Hz. Ömer döneminden başlayıp Osmanlılarda devem eden
GULÂM SİSTEMİ’ni Doç. Dr. ERKAN GÖKSU ile konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Karahanlılardan ve Gaznelilerden itibâren Türk-İslam devletlerinde önemli bir yeri olan Gulâm Sistemi’ni konuşalım istiyorum. Gulâm kelimesinin anlamı hakkındaki açıklamanızla başlayabilir miyiz?
Doç. Dr. Erkan Göksu:
Kelime anlamı; ‘Ergenlik çağına gelmemiş erkek çocuk, hizmetçi, köle’ demektir. Bununla birlikte; daha çok askerî bir ıstılah olarak önem kazanan gulâm kelimesi; ‘esir veya köle olarak hizmete alınan kimselerin, kabiliyetleri ve aldıkları eğitim neticesinde kazandıkları becerileri doğrultusunda başta ordu olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerinde istihdam edilmesi sûretiyle işleyen sistem’ anlamında kullanılmaktadır. Kaynaklarda zaman zaman “memlûk” veya “kul sistemi” olarak da isimlendirilmiştir.
Bu noktada bir hususa dikkat çekmek gerekiyor: ‘Gulâm’ denilince akla gelen ilk şey ‘köle’ ve kölelik. Evet, ‘gulâm’ın kelime anlamlarından biri ‘köle’dir. Ancak biz burada söz konusu olan ‘kölelerin, aşağı yukarı on, on beş sene boyunca bugünkü ifade ile dönemin en iyi eğitim kurumlarında ve en iyi hocaları nezaretinde yetiştirilerek devlet mekanizmasının muhtelif kademelerinde idareci ve âmir pozisyonuna getirilmesi’ hadisesinden söz ediyoruz. Yani gulâm sistemine dâhil olan bir köle, sisteme dâhil olmasıyla birlikte artık alelade bir köle olmaktan çıkıyor ve müstakbel idareci, âmir pozisyonuna yükseliyor. Üstelik bir yandan devletin sunduğu geniş imkânlar sayesinde çok rahat bir hayat sürerken, diğer yandan da büyük nüfuz ve gelir sahibi oluyorlar.

Çetinoğlu: ‘Bu durumda gulâmlar için köle ifadesinin kullanılması uygun olmuyor?
Doç. Göksu:
Kesinlikle uygun değil. Bu durum, her şeyden önce gulâm sisteminin iyi anlaşılması noktasında büyük bir algı yanılmasına sebep oluyor. Düşünün bir kere, bir gulâmı alacaksınız, devrinin en iyi eğitimini vereceksiniz, yetiştireceksiniz, emîr yapacaksınız, emrine ordu vereceksiniz, vezir yapacaksınız, yüksek maaşlar ödeyeceksiniz, toplumun refah ve gelir seviyesi en yüksel zümresi haline getireceksiniz; sonra da onu algı dünyamız içerisinde ‘hiçbir hakkı ve hukuku olmayan, efendisinin nazarında bir eşya mesabesinde bulunup sefil bir hayata mahkûm edilen zavallı ve biçare insanlar’ olarak yer edinen kölelerle denk tutacaksınız. Gulâmı köle gibi tasavvur edersek, sadece onlara haksızlık etmekle kalınmaz, bu mükemmel sistemin tarihî fonksiyonunun tam olarak anlaşılmasına mani oluruz.
Diğer yandan kölelerin askerî hizmetlerde kullanılması, kölelik sisteminin ortaya çıkışından beri rastlanan bir uygulamadır. Buna karşılık gulâm sisteminde kölelerin, sistematik bir askerî eğitime tâbi tutulmak suretiyle profesyonel asker olarak yetiştirilmesi ve daimî ve maaşlı olarak muhtelif devlet hizmetlerinde görevlendirilmesi söz konusudur. Dolayısıyla bu sisteme dâhil olan bir gulâm, profesyonel asker niteliği taşımakta ve sıradan kölelerden farklı bir konumda bulunmaktadır.

