HABER: SEVGÜL EROĞLU

Vaktimin kısıtlı olması sebebiyle bir oraya bir buraya koşturdum Zonguldak’ta. Görülmesi gereken ilk yer olarak düşünüp geldiğim  ‘Zonguldak Maden Müzesi’ nin ardından görülmezse olmazlara eklediğim ‘Gökgöl Mağarası’…

Bartın- Amasra yolunda iseniz doğru yerde ilerliyorsunuz demektir. Burası Zonguldak’ın 3-4 km güney doğusunda…

Anayol kenarında olduğundan mağaraya ulaşım kendi aracınız yoksa bile gayet kolay. Ben de şehir merkezinden minibüse bindim yol boyunca köy yerleşimlerine de uğradığı için çevreyi tanıma imkanım da oldu. Yeşilin yüzlerce tonu içerisinde kaybolan mağara girişi insanlar tarafından vurgulanmasa kimse orada böyle bir güzelliği bilemez.

(Kerata doğaya gayet güzel saklanmış )

2001 yılından itibaren turizme kazandırılmış bu doğa harikası alanda otopark, restoran ve hediyelik eşya dükkanı – o bölgeye ait spesifik obje yerine genel ürünlerin olması garip geldi-bulunmakta… Giriş, çağdaş bir müze anlayışı ile özenle tasarımlanmış.

Yaklaşık 350 milyon yaşında bir mağaraya girmek gizemli bir duyguyu da beraberinde getiriyor…

Efendim;

Gökgöl Mağarası Zonguldak'ın Üzülmez bölgesinde bulunan Türkiye'nin en uzun onuncu ve gezi alanı en büyüğü olan aktif bir damlataş mağarası. Kollarıyla birlikte 3350 metre uzunluğunda. Genişliği 2 ile 15 metre arasında değişiyor.

Tokat'ta Canik Dağları eteklerinde dolaşan bir vaşak fotokapanla kaydedildi Tokat'ta Canik Dağları eteklerinde dolaşan bir vaşak fotokapanla kaydedildi

Bu mağara Tersiyer döneminde yani bundan 2,5 ile 7 milyon yıl önce, Batı Karadeniz kireçtaşları içinde, yeraltına kırık, çatlaklarla sızan yağış sularınca oluşmuş. Sular kireçtaşını eritip, karbondioksiti uçurması sonucu, kalsiyum oksidi sarkıt ve dikitlere çevirmiş. Tavandan sular damlaması sarkıtların zaman içinde nasıl şekillendiğinin bir göstergesi. Mağara bu sebeple yer yer genişleyip çökerek travertenlerden oluşan bir anıtlar sergisine dönüşmüş. Onları çok ilginç figürlere benzetebilirsiniz. Mesela, denizanası, makarna, havuç, ejderha, çiçek… Mağara içinde kırıkların oluşturduğu boşluklara yerleştirilen renkli ışıklar tasarımlarınıza katkı sağlamakta.

Haydi ilerleyelim…

Devasa boyutlarla başlayan mağarada ağaç döşemelerle, yan korkuluklarıyla yoldan gizeme doğru ilerliyorum. (İçerideki hava doğal olarak oldukça nemli, biraz üşüyorum oysa yazın tam da ortasındayım ayol.)

Yer yer tavan yükseklikleri azaldığı için baret giyme zorunluluğu var. Şantiyelerdeki günleri anımsayarak girişten itibaren baretimi taktım tabii. Ara ara üzerimi nişan alan su damlacıkları buranın hala aktif olduğunu bal gibi anlatıyor. Dikkat kesilirseniz ‘Ben yaşıyorum heeyyyy’ diyen sesi siz de duyacaksınız.

875 metrelik yürüme yolunda çevremdeki sarkıtların milyonlarca yıldır oluşumunu izlemek Alice Harikalar Ülkesi’ ndeymişim gibi bir  his yarattı. Hep yaparım  yine karakterler yarattım onlara hikayeler yazdım …

Uzun yürüyüşün ardından ortama fon oluşturan bir su sesi, ileride  derenin kaynağına doğru yaklaştıkça yükseldi, yükselince adrenalin bastı bedenimi…. Bilgi o ki; Mağaranın içerisinde oluşan her türden damlataş ve yağışlı dönemlerde debisi artan doğal bir sifon ile Erçek Deresi’ne oradan da denize dökülen bir yeraltı deresi oluşturmuş. Dereye dökülen o muhteşem ses bukez tüm ruhumu arındırıp içimde uyumlama pıtırcıkları yarattı.

Tasavvuf müziği etkisi ile;

‘Ben özel bir varlığım. Evren istediğim her şeyi bana veriyor’

‘Etrafıma sevgi veriyorum, sevgi alıyorum. Bana sevgi veren verir, vermeyen akar gider.’

‘Şükürler olsun yaradanıma’

***

Mağaranın içi son selden dolayı zarar görmüş olsa da yine muhteşem. (2014 yılında sular altında kalma sebebiyle 2016 yılına kadar ziyarete kapalı kalmış.) İyi ki gelmişim. Çağlar öncesine tanık eden bu kayalar, sular, damlacıklar beni keyifli bir yolculuğun içine aldı. İçi ayrı çevresi ayrı oluşmuş renk cümbüşü olağanüstü. Asla, aynı şeyler, deyip geri dönmeyin. Sonuna kadar gezin. İçeride gerginlik diye bir şey kalmıyor aksine mutluluk gıdım gıdım sizi sarıyor. Hele hele mağara içinde dolambaçlı yol akışları sonunda öyle bir avluya çıkıyorsunuz ki… merdivenleriüşenmeyin  çıkın ve  o  muhteşem sergiyi,  beş katlı bir evin yüksekliğinden, o varoluşun dayanılmaz espasını, izleyin.

*Mağara girişinde verilen bilgilerden öğrendiğime göre  Zonguldak’ta mağara bolluğu var. Bazılarını aktarayım;

Cumayanı Mağarası (Kilimli, Cumayanı) Kızılelma Mağarası (Kilimli ,Ayiçi Mah.) Çayırköy Mağarası (Çaycuma, Güdüllü Köyü) İnağzı Mağarası (Kilimli,İnağzı Mah.) Sofulsr Mağarası (Sofular Deresi, Cimşir Çukurları kuzeyi, fosil oluşum) Kilise Mağarası ( Ereğli, Ayazma dere kenarı)  Cehennemağzı Mağarası (Ereğli, Ayazma deresi kenarı)

Zonguldak’ın  merkezi küçük bir alandan oluşurken, çevresi hep dağ tepe. Dağlar, mağaraları, tünelleri, madenleri yeşillerle kamuflajlamış.

Bu şehire gelip de bu zenginlikleri görmeden gitmenizi tavsiye etmem. Çünkü çıkınca ruhunuzu ve bedeninizi çok rahatlamış bulacaksınız.