Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'nin sınır kapılarını açarak mültecilerin Avrupa ülkelerine geçişine izin verilebileceğini ifade etti (Gazeteler 11 Şubat 2016). 

25 Mayıs 1989 Bulgar yönetiminin zulmünde göçe zorlanan Türkler’in Türkiye sınırına yığıldığı gündür. Bulgaristan'da Devlet Başkanı Todor Jivkov Bulgaristan’daki Türklere karşı 24 Ekim 1985'te sert asimilasyon dönemini başlattı. Camiler ibadete kapatıldı. Bazıları ambara dönüştürüldü. Yalnızca ihtiyarların camiye gitmesine izin veriliyordu. Hacca gitmek ve hatta sünnet bile yasaklanmıştı. Sünnet edilen çocukların anne ve büyükanneleri 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılıyordu. Bulgaristan Türkleri cenazelerini bile diledikleri gibi kaldıramıyordu. Cenazenin yıkanma usulü yasaklanmış, Arapça ve Türkçe yazılı mezar taşları paramparça edilmişti.

1989 Büyük Soydaş Göçü 6 Haziran'da başladı. Pasaportunu alan herkes yollara düştü. Genci yaşlısı… Mahkûmu, çiftçisi… 1989- Temmuz 1990 döneminde Türkiye'ye giriş yapan göçmen sayısı 350 bini buldu. Göçmenler çoğunlukla İstanbul ve Bursa'da akrabalarının yanına yerleştiler. Akrabası olmayanların bazıları Doğu ve Güneydoğu illerine yerleştirildi. Kalacak yeri olmayanlara devlet yatak ve yiyecek sağlıyordu. Yaklaşık 130 bin Bulgaristan Türkü, bir sene içinde Bulgaristan'a geri döndü. Köylerine döndüklerinde farklı bir Bulgaristan'la karşılaştılar.

Sonuç: Bulgaristan’da Türkiye’ye gelen göçmenler, Türk ve Müslüman olduğu için uyumları kolay olmuştur. Yani dil, din, kültür, gelenek ve görenek açısından sorun teşkil etmemişti. Zaten daha sonra büyük bir kısmı geri gitmiştir. Gitmese de dini ve etnik olarak sorun olması mümkün görünmemekteydi. Türkiye bu göçte büyük sıkıntı yaşamadı. Peki, bu insanlık dışı zulme acaba sadece Türkiye dışında bütün demokratik dünyanın duyarlı olması gerekmez miydi? Türk ve Müslüman topluma birinci sırt çevirmesi ve dönekliğidir. Ayrıca Batı dışında Türk ve Müslüman dünyası neden sesini çıkarmadı derseniz; çünkü Türk Devletleri Türkiye hariç tamamı zaten Sovyet Rusya’nın egemenliğinde idi. Ama Arap dünyasına gelince onlar Bulgaristan’ın bu zulmüne asla ve asla ses çıkarmadılar. Bu Batı’nın göçmen sorununda birinci dönekliğidir.

2 Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle başlayan krizin sonunda ABD öncülüğünde, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır gibi 28 devletin askeri koalisyonuyla Irak arasında uluslararası çatışma çıktı. 1991’da Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Kürt ve Türk toplumuna uyguladığı zulümde yüz binlerce masum insan çoluk çocuk yaşlı-genç demeden katliama uğramıştı. İşte bu zulüm ve katliamda canlarını kurtarmak isteyen Kürtler(Peşmerge) Türkiye’ye sığınmak için göç etmişti

Sığınmacıların sınıra yığılması ile birlikte bölge halkı ve devlet nazarında yardımlara başlanırken; uluslararası yardımların 11 Nisan 1991 gününde başlanması üzerinde durulması gereken önemli bir hususu oluşturmaktadır. Bu süreçte yaklaşık 260.000 nüfusa sahip Şırnak İli birkaç gün içerisinde toplam nüfusa eşit sığınmacıya; 175.000 nüfusa sahip Hakkâri’nin de 200.000’den fazla sığınmacıya ev sahipliği yapmıştır. 3 Nisan 1991’de Şırnak ve Hakkâri Valilikleri battaniye, ekmek, tıbbi malzemeler gibi acil ihtiyaçları karşılamış ve ilk yardımları ulaştırmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, basın mensuplarına düzenlediği toplantıda, Irak’tan gelen sığınmacılar için Türk hükûmetinin günde 3 milyon dolar civarında (yaklaşık 12 milyar lira)masraf yaptığını dile getirirken; “Şu ana kadar Batı ülkeleri bu bölgeye 2 bin 500 tonluk gıda gönderirken biz 15 bin ton gıda yardımı yaptık. Türkiye olarak bir mülteci başına 5 dolar harcıyoruz. Bu 2,5-3 milyon dolar eder ki bu rakamlara doktor, hemşire, altyapı masrafları  dâhil değildir. Özetle o yıllar da toplam olarak 1 milyon Kürt(Peşmerge) mülteci ülkemize gelmiştir.

Sonuç: 1991-1996 yılları arasında Türkiye Huzur Harekâtı başlattı. Bu insani hareket sonucunda ikna olan Kürtlerin yurtlarına dönmesiyle Huzur Harekâtı sona erdi. Çünkü bu bölgeye yerleşen Kürt(Peşmerge