Çetinoğlu: O hâlde ‘Paralı asker’den de farklı bir kavram…
Doç. Dr. Göksu:
Evet! Daha öncede belirttiğim üzere gulâm sistemi; Bizans, Sasanî ve diğer gayrimüslim devletlerde görülen kölelerin orduda kullanılması ve ücretli askerlik uygulamalarından tamamen farklı bir müessesedir. Her ne kadar İslam öncesi dönemde uygulandığına dair birkaç örnek mevcut olsa da İslâm medeniyetine hâs bir kurum olarak ortaya çıktığı söylenebilir. İlk izlerine Hz. Ömer döneninde rastlanan sistem, Emevîler ve özellikle Abbasîler döneminde tekâmül etmiş ve daha sonra Afrika'dan Asya'ya, Endülüs'ten Hindistan'a kadar uzanan sahada kurulan bütün İslâm devletlerinde idarî ve askerî yapının temel ve vazgeçilmez bir unsuru hâline gelmiştir.
Gulâmlar için ‘ücretli asker’ ifâdesinin kullanılması doğru değildir. Hizmetleri mukabilinde belli bir maaş veya ücret alan gulâmlara bu ismin verilmesi, ilk bakışta makûl görünmekle beraber ciddî hatâlara sebep olabilir. Zira ücretli askerlik, erken çağlardan itibâren muhtelif devletlerde mevcut olduğu bilinen bir sistem olup belli dönemlerde veya ihtiyaç hâlinde orduda istihdam edilen ve bunun için belli bir ücret ödenen geçici, kiralık askerleri ifâde etmek üzere kullanılır. Buna karşılık gulâm tabiri, hem ıstılah hem de uygulama bakımından İslâm medeniyetine hâs bir kurum olup ücretli askerlikten tamamen farklıdır.
Özellikle batılı araştırmacılar, gulâm sisteminin bu özelliğine ve ücretli askerlikten farkına işaret etmekle beraber, doğuya özgü birçok kavram ve ıstılahı olduğu gibi gulâm tabirini de batı literatüründe mevcut ‘ücretli asker’ kavramıyla ifâde etmişler ve bu durum kiralık / ücretli askerler ile bunlardan tamamen farklı, kendine özgü bir sistemin ürünü olan gulâmların birbirine karıştırılmasına sebep olmuştur.

Çetinoğlu: Gulâm sisteminin ilk izlerine Hz. Ömer döneninde rastlanmakta olduğunu söylemiştiniz. Sistem, açıklamasını yaptığınız anlamı ile hangi dönemde ve hangi sebeplerle uygulamaya konuldu?
Doç.  Dr. Göksu:
Gulâm sisteminin ortaya çıkışının sebepleri hakkında muasır kaynaklarda fazla bilgi bulunmaz. Bununla beraber İbn Haldun ve Nizâmü'l-mülk gibi bazı müelliflerin muhtelif vesilelerle dile getirdikleri bazı görüşlerinin, gulâm sisteminin doğuşunun sebeplerini veya söz konusu sistemin doğuşuna zemin hazırlayan fikrî altyapıyı açık bir şekilde ortaya koyduğu söylenebilir.
İbn Haldun'un, gulâm sisteminin doğuşuna ilişkin görüşlerine, meşhur devlet nazariyesinde tesadüf edilir. Müellifin, yaşadığı devir ve öncesine âit uygulamalardan hareketle kaleme aldığı nazariyesine göre; devleti idare edenler, ‘zafer ve maksatlara erişme, karşı koyanları kovma, devlet ve tahta sahip olma ve önce hükümet sürmüş olanların elinden devleti çekerek alma’ çağı olan birinci devrede asabiyyet duygusunu ön planda tutar.  Hâkimiyetin icrası, vergi ve para toplama, devletin sınırlarını koruma gibi icraatlarını kendi kavmine dayandırıp, onların fikir ve oylarını almadan hareket etmezler.
İkinci devrede ise asabiyet duygusunu devam ettirmekle beraber, kendi kavmini devlet idaresinden uzaklaştırmaya, devleti kendi başına idare etmeye başlarlar. İşte bu aşamada hükümdar, ‘köleler’ edinmeye ve ihsanıyla adamlar besleyerek onları kendisine yardımcı yapmaya önem verir. Bunların sayılarını çoğaltır. Bundan maksadı, aynı boy veya kabileden gelen, dolayısıyla devlette kendi hissesi nispetinde payları bulunan, soydaşlarını dışlamaktır. Hükümdar, bu devirde onları hükümetin idaresinden, servet ve nimetlerinden uzaklaştırmak, onları arkaya sürmek ve hükümdarlık kendi sülâlesinde kalsın diye, onları kendisine boyun eğdirmek, ululuğu kendi sülâlesine tahsis etmek için çalışır. Bu suretle onlara galebe çalmak ve onları devletin nimetlerinden uzaklaştırmak hususunda, devleti ilk kuranların katlanmış oldukları, hatta belki de ondan daha şiddetli hâllere katlanır. Çünkü ilk önce hükümet sürenler yabancıları kovmuşlar, bu süreçte kudret ve kuvvet sahibi olan uruğları, onlara arka olmuşlardı; hepsi de düşmanlara karşı birlikte çalışmış ve çarpışmışlardı. Hükümdar bu ikinci devrede ise akrabalarını devletin nimetlerinden uzaklaştırırken, yardımcısı azdır, bunlar da yabancılardır. Bundan dolayı birtakım zorluklarla karşılaşır.
Görüldüğü üzere İbn Haldun, devlet idaresi ve orduda gulâm kökenli kişilerin yerleştirilmesini, hükümdarın konumunu kuvvetlendirmek veya otoriteyi tek elde toplamak amacına bağlamaktadır. Meseleye bu açıdan bakıldığında, köle (mevâli) veya gulâm kökenli kişilerin, hükümdarın ‘merkeziyetçi devlet’ siyasetine en iyi şekilde hizmet edecekleri şüphesizdir. Nitekim sistem için elverişli olan şey, gulâmların çoğunlukla küçük yaşta yabancı bir kültürel ortamdan veya uzak bir coğrafî bölgeden devşiriliyor olmalarıdır.

