Hz. Mevlana’nın 22. Kuşak torunu Esin Çelebi Bayru, Başkan vekilliğini yaptığı Uluslararası Mevlana Vakfı’nda 6 Ocak cumartesi günü Mevlevilik üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

Esin Çelebi Bayru, Hristiyanlıktan veya Yahudilikten gelip İslamiyet’i seçmiş tüm konuşmacıların “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek konuşmalarına başladıklarını belirterek, kendisi de aynı şekilde söze başladığı konuşmasında ilk olarak, Semavi dinlerde yaradan inancının tek olduğunu dile getirdi. Esin Çelebi Bayru, birlik anlayışından ve Kuran-ı Kerim’de geçen peygamberlerden bahsederken Yaradan’a sevgili ve kul olmanın manasını, Hz. Mevlana’nın dörtlükleri ile anlattı. Hz. Mevlana’ya yakışıksız yakıştırmalar yapanlar olduğunu söyledi ve Hz. Mevlana’nın “Canım sağ oldukça Kuran’ın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammed’in ayağının tozuyum ben. Kim, bundan başka bir söz naklederse benden, Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim ben.” dediğini belirterek “Hz. Pir, bu sözü ile tüm bu yakıştırmalara cevabı yaşadığı dönemde vermiştir” dedi.

Esin Çelebi,  Hz. Mevlana’nın, Kuran’dan, İncil’den ve Tevrat’tan alınmış ayetleri eserlerinde yeniden dile getirdiğini ifade etti. Bütün peygamberlerin yolları farklı olsa da menzillerinin aynı olduğunu yani Allah’a ulaşma yolunda yürümüş olduklarını dile getirdi. Bu aşka bir örnek olarak Hz. Peygamber’in dayandığı direğin ağlaması olayını anlattı.

Çelebi, Hz. Mevlana’nın yaşamından, bir peder ile konuşması, bir Rum ustanın ve Syrianus isimli bir kişinin Müslüman oluşu gibi örnekleri anlattı. Yaratılan her şeye saygı göstermenin peygamber sünneti olduğunu ifade etti. Konya’da bulunan beş kiliseyi Hz. Pir’in sıkça ziyaret ettiğini ve sohbetler gerçekleştirdiğini, kendisinin de bugün Konya’da ayakta kalan kiliselerden birindeki rahibeleri ve onlara gelen misafirlerini ağırlayıp Hz. Mevlana, Mevlevilik ve Sema ile ilgili bilgilendirdiğini,  onları da bayramlarında ziyaret ederek ceddinin yolunda olmaya gayret ettiğini ifade etti. Çelebi, hoşgörüde birleşmenin yanı sıra teklik inancında birleşmenin önemini izah etti. Hz. Mevlana’nın cenazesinde üç semavi dinden insanların kendi duaları ile onu uğurlamada yarıştıklarını anlattı.

“Mevlevihaneler edep öğretilen yerlerdi”

Esin Çelebi, Mevleviliğin ve Mevlevihanelerin kuruluşlarından bu yana 800 yıla yakın bir geçmişleri olduğunu ve Hz. Mevlana’nın oğlu Sultan Velet soyundan gelen Çelebilerin başkanlık ettiği bir sistem ile idare edildiğini söyledi. 

Çelebi, “Mevlevihaneler Hz. Mevlana’nın düşüncelerinin anlatıldığı, dini ve edebi bilgiler yanında Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi öğreten birer filoloji, müzik eğitimi veren birer konservatuar ve güzel sanatların çeşitli dallarında birer akademi gibi sanat eğitimi veren okullar olmuşlardır. 1001 günlük ilk eğitim süresini düşünürsek yaklaşık 3 yıl sürmektedir. Bu okullarda on sekiz görev olurdu ve nefsi terbiye etmek mühimdi. Mesela talebe, alışverişe gönderildiğinde, zaman kullanımı, para kullanımı ve benzeri becerilerin takibi yapılırdı. Mevlevihaneler edep öğretilen yerlerdi” diyerek Mevlevihanelerin üstlenmiş oldukları rolü anlattı. Ve 1001 günlük çile ile egoyu terbiye ederek edep eğitiminin gerçekleştirildiğini söyledi. Çelebi ayrıca, babaannesinin anlatımı bu eğitimi tamamlayana çeyiz hazırlandığını belirterek giyeceklerinin de yenilendiğini anlattı. “Bunları biz hanımlar hazırlardık, Hizmet tennuresi, nefti, kahve veya bordo olurdu ve tennurenin etekliği sahan kapağı kadar açılırdı ve yerden en az iki karış kısa olurdu” dedi.

