‘’O, yalnızca Türk Milletine güvendi, onun vatan sevdasından güç aldı.  Onca başarının temelinde bu birliktelik vardı. Hiçbir güçten yılmadı, yıldıramadılar onu. Sadece işgal güçleri değil; başı dumanlı dağlar bile ezberledi adını. Cihan tarihi not düştü sayfalarına: Milletimizin Önderi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk oldu…’’

Tarih; 16 Mayıs 1919 Cuma, saat: 14.50… 

Bandırma isimli hantal, döküntü bir vapur, Türk Milletinin yeniden doğuşunun önderi olacak Mustafa Kemal Paşa ve karargâh heyetini bağımsızlığa giden yola çıkarmak için hazırdır…

Mustafa Kemal Paşa çakmak, çakmak gözleriyle gemiye yol verecek İsmail Hakkı Dursun Kaptan’a bakar. Kararlı ve tok bir ses tonuyla kaptana şu ilk emri verir:

 ‘’…Derhal ve bütün süratinle denize açıl! Sahile yakın bir rota çiz ve hep buna göre vapuru yürüt.’’

Artık onu ve kurmay heyetini bağımsızlığa giden bu kutlu yolda; ne işgal kuvvetlerine mensup bir torpido botun batıracağı haberi, ne bandırma vapurunun köhnemişliği, ne de Karadeniz’in fırtınalı hali ilgilendirmemektedir…

Çünkü onun yüreğindeki bağımsızlık fırtınası, tüm engelleri aşacak, yerle bir edecek güçtedir. Bu gücün yegâne kaynağı; Türk Milletine olan inancı, sonsuz güvenidir.

Zaten dört yıl önce Çanakkale geçilmez destanını yazan da bu inanç, bu güven değil midir?

Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdet’inin iradesiyle 3’ncü Ordu Müfettişi olarak ‘’Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri ile Erzincan ve Canik (Samsun) sancaklarında bozulan asayişin yeniden tesis edilmesi maksadıyla görevlendirilmiştir.

‘’Sadrazam Ferit Paşayla birlikte yenen akşam yemeğinden sonra Teşvikiye’deki konaktan ayrılmış, gecenin o saatinde Genel Kurmay Başkanlığına yeni atanan Cevat Paşa (Çobanlı) ile yan yana yürümektedir… İkisi de dalgındır, düşüncelidir! Sonra bir aralık Cevat Paşa başını kaldırır. Yanında yürüyen arkadaşını süzer ve sorar:

. Bir şey mi yapacaksın Kemal?

. Evet paşam, bir şey yapacağım…

. Allah muvaffak etsin…

. Mutlaka muvaffak olacağız..! Az sonra vedalaşır ve ayrılırlar…’’

 Aslında bu konuşmalar, Mustafa Kemal Paşa’nın çoktan vermiş olduğu şu kararın yüksek sesle ifadesi, bağımsızlığımıza giden yolun ilk cümlesidir…

‘’ Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.’’

Yıldız Sarayının küçük bir salonunda Padişah Vahdettin’e veda etmesinin ardından dava arkadaşı İsmet Bey’le de vedalaşır, ondan gelecek haberi beklemesini söyler kendisine…

Son gecesini de Şişli’deki evde annesi ve hemşiresiyle birlikte geçirir. Tıpkı Selanik’teki gibi yer sofrasını kurarlar. Aralarındaki konuşmalar şen, şakraktır ama en nihayetinde, bu belki de ana evinde yenen son yemek olacaktır…

Vedalaşırlar…

Artık hem onun, hem de milletimizin kader yolculuğu başlamak üzeredir.

27 Yıllık İsmail Hakkı Kaptan demir aldırmaya başlar yavaştan, yavaşa… Karadeniz dahi heyecanlıdır adeta dalga, dalga olur bir anda…

Mustafa Kemal; Karadeniz Boğazından çıkarken kaptana tehlike ihtimallerini anlatır bir, bir!

Kaptanın cevabı çok çarpıcıdır!

‘’Ne aksi, bu denizi pek tanımam, pusulamız da biraz bozuk…’’

Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı yanıt da o kadar çarpıcı olur!

‘’ Mümkün olduğu kadar kıyıları takip et. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim, Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibarettir…’’

Güneş ufuktan yakın bir süre sonra doğacaktır artık…

15 Mayıs 1919’da Yunan orduları İzmir’e ayak basıp da, işgali başlattıklarında; insanlarımızın boynu bükük, umutları sönüktü… Kurtlar, kuşlar, suskun; dağların başı dumanlı, özgürce akan sular bile sessizliğe bürünmüştü. Yemyeşil ovaları hüzün sarmış, servi boylu ağaçlar iki büklümdü…

Ama o yılmadı, umudunu asla kaybetmedi. Bağımsızlık benim, milletimin karakteridir dedi. İşte bu inançla açıldı Kara Denize, milletin kararan bahtını aydınlatmak üzere…

Tehlikelerle dolu, sıkıntılı bir yolculuk sonrasında, gün doğuşuyla varılır Samsun’a… Tarih: 19 Mayıs 1919’u göstermektedir…

Mustafa Kemal Paşanın Anadolu karasına ayak basmasıyla birlikte sadece kendisinin değil; Türk milletinin de yeni hayatı, yeniden yazılan kaderimiz şimdi başlayacaktır…

O hem kendisi, hem de yurdumuz için büyük önem taşıyan bu özgürlük yolculuğuna kırkına yaklaşmış yaş olgunluğu ve kendine güvenen bir savaşçı olarak çıkmıştı. Onunla birlikte kader arkadaşlığı yapan kurmaylarına gelince; hepsinin ortak nitelikleri, ülkelerine karşı besledikleri köklü ve derin sevgiydi.