Çetinoğlu: Gulâmların, sultana sadakatle hizmetleri için de gerekli tedbirler alınıyordur…
Doç. Dr. Göksu:
Küçük köleler saraya alındıktan sonra verilen eğitim ve terbiyeyle istenen kalıba dökülebilir. Üstelik yeni girdikleri bu yabancı muhitte, efendileri yâni Sultan sayesinde sâdece hayatlarını değil, istikballerini de garantiye almış olarak, bir yandan refah içinde yaşamak diğer yandan ise devletin idarî veya askerî teşkilâtında önemli mevkilere gelebilmek şansına kavuşmuşlardır. Konumlarının muhafazası, parçası oldukları sistemin ve efendileri olan Sultan'ın muhafazasına bağlıdır. İşte bunun için gulâmlar, efendilerine karşı kendi kavminden veya yerli tebaadan daha fazla sadakat gösterirler.
‘İtaatkâr bir köle (bende) 300 evlattan iyidir. Zira ‘çocuklar babanın ölmesini, köle ise uzun yaşamasını ister.’ darb-ı meseli, bu durumu çok manidar bir şekilde özetlemektedir.

Çetinoğlu: Sultan ile gulâmlar arasındaki ilişki veya bağ nasıldı?
Doç. Dr. Göksu:
Adeta baba-evlat bağı gibidir. Çok enteresandır; gulâmhânede eğitim veren hocalara ‘baba’ veya ‘üstâz-üstâd’ denmekteydi. Bu ifade, gulâm ile efendi veya onu yetiştiren kişi arasındaki ilişkinin mahiyetini göstermesi bakımından önemlidir.
Türkiye Selçuklu dönemi müelliflerinden biri olan İbn Bîbî, eserinin bir yerinde ‘Ey emîrlerin efendisi, saltanat sürenlerin en şereflisi, (bütün köleler) senin babaları olmanı arzulamadılar mı?’ demektedir. Memlûkler döneminde de Sultan Berkuk, tahttan indirilmesinden sonraki mücadelelerde memlûklerine hitap ederken, onlara yaptığı masraf ve iyilikleri, köleleri olarak değil oğulları olarak yaptığını ifade etmiştir. Yine Sultan Baybars, memlûklerine yazdığı mektuplarda hep ‘babanız’ ifadesini kullanmıştır.
Yine el-Mâverdî; ‘Nasîhatü'l-Mülûk’ isimli eserinde, meliklerin yakınları hakkında bilgi verirken hizmetçi ve gulâmları, öz evlatlarından hemen sonra zikreder.
İbn Haldun'a göre; ‘arkalarında kudretli uruğ ve akrabaları olan şeref ve asalet sahipleri kendi kavimlerinden olmayanları kendi terbiye ve hizmetlerine kabul eder veyahut onlara yardım etmeyi ve koruyup kollamayı üzerlerine alırlar. Yahut esir ederek ve satın alarak onlara sahip olurlar yahut da azat ederek bunları kendilerine intisab ettirirler.
Herhangi bir vasıtadan biriyle sahiplerine intisab edenlerin bu intisabları akrabalık yerini tutar, mensup oldukları kişilere yardım ve arka olmak hususunda, sahiplerinin neseplerine mensup olanlar gibi sayılırlar, o nesepten gelmiş gibi onların neseplerine intisab ederler. Bu nesebin dizisine girmekle, nesep sahiplerinin mensup oldukları kavim ve uruğun akrabalığı hakkını kazanmış olurlar. Tanrı elçisi: ‘Bir kavmin köle ve azatlısı, o kavimdendir.’ hadisi ile buna işaret etmiştir. Bundan anlaşıldığına göre bir kimse bu sebep ve vasıtalardan biri ile diğer bir kavim ve uruğa intisab ederse, kendi kavimleri ne kadar asil olursa olsun, yeni sahiplerinin neseplerine intisab etmekle, eski nesep ve asaletlerini kaybederler. Hadiste kullanılan Mevlâ tabiri kölelik, terbiye ve hizmetine girmekle husule gelen Mevlâlık hak ve hukuku demektir. Bu bağlarla o nesebe intisap edene asıl nesebinin fayda ve tesiri yoktur. Çünkü onun asıl nesebi sahibinin nesebinden ayrı ve bu nesebe intisapla o eski nesep bağını kaybetmiş sayılır. Bunlar artık o sülâlenin uyruk ve hademeleridir. Bunlardan birinin ata ve babalarından birçok kimse köle veyahut hademe olarak o sülâlenin hizmetinde bulunmuş ise, onun şeref ve asaleti o nispette, diğer hademelerinkinden yüksek olur. Fakat herhalde o sülâlenin hademe ve yardımcılarının şeref ve itibarları eski nesebinin şeref ve asaletinden ileri gelmez, yeni bir sülâleye intisaplarından dolayı kazanmış oldukları derece ve şerefleri ne kadar yüksek olursa olsun, herhalde mensup oldukları bu hanedanın şeref ve mevkiinden her bakımdan aşağı olması muhakkaktır. Bütün devletlerde köle ve hademelerin durumu böyledir. Onların ancak uzun müddet o devletin himaye, terbiye ve hizmetinde olması ve ata ve babalarının da o hanedanın hizmetinde bulunmasıyla derece ve şerefleri o nispette yükselmiştir. Kısaca anlatılan vasıta ve bağlardan hangisiyle olursa olsun, sülâle ve şahıslara intisab edenler ancak onlara nispet olunurlar, yalnız o devlet (ve şahıs) in himaye ve terbiyesi ile şeref, asalet ve kudret kazanırlar; bundan ötesi arzu ve heveslere tâbi olan nefislerin katlandığı vehim ve hülyadan ibarettir ve aslı yoktur...’

Çetinoğlu: Bâzı yazarlar; gulâm sisteminin, Türklükten kopma veya uzaklaşma düşüncesiyle tercih edildiğini ileri sürüyorlar.
Doç. Dr. Göksu:
Onlar, meseleyi günümüzün devlet ve siyaset anlayışıyla izah etmeye çalışıyorlar ve dolayısıyla ‘anakronizm’ hatâsına düşüyorlar. Hâlbuki konu Ortaçağ İslâm âleminin devlet ve siyaset anlayışı ve bu anlayışın ortaya çıkardığı teamüller göz önünde bulundurarak değerlendirilmelidir.
 Hükümdarın, devletin siyasî, idarî ve askerî kadrolarından kendi kavmini uzaklaştırarak, bunların yerine farklı etnik kökenlerden gelen gulâmları ikame etmesi, günümüzün teamülleri ile değerlendirildiğinde anlaşılması güç bir uygulamadır. Ancak söz konusu uygulama, Ortaçağ İslâm dünyasının teamülleriyle değerlendirildiğinde son derece makul ve pratik olduğu anlaşılır. Her şeyden önce Ortaçağ İslâm dünyasında günümüzdeki anlamında bir millet ve milliyetçilik anlayışının ve bu anlayışın bir neticesi olarak doğan ulus devlet yapısının mevcut olmadığı malûmdur. Dolayısıyla devlet idaresi ve orduda farklı etnik kökenlerden gelen gulâm kökenli kişilere yer verilmesi sakıncalı veya devletin yabancılaşmasına zemin hazırlayan bir durum olarak görülmemiş, hatta zaman zaman devletin veya ordunun azametini gösteren bir husus olarak kabul edilmiştir. Üstelik İbn Haldun'un kaydettiğine göre Ortaçağ İslâm âleminde ‘gerçek şeref ve asaletin ancak arkalarında kendilerine yardım edecek kuvvet ve şevket sahibi uruğ ve akrabaları olanlara mahsus olduğu’ unutulmamak kaydıyla, muhtelif yollarla bir kavmin veya kişinin hizmetine giren köle, azatlı veya hizmetçilerin, intisab ettikleri kişilerin neseplerinden gelmiş gibi kabul edildiği, o kavim veya kişinin akrabası sayıldığı anlaşılmaktadır. Bu anlayış, devlet idaresi ve orduda farklı etnik kökenlere mensup kişilere yer verilmesinin, tabiî bir teamül hâlinde asırlarca devam etmesine imkân tanımıştır.