“Mevlevilik’te kadınların da yeri vardır” 

Çelebi, “Hanımlar, meydan-ı şerife çıkmamışlardır. Bu kısım, erkek yatılı okulunun yani Mevlevihane’nin tören alanıdır dolayısıyla hanımlar mahfilinde kadınlar sema ederlerdi” dedi. Esin Çelebi Bayru, “Mevlevilikte kadınların da yeri vardır” diyerek ekledi ve Çelebi geçmişinde de kadınlar olduğunu söyledi. Kadınların, Arakiye giydiklerinin ve bilgi paylaşımında bulunduklarının bilindiğini ancak meydan-ı şerife çıktıklarına dair bir kayıt olmadığını söyledi.

Çelebi, babası Celaleddin Çelebi’nin isteği üzerine Resûhî Baykara Dede’nin kendisine ve kardeşi Faruk Hemdem Çelebi’ye sema öğrettiğini anlattı. Müptedi mukabelesinin Konya’da türbenin matbah-ı şerifinde yapıldığından bahsetti. Kardeşi ile birbirlerine ikiz gibi benzediklerini, kendisinin saçlarının ise uzun ve iki örgülü olduğunu gerekirse saçlarını kestireceğini söylediği halde bazı dedeler tarafından örfte kadınların Meydan-ı Şerif’te yeri yok denilerek çıkmasını kabul etmedikleri dolayısıyla Meydan-ı Şerife hiç çıkmadığını,  bundan şu an üzüntü duymadığını ifade etti. Örfün önemli olduğunu ve bozulduğu takdirde düzeltilmesinin çok zor olduğunu söyledi.

Çelebi, şu an yapılan semanın örfe uygun olmadığını ve şimdiki semazenleri beğenmediğini ifade etti. Bunun sebebinin, semazenlerin sıkı bir eğitimden geçmemeleri olduğunu izah etti. Kendisinin, erkek kardeşi Faruk Hemdem Çelebi ile birlikte ortasında “kabara” isimli küt başlı çivinin çakılı olduğu bir tahtada eğitim gördüğünü anlattı.

Çivili tahtaya okunmuş tuz serpiştirilerek ve çiviye sol ayak konularak, bu dersin çıplak ayak yapıldığını belirtti. Semanın, abdestli bir ders olduğunu ifade etti. Çelebi,  “Şimdikilerde bu yok. Mest ile öğrendikleri için zıplayarak dönüyorlar” dedi.

Çelebi, 1925’de Mevlevihanelerin de Kanun gereği diğer tekke ve zaviyeler ile birlikte kapatılması mecburiyetinde olunduğunu ancak Atatürk’ün “Hz. Mevlana’nın düşünceleri ve ilmi ebediyen yaşayacaktır. Hatta istikbalde daha köklü bir şekilde zuhur edecektir inancındayım” dediğini aktardı.

Yılbaşı konusunda yapılan tartışmalara da değinen Çelebi,  25 Aralık gününün Orta Asya Türklerinden gelen Şamanizm’den de eski olan bir ”güneşe teşekkür” seremonisi olduğunu anlattı. Moğolların Nar Tugay şenliğinin bunun bir benzeri olduğunu söyledi. Çam ağacı geleneğinin de eski Türkler ile Avrupa’ya taşınmış olan bir adet olduğunu ve bunu daha önce dile getirmiş olan Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendiye teşekkür ettiğini belirtti. Orta Asya Türklerindeki Ayaz Ata’nın, Noel Baba’nın aslı olduğunu ve Noel Baba’nın giysileri ile birebir örtüşen kıyafetleri olduğunu söyledi. Ayrıca kimi kaynakta Kış Baba ismiyle geçtiğini anlattı. Hristiyan Ortodoks Azizi olan Aziz Nikola’nın, ağacının altına yaptığı hediyeleri bıraktığı söylencesinin olduğunu aktardı. Çam ağacına bugün asılan yuvarlak kırmızı ve turuncu süslerin ise Aziz Nikola’nın ağacındaki portakal ve mandalinaların sembolü olduklarını ifade etti. Eski Türklerin bu tür adetlerinin ne yazık ki bugün pek bilinmediğini ve sahiplenilmediğini söyledi. Çelebi, “Din adamları kendi dinlerini ve diğerlerini iyi bilmelidirler” dedi. Bütün dinlerin amaçlarının tek Allah’a yönelmek olduğunu söyledi. Benzerlikler bir olmaya götürür diye ekledi. 

Esin Çelebi, “Ne yazık ki bugünkü İslamiyet Arapların âdeti-örfü ile karışmıştır. Biz dinimizi daha çok öğrenip sahip çıkmalıyız” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Konuşma sonrasında, Mevlevi Dedesi Nail Kesova, Esin Çelebi Bayru’ya 2012 yılında Bulgaristan’ın Filibe (Plovdiv) şehrinde bulunan Mevlevîhâne’de gerçekleşmiş olan Mukâbele-i Şerîf esnasında Nathalie Ritzmann tarafından çekilmiş olan ve kendisi (Nail Kesova Dede) ve semazenleri gösteren bir fotoğrafını armağan etti.

Haber: Tolga Ünker