15 Temmuz darbe/savaş girişimi, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında  küresel liderin I. Körfez Savaşı’yla (1991) uygulamaya koyduğu ve bölgede 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin  (BOP) en önemli aşamalarından biriydi. Çünkü, Türkiye’nin bölgede, tarihinin ve kültürel bağlarının enginliğinden kaynaklanan çok önemli bir stratejik derinliği vardı. Türkiye’yi Ortadoğu denklemi dışına savurmadan BOP’un hayata geçirilmesi mümkün değildi. 

Petrolün euro ile satılmasında ısrar eden Saddam ile Kaddafi,  ülkeleri işgal edilerek katledilmişlerdi. Mısır’da, seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler Lideri Mursi ise, Batılıların asla “darbe” demedikleri ve iki milyar dolarlık destek verdikleri bir askeri operasyonla koltuğundan indirilerek hapsedilmişti. Sıra Türkiye’nin etkisizleştirilmesine gelmişti. Bu açıdan bakıldığında 15 Temmuz, bir ‘darbe girişimi’ değil, ‘post-modern bir savaş’tı. 15 Temmuz, bizi bizim gücümüzle vurmak isteyenlere karşı milletçe verdiğimiz bir savaştı.

15 Temmuz bir destandı..

Doğru..

15 Temmuz, bir ihanet hikayesiydi..

O da doğru..

Fakat, ‘15 Temmuz, aynı zamanda, kırk yıllık dostumuz, müttefikimiz olan ve topraklarımızdaki İncirlik Üssü’nü babalarının malı gibi kullanan Batılı dostlarımızın destek verdikleri bir operasyondu’ dediğimizde işin rengi değişiyor. Bir devletin diğer bir devletin yönetim kadrosunu askeri argümanlar kullanarak değiştirme girişimi post-modern bir savaştır. 

15 Temmuz’un bilinmeyenleri henüz bilinir hale gelmedi; bulutlar dağıldığında bunun post-modern bir savaş yöntemi olduğu daha net anlaşılacaktır.  

Dost bildiklerimiz, yıllar yılı, içine yerleştirdikleri hainlerle ordumuzu, bölgede 22 ülkenin haritasını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulayıcı güçlerinden biri yapacaktı.. Bu savaş girişimi,toplumda destek bulmadığı gibi, milletin, “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın” emrine uymasıyla granit duvarlara çarpmış oldu.. 

Şükürler olsun Allah’a, milletimizi büyük bir felaketten korudu.

15 TEMMUZ BİR SAVAŞTI

15 Temmuz darbe/savaş girişimi, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında  küresel liderin I. Körfez Savaşı’yla (1991) uygulamaya koyduğu ve bölgede 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin  (BOP) en önemli aşamalarından biriydi. Çünkü, Türkiye’nin bölgede, tarihinin ve kültürel bağlarının enginliğinden kaynaklanan çok önemli bir stratejik derinliği vardı. Türkiye’yi Ortadoğu denklemi dışına savurmadan BOP’un hayata geçirilmesi mümkün değildi. 

Petrolün euro ile satılmasında ısrar eden Saddam ile Kaddafi,  ülkeleri işgal edilerek katledilmişlerdi. Mısır’da, seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler Lideri Mursi ise, Batılıların asla “darbe” demedikleri ve iki milyar dolarlık destek verdikleri bir askeri operasyonla koltuğundan indirilerek hapsedilmişti. Sıra Türkiye’nin etkisizleştirilmesine gelmişti. Bu açıdan bakıldığında 15 Temmuz, bir ‘darbe girişimi’ değil, ‘post-modern bir savaş’tı. 

15 Temmuz, bizi bizim gücümüzle vurmak isteyenlere karşı milletçe verdiğimiz bir savaştı.

Demokrasi ve insan hakları havarileri olan Batılı dostlar Mısır’daki yönetim değişikliğine hala “darbe” demiyorlar. Batılı dostların General Sissi darbesine iki milyar dolarlık bir bağışla destek verdikleri artık bir sır değil. O tabloyu hatırlayacaksınız, Trump’ın Riyad’ı ziyaretinde, bölgenin kaderini çizmek için bir araya gelen kahinler komitesinde General Sissi de vardı; sihirli küreye Trump ve Suudi Kralı’yla birlikte bakıyordu. 