Doç. Dr. ERKAN GÖKSU

01.05.1976 tarihinde Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde doğdu. İlkokulu Yeşilyurt Atatürk İlkokulu, ortaokulu Malatya Atatürk Ortaokulu ve Liseyi Malatya Ş.K.Ö. Endüstri Meslek Lisesi’nde okudu. 1994 yılında Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü kazandı. 1998’de mezun oldu. 1999 yılında Kırıkkale Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Okutmanlığı görevi yaptı. 2000 yılında aynı üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak tâyin edildi. 2004 yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde hazırladığı ‘Türk Kültüründe Silah’ konulu tezle Yüksek Lisans’ını tamamladı. Aynı yıl, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda doktora yapmak üzere görevlendirildi. 2008 yılında, Prof. Dr. Reşat Genç danışmanlığında hazırladığı ‘Türkiye Selçuklularında Ordu ’ konulu tezle doktorasını tamamladı. 2009 yılında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Bilim Dalında Yardımcı Doçent oldu. 2013 yılında Doçent unvanına hak kazandı.  
2011 yılında ‘Türk Tarih Kurumu 80. Yıl Bilim ve Teşvik Ödülü”ne, 2012 yılında ise ‘Türk Ocağı 100. Yıl Ziya Gökalp İlim Teşvik Armağanı’na layık görülen Erkan Göksu, evli ve iki çocuk babasıdır.

Kitap Hâlinde Yayınlanmış Eserleri:


*Erkan Göksu, Türk Kültüründe Silah: Ötüken Neşriyat, İstanbul 2008. *Türkiye Selçuklularında Ordu: Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2010. *Reşîdü’d-dîn Fazlullâh, Câmi‘ü’t-Tevârîh-Selçuklu Devleti: (Zikr-i Târîh-i Âl-i Selçûk), (Yayına Hazırlayanlar: Erkan Göksu-H. Hüseyin Güneş): Selenge Yay, İstanbul 2010. *Minhâc-i Sirâc el-Cuzcânî, Tabakât-ı Nâsırî-Selçuklular: (Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu), Taşhan Yayınları, Tokat 2011. *Okla Yükselen Millet: Kömen Yayınları Ankara 2013. *Ebû Bekr Muhammed b. Ca‘fer en-Narşahî, Târih-i Buhârâ: (Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2013. *Mîrhând, Ravzatu’s-safâ: (Selçuklular), (Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu), [Baskıda] *Minhâc-i Sirâc el-Cuzcânî, Tabakât-ı Nâsırî: (Gazneliler, Selçuklular, Hârezmşâhlar), (Tercüme ve Notlar: [Baskıda] *Firavun’un Tahtında Bir Selçuklu Sultânı: [Baskıda]
Erkan Göksu milletlerarası hakemli dergilerde 10, Türkiye’deki hakemli dergilerde 23 adet makale yayınladı, milletlerarası ve Türkiye’deki ilmî toplantılarda 4 tebliğ sundu.  

Aldığı Ödüller:
- Türk Tarih Kurumu 80. Yıl Bilim ve Teşvik Ödülü 2011.
- Türk Ocağı 100. Yıl Ziya Gökalp İlim Teşvik Ödülü 2012.
- Gaziosmanpaşa Üniversitesi 2011-2012 Yılı Bilim Sanat Ödülü (2012)