‘’Şehitlere öldü demeyiniz, onlar ölümsüzdürler. Cennet bahçelerinin en nadide çiçekleridirler…’’
Hiç düşündünüz mü? Bir annenin, babanın üzerine titreyip büyüttüğü, canından can vererek, bin bir güçlükle yetiştirdiği evladı bir anda hayata veda ettiğinde ne yaparlar?
Acıyla kavrulan yüreklerinin isyanı nasıl seslenir? O habere kilitlenen beyin nasıl düşünür, nasıl bir tepki verir?
Hele, hele ellerine kınalar yakılarak vatan görevine gönderilen kınalı kuzusunu asker ocağında kaybeden bir ananın; yanık yüreğinden yükselen feryatlara, yakılan ağıtlara ne cevap verilir?
Allah kimseyi evladının yitirilmesiyle oluşan o onarılmaz acısıyla karşı, karşıya bırakmasın…
7 Haziran seçimlerinden sonra P.K.K terör eylemleri ülkemizde aniden tırmanışa geçti! Bu acılı durumun pek çok nedeni mevcut! 
Ama en önemlisi; Kürt sorununa çözüm buluyoruz diyerek yola çıkanların; bu çözüm sürecinde muhataplarıyla birlikte yürüdükleri bu yoldan ayrılmış olmalarıdır..!
Bu yol ayrılığının ülkemize yansıması, ‘analar ağlamasın’ diyerek, susan/susturulan silahların yeniden kan ve kin kusması olmuş; al bayrağımıza sarılı şehit cenazelerinin görüntüleri ülkemizin her yanını kaplamıştır.

Ana yürekleri acılı, ülkemizin gözleri yaşlıdır…

Sadece son bir ay içinde 43 vatan evladı terör kurbanıdır.
Peki böylesine acılarla dolu bir tablo neden oluşmuştur? Bu terör belasının kapladığı ülke sathının, kan ve kin bulaşan bu tablosundan kim sorumludur?
"Askeri kışlasına, polisi karakoluna çekenler mi?’’
‘’PKK’ya dokundurtmayanlar mı?’’
‘’PKK’yla açılım yapanlar mı?’’
‘’Açılım buzdolabında diyenler mi?’’
‘’Milliyetçiliği ayakaltına alanlar mı?’’
‘’İmralı canisi mi? Ondan emir alanlar mı?’’
Kim, kim sorumludur?
Bunun cevabı yaşanan olaylarda ve tarihin unutmaz hafızasında saklıdır…
Ülkemizde yapılan 7 Haziran seçimleri biteli neredeyse iki buçuk ay olmuş, hala hükümet kurulamamış! Teröre çare üretmesi gerekenler; ellinde mikrofon, ’şehit cenazelerinde’ sadece sabır dilemektedirler..!
Ya evlatlarını terör belasına kurban veren anneler, babalar, eşler, evlatlar, sevgililer, dostlar, arkadaşlar?
Anaların feryatları her yanı kaplamış, ülkemizin gözleri yaşlıdır…
Böylesine onarılmaz acıların yaşandığı vatan topraklarımızda; P.K.K terör örgütü, ülkemizin kırsalından şehre inmiş; ellerinde silah yol kesmekte, yurttaşlarımızın kimliklerini kontrol etmekte, araçları ateşe verip, etrafa korku saçmaya devam etmektedir…
Bu nasıl bir süreçtir ki! Kürt sorununu çözmek adına çıkılan yol bir anda kan gölüne dönüvermiştir?
Ülkemizin ‘kamu güvenliğini’ her şeyden önemli görüp, üstün tutanların; yaşanan bu acılar yumağına acilen çözüm üretmeleri hayati öneme haizdir.
‘’Çözüm süreci’’ denerek uygulanan politikalarla; P.K.K sorununun çözümsüzlüğe sürüklendiği bu kanlı yolun bir an önce normale döndürülmesi; ülke yönetiminde olanların en önemli ve kaçınılmaz görevidir… 
Her gün gelen şehit haberleri ile sarsılan yürekler kan ağlamaktadır. Ateş düştüğü yeri yakmakta, şehit analarından yükselen feryatlar, ağıtlar, yüreklerimizi dağlanmaktadır. 
