklidir. SSCB Silahlı Kuvvetleri’nin pasaport kontrolü, silah denetimi, iki tarafın nüfus bölgelerinin kontrolü gibi hizmetlerinin lüzumsuz olduğunu düşünüyoruz.İki cumhuriyetin içişleri bakanlıklarına bağlı kuvvetlerin,halka özellikle ağır silah dağıtmasının yasaklanmasını uygun buluyoruz.

Bizim teklifimiz budur. Tabii, başka teklifler de olabilir.Önemli olan, hem bu iki cumhuriyetin savaşını, hem de Sovyetler Birliği askerinin katıldığı ilan edilmemiş tüm savaşları mümkün olduğu kadar çabuk durdurmaktır. Aksi takdirde,bizim imzalamaya hazırlandığımız Egemen Devletler Birliği Anlaşması’nın bir değeri kalmayacaktır.”

 

O sırada kafalar, Rusya’yı yeniden kurmak için oluşturulan bir sürü planın etkisi altındaydı. Sınırları yeniden çizme fikirleri açıktan açığa söyleniyordu. “Biz, bir ülke topraklarının, başka birine, kuvvet zoruyla verilmesinin söz konusu bile olamayacağını söyledik.”

 

Nitekim Ağustos 1991’deki darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.

“1991 Ağustos’undan sonra sürükleniş hızlandı.Milletvekillerinin olağandışı toplantısına hazırlık başladı.O sırada benim büyük işler yapmam gerekiyordu. Herbiri bir tarafa çeken ülke yöneticileri tarafından kabul edilebilecek ortak bir karara ulaşabilmek için gayret gösterdim.SSCB Başkanı Gorbaçov ile Sovyetler Birliği yöneticilerinin ortak bildirisi hazırlandı. Bunu, toplantıda açıklama görevi bana düştü. Bu sırada, cumhuriyet yöneticilerinin desteğiyle bildiri metnine, “Egemen Devletler Birliği ve Ortak Ekonomik Alan kurulması” konusundaki anlaşmaların hazırlığına başlanması önerisi eklendi.

Kazakistan, o şartlarda belirsizlik ve karışıklığa yol vermemek için elinden geleni yaptı. M. Gorbaçov söylediğimizfikre katıldı. Cumhuriyet temsilcileri gerekli dokümanların hazırlanmasına başladı. Çalışmalara Uluslararası EkonomikKonsey Başkan Yardımcısı G. A. Yavlinski başkanlık etti. Birbiriyle iç içe olan bütünleşmiş ekonomik yapının,bir anda dağılmasının tehlikeli olacağını ortaya koydu.Ekonomik işbirliği sağlanmadan yapılamayacağına dair tartışılmaz deliller ileri sürdü. Ben de onu destekledim. Ekim ayında, ekonomik işbirliği konusunda görüşme yapmak için Almatı’da toplandık. Yavlinski, gündemdeki her madde için ayrıntılı açıklamalar yapmaya mecbur oldu.

Buna rağmen dağılmayı durdurmak mümkün olmadı.

Katı merkezi sistemin omurgası olan Komünist Parti’nin ortadan kaldırılması, SSCB’nin çöküşünü, önlenemez birharekete dönüştürdü.

1991 yılı, gerçekten de tarihi olayların yaşandığı bir yıloldu...”

8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Beyazrusya liderleri Belovej Bildirgesi olarak bilinen metni imzaladı. Sovyetlerin devlet olarak son bulduğunu, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulduğunu ilan etti. O günlerde Slav Birliği’ni kurmak isteyen bu devletler, Belovej Bildirgesi’ni Devlet Başkanımız Nursultan Nazarbayev’in de imzalamasını talep etmişlerse de, O, bunu kabul etmedi.

Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldıran tarihi görüşmelere katılan Devlet Başkanımız Nursultan Nazarbayev’e, Orta Asya Cumhuriyetleri yöneticilerinin duyduğu büyük güven ve merhum İ. Kerimov’un“Benim adıma da konuş. Yeni yıla kadar bu işin çözümlenmesini sağla…” deyişi çok manidardır.

O günlerde, Slav Birliği ve Tacikistan’la beraber kurulacak olan Türk Birliği şeklinde iki ayrı birlik kurma düşüncesi öne çıkmıştı. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Orta Asya devletlerinin yöneticileri Saparmurat Niyazov, İslam Kerimov ve Askar Akayev ile birlikte 13 Aralık günü Türkmenistan’ın başkenti Aşgabat’ta bir araya geldi. Burada varılan mutabakat gereği, Belovej Bildirgesi’ne sonradan imza atmak yerine, Bağımsız Devletler Topluluğu’na kurucu üye olarak katılmak üzere yeni bir toplantı yapmak görüşü kabul edildi.

Devlet Başkanımız N. Nazarbayev, ilgili bütün tarafların katılımıyla Kazakistan’da yeni bir toplantı yapılmasını teklif etti.

21 Aralık 1991’de Almatı’da yapılan toplantı neticesinde hazırlanan Almatı Deklarasyonu’nu dokuz Sovyet Cumhuriyeti imzaladı. Bağımsız Devletler Topluluğu kuruldu. Bu şekilde, böylesi zor bir tarihi süreçte, Orta Asya Cumhuriyetleri ve halkları Türk-Slav çekişmesinden korunmuş oldu…



 

Sovyetler Birliği’nin dağılarak yıkılmasından bugüne kadar Avrasya Bölgesi’ndeki barış ve istikrarın en sağlam dayanaklarından biri, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in kuruluşu için büyük çaba sarfettiği ve inisiyatifler kullandığı Bağımsız Devletler Topluluğu’dur.

O halde, barışa ve istikrara, işbirliği içinde birlikte kalkınmaya, halklar arasında kardeşlik ilişkilerinin gelişmesine ve uluslararası sorunlarda diplomasiye kıymet veren medeni insanlar olarak hep birlikte ifade edelim:

Yaşasın Nursultan Nazarbayev!

Yaşasın Kazakistan Cumhuriyeti!

Yaşasın Bağımsız Türk Cumhuriyetleri!

Yaşasın Bağımsız Devletler Topluluğu!

Nice 25 yıllara; barış, dostluk ve artan akrabalık bağlarıyla!