15 Temmuz’a uzana günlerde İncirlik Üssü’ndeki hareketlilik konusunda da çok şeyler yazıldı, çizildi. ABD 15 Temmuz darbe girişiminde sütten çıkmış akkaşık değil. Darbe girişimi sonrasında da, diplomatik nezaketi oldukça zorlayan bir gecikmeyle “geçmiş olsun” diyebilmişlerdi. 15 Temmuz sonrasında Münbiç’teki YPG’liler konusunu konuşmak üzere Ankara’ya gelen ABD Başkan Yardımcısı Biden da, basın toplantısında, oldukça mahçup bir tavır sergilemişti. Belki nezaketindendir, bilemiyoruz. 

Mısır’da, seçimle iktidara gelmiş olan Mursi’yi ikimilyar dolar destekl verdiği bir askeri darbeyle deviren küresel lider, bu ülkede aynı oyunu tekrarlayamadı. 15 Temmuz’da açtığı post-modern savaşla bu ülkeyi felakete sürüklemeyi başaramadı. Türk ordusuyla artık marketçilik yapan Mısır ordusunun farkını göremedi. Yıllar yılı bilinçli olarak yapılan atamalara rağmen, ordumuzun çok köklü geleneksel yapısı bir Sissi operasyonuna geçit vermedi. Türk askeri diyemeyeceğimiz bazı atlatılmışların darbe girişimine millet göğsünü siper etmişti. Millet, o gece, kaderini yazmak isteyen hain ellere, 274 şehit vererek, “dur!” demişti.  Saddam’ın Irakı’nda, Kaddafi’nin Libyası’nda, Mursi’nin Mısırı’nda yaşananlar, BOP’u hayata geçirme operasyonlarıydı, yani savaştı! Bu açıdan bakıldığında, 15 Temmuz’u post-modern bir savaş olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. 

BİZİM ORDUMUZ BAŞKA ORDULARA BENZEMEZ

15 Temmuz kutlamalarında ordu mensuplarımızı üzebilecek söylemlerden özenle kaçınmalıyız. Bizim ordumuz, asli görevlerini unutmuş, ABD’nin iki milyar dolarlık yardımıyla ayakta duran, bakkallık ya da marketçilik yapan bir ticari kuruluş değildir. Binlerce yıllık geçmişi olan ordumuzla milletimiz ayrı yapılar değillerdir. Ordumuza uzanan ve uzanacak olan eller konusunda çok dikkatli olmalıyız. 

Bakın, 15 Temmuz darbe girişiminden iki yıl önce, 13 Temmuz 2013 tarihli ve “Mısır’ı Kendi Ordusu mu Bölecek?” başlıklı yazımızı şöyle noktalamışız:

“Camp Davit Anlaşmasıyla ABD’nin denetimine giren Mısır ordusu, Hüsnü Mübarek döneminde, giderek asli görevinden uzaklaştırılmıştır. Bugün Mısır ekonomisinin yüzde 40’ı Mısır ordusunun  elindedir. Ordu büsküi, cips, marmelat, reçel vb. üretmekte ve kendi marketlerinde askeri personel eliyle pazarlamaktadır. Mısır ordusu, bugün, milletin arzu ve isteklerinden çok,  kendini her yıl 2 milyar dolarlık bir rüşvetle destekleyen finansörü ABD’nin çıkarlarını düşünmek zorundadır. Mısır ordusunu finanse eden güç de, küresel liderliğini sürdürebilmek ve İsrail’in güvenliğini sağlayabilmek adına, Camp Davit Anlaşması’nın devamının getirilmesini istemektedir. 

Nedir o?

Akdeniz’in bir “Batı Gölü”ne dönüştürülmesi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika petrollerinin Hint Okyanusu’na güvenli bir şekilde taşınabilmesi için Mısır’ın, özellikle de Süveyş Kanalı çevresinin kontrol altına alınması gerekir. Bunun için de, Mısır’ın parçalanması ve Süveyş çevresinin özel bir statüye kavuşturulması gerekiyor. Peki, kim yapacak bunu? Kafa yormaya gerek var yok; ABD tarafından yılda 2 milyar dolarlık rüşvetle tüccarlaştırılan ve kendisini Yuşa Peygamber’in kehanetini gerçekleştirmekle görevli seçilmişler olarak gören Mısır ordusu!” 

Allah’ın bize, bir daha, 15 Temmuz’lar yaşatmamasını diliyoruz. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.