Babalar ülkemiz için şehit verdikleri yiğit evlatlarını kaybetmenin acısıyla çökmüş omuzlarıyla; ’vatan sağ olsun’ cümlesine sığınmışlar, çaresizliğe bürünmüşlerdir.
Eşler, evlatlar, sevgililer giden yiğitlerinin, babalarının ardında kalan ömrün nasıl geçeceğini bilemeden, yaşlı gözlerle feryat etmekte, son bir kez ay yıldızlı tabutlara sarılmaktadırlar.
Ülkemizin gözü yaşlı, insanlarımızın yürekleri yaslıdır.
Evlatlarını kaybeden tüm anaların yürek acısı her yanı kaplamış, feryatları her yanı sarmıştır. Evlatlarını kaybeden analar karalar bağlamıştır…
Ve… Gazetelere düşen bir fotoğraf, bir haberde;
Oğlu Siirt’te görevli astsubay olan Elif İnce ana; yakın arkadaşı olan Huma Dirik ana’nın, şehit düşen evladı uzman çavuşun cenaze töreninde, ona destek vermek amacıyla sarılarak, belki de tüm ana yüreklerini yakan isyanını şöyle dile getirmiştir:
‘’Her gün ‘sıra bana ne zaman gelecek’ diye bekliyorum. Yeter bir çare bulsunlar. Ben helal etmiyorum çocuğuma bir şey olursa. Yazıklar olsun böyle Cumhurbaşkanı’na da, böyle Başbakana da.  Sıkıysa kendi çocuklarını göndersinler. Bitirin artık bu terörü…’’
‘Bitirin artık bu terörü…’, ‘Bitirin artık bu terörü…’’, ‘’Bitirin artık bu terörü…’’
Kulaklarımızda çınlayan… Hepimizin istediği, gönüllerimizde yatan da bu değil midir? Bitirin artık bu terörü…
1984 yılından beri ülkemizi yakıp kavuran terör belasını bitirmek, öncelikle bu ülkeyi yönetenlerin ama hepimizin görevidir. Hiçbir nedenle teröre destek ve prim verilmemelidir…
Türk Milletinin bireyleri olarak, 50’li yıllardan bu güne vatan bellediğimiz bu coğrafyada ülkemiz ne tür badireleri atlattığı, neleri yendiği tarih kitaplarında yerini almıştır. Hiç şüphem yoktur ki bu terör belasını da mutlaka yenecektir. (Bk:’10’ların İzleriyle Türkiye’ Derin yayınları)
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurttaşı olarak vatan bellediğimiz bu topraklara hepimizin alın teri, kan ve can borcumuz vardır. Hiçbir kimlik ve inanç farklılığına bakılmadan bu ülke, bu topraklar, bizlerin, hepimizindir.
Ardımızda kalan 92 yılda; ortak dil, din, inanç, ülkü, milli ve ulvi değerlerimiz, örf, adet, gelenek birlikteliğimiz, aydınlık yarınlara olan inancımız ve hiçbir zaman birbirimizi ‘sen, ben o’ diye sorgulamayan bir güç birlikteliğimiz ile bu günlere geldik. 
Bundan sonra da bu güç birlikteliğimizle var olmaya devam edeceğiz. Bu topraklarda bir iç savaş çıkması için her türlü melanetin içinde olanlar, kardeş kavgasını bekleyenler dış mihraklar ve onlarla iş birlikteliği yapanlar..! 
Hiç umutlanmasınlar, çünkü yine hüsrana uğrayacaklardır.
Önemli olan; çelikleşmiş bu güç birlikteliğine giderek zarar veren terör belasını, bir an önce ortadan kaldırarak bunun doğru yöntemini uygulamak; ülke topraklarımızda hep birlikte özgürce ve birinci sınıf vatandaş olarak yaşayabilmenin ortak paydasını bulmaktır.
Bu ortak paydanın nasıl olacağına da büyük Türk Milleti karar verecektir…