Özelleştirmelerin temel sebebi;

Ürün fiyatlarının düşmesi, istihdamın artması, hizmet kalitesinin artması ve tabii ki doğru orantılı olarak halkın refahının artması, şirket verimliliklerinin üst seviyeye çekilmesi idi.

Verimlilik neydi?

Aynı makine, aynı çalışan, aynı çalışma saati, aynı hammadde, aynı sermaye ile daha fazla üretim yapılmasıydı.

Demek ki “özelleştirmeler” kendi içinde çelişmiş!

Verimlilik kurallarına göre istihdam sağlamamalı.

Özelleştirmeler ile istihdam ve verimlilik olgusu yanlış anlatılmış.

Özelleştirme sonrasında elektrikten doğalgaza, tekelden telekoma tüm özelleşmiş şirketler bugün daha pahalı.

Bu şirketler istihdamı artıramadığı gibi hizmet kalitesinin de düştüğü görülüyor.

Madenler ve inşaatlar ise daha da yanlış anlaşılmış.

Verimlilik adına işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin azaltıldığı görüldü.

Özelleştirmeler ve taşeronlara iş devredilmesinin ardından yılda yaklaşık 1500 işçimiz hayatını kaybetti.

Maalesef verimlilik yanlış anlaşıldı, binlerce ailenin ocağına ateş düştü.

Oysa ki kastedilen verimlilikte güvenlik tedbirlerinden kısılamaz.

Verimlilikte; üretirken daha az elektrik, gaz, su, zaman kullanmak esastır.

Verimlilik üreticiye rekabet avantajı kazandırırken çalışana zarar değil fayda getirmelidir.

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın açıkladığı, çalışanların kişibaşı ulusal verimlilik istatistiklerine göre;

2013 yılı dördüncü çeyreğinde 104,70 olan üretim endeksinin, 2014 dördüncü çeyreğinde 104,09’a düştüğü görülmektedir.

Son beş yılda geriye doğru gittiğimizde de verimlilik istatistiklerimizin durağan seyrettiğini görüyoruz.

Gıda, giyim, ulaşım, motorlu taşıtlar, ulaşım sektörlerinde de verimlilik sağlanamamış.

Çalışan hayatlarını hiçe saymadan, geçmişte yapılan israfları önlemek adına verimliliği sadece işimize değil, hayatlarımıza da sokmalıyız.

Ekonomimizin düzelmesi için,

Doların değerinin azalması için,

Enflasyonun düşmesi için,

Cari açığımızın kapanması için buna ihtiyacımız var.

Yaşam üzerinde iddiaları olmayanların üzerinde, ölümün de iddiası olmaz” felfesiyle...

Odadan çıkarken elektriği kapatmama lüksümüzü,

Elimizi sabunlarken ve dişimizi fırçalarken suyu kapatmama lüksümüzü,

Uyurken gece lambası yakma lüksümüzü,

Akşam işyerinden çıkarken bilgisayarımızı kapatmama lüksümüzü,

Boş vakitlerde; okumak, çocuklarla vakit geçirmek yerine dizi seyretme lüksümüzü,

Üretimde, hammaddemizden minimum fire çıkarmama lüksümüzü,

Yerli buğday yerine ithal buğday kullanma lüksümüzü,

21’nci yüzyılda hâlen kendi otomobilimizi yapamama lüksümüzü,

İşyerinde, sigara içmek için fazladan zaman tüketme lüksümüzü,

Çocuklarımızın her istediğini alma lüksümüzü,

İlla “yabancı marka” giyme lüksümüzü,

Aslında gözümüze görünmese de, hayatlarımıza çok fazla girmiş lükslerimizden kurtulursak!..

Gösteriş iddiasında olmazsak, verimsizliğin de bizim üzerimizde iddiası kalmaz.

İşte o zaman “verimlilik” de sağlanmış olur...

-------------------------------------------------------------

Hukukun üstünlüğü tam bir muammaya döndü...

Tutuklu gazeteci ve polislerin devam eden ve yılan hikayesine dönen davası en son 32’nci Asliye Ceza Mahkemesine geldi.

Daha önce 10 kez reddi hakim kararı alınan davada, 32’nci Asliye Ceza Mahkemesi tahliye kararı aldı.

Fakat HSYK müdahele de bulundu ve hakimleri görevden aldı.

Bu müdahelenin bir benzerini 17 Aralık sürecinde görmüştük.

Orada da yargının aldığı kararları yürütme yerine getirememişti.

Kuvvetler Ayrılığı ilkesine tamamen aykırı ve tehlikeli bu yaşananlar.

Hukukun üstünlüğü ve değeri, Kuvvetler Ayrılığı ilkesinde gizlidir.

Yasama, Yürütme ve Yargı hepsi ayrı ve birbirinden bağımsız hareket edebilmelidir.

Birbirlerine yapacakları müdaheleler hukuk devletini yaralar ve kişisel menfaatlerin korunabileceği bir sisteme dönüşebilir.

Hukuka “Gem Vurmak” kimseye fayda sağlamaz.

Gün gelir keser döner”...