Mustafa Kemal’in yurt sevgisi ise iki kaynaktan geliyordu: Bir yandan gençliğinden beri ülkesinin kaderi karşısında duyduğu övünç, bir yandan da yurdun; beceriksiz yöneticiler ve yabancılar elinde gitgide çökmesinden doğan utanç duygusu… 

Bu sevgi, uğruna çarpıştığı ve daha da çarpışacağı vatan toprağına, Rumeli’nin ovalarına, dağlarına, Anadolu’nun geniş düzlüklerine karşı beslediği bağlılıkla daha derinleşmişti.

Kendisiyle bir arada savaşmış olan insanları yakından tanımasının da bunda büyük payı vardı. Onun içindir ki, bağımsızlık meşalesiyle aydınlanan bu yolculuğun yegâne güven ve inanç kaynağı, Anadolu’nun yiğit insanlarıydı…

Mustafa Kemal’in ilk işi; Türk Milletine karşı işlenen haksızlığın onarılmasını isteyen telgraflarla sorumluluk bölgesindeki halkı uyarmak oldu.

Samsun’un içinde de, halkta bir direnme duygusu uyandırmak amacıyla Büyük Cami’de mitingler düzenledi. 

Askeri alanda, Anadolu ve Trakya’da kalmış birliklerle hemen ilişki kurdu. Siyaset alanında ise; çeşitli Müdafaa-i Hukuk grupları arasında bağlantı sağlamaya girişti, kendisine verilen emre uyup da bunları dağıtacak yerde, yenilerini kurmaya başladı.

Bu gelişmeler karşısında İstanbul Hükümeti ama özellikle İngilizler telaşa düşmüşler, Damat Ferit hükümeti Müfettiş Paşa’nın geri çağrılmasını kararlaştırmıştı..!

Ancak O ve heyeti, çoktan Anadolu yaylalarına doğru tırmanmaya başlamışlardı…

Mustafa Kemal ve arkadaşları eski otomobiliyle, olgunlaşmaya başlayan mısır ve buğday tarlaları, yeni yeşeren orman kümeleri arasında, yükseklere doğru çıkarlarken; aşağıda Yeşilırmak kıyılara doğru, kıvrılıp bükülerek akmaktaydı…

Türklere mi, Rumlara mı ait oldukları minarelerinden, ya da çan kulelerinden belli olan, kerpiç duvarlı, çökmeye yüz tutmuş köylerden geçtiler.

Yolculukları sırasında arabaları birkaç kez bozuldu. En nihayetinde Mustafa Kemal arabadan indi ve arkadaşlarıyla yola yaya olarak devam etti.

Hedef Havzaydı…

Dağların temiz havası ciğerlerine doluyor, bereketli toprağın kokusunu derinden hissediyorlardı.

İşte vatan buydu ve tertemiz kalmalıydı…

Sonra çevrelerindeki özgürlük havasına uydular ve bir şarkı mırıldanmaya başladılar:

‘Başını duman almış dağlardan, ağaçlardan, kuşlardan, gümüş derelerden’ söz eden romantik bir şarkı…

‘’Dağ başını duman almış,/Gümüş dere durmaz akar;/Güneş ufuktan şimdi doğar,/Yürüyelim arkadaşlar;/Sesimizi yer, gök, su dinlesin,/Sert adımlarla her yer inlesin, inlesin…’’

Samsun’dan doğan özgürlük güneşi, bağımsızlığımıza atılan bu ilk adımı aydınlatmış; bu kutsal yürüyüşü; sadece ‘Yer gök, su’ değil, tüm işgal güçleri, vatana ihanet içinde olan işbirlikçileri de görmeye, dinlemeye başlamışlardı. Ama en çok da istiklaline inanmış, vatanına sevdalı Türk Milleti…

En nihayetinde; 

‘’İzmir’in dağlarında çiçekler de açacak, altın gümüş ova sırmalar da saçacaktı…’’ 

O tarihten beridir;  Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının, ona inanmış Türk Milletinin söylemiş olduğu:‘‘Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar’’ dizeleri hala dağlarımızda, ovalarımızda, Yeşil Irmağın kıyılarında, bu gazi vatan topraklarımızın her yöresinde yankılanır. 

Hiç bitmemecesine, unutulmamacasına… 

98 yıl sonra bir kez daha yeniden, birlikteliğimizin tüm gücüyle:

‘’Dağ başını duman almış,/Yürüyelim arkadaşlar!/Sesimizi yer, gök, su dinlesin,/Sert adımlarla her yer inlesin, inlesin…’’ 

(Kaynakça: Prof. Ali Dönmez, ‘Dağ Başını Duman Almış-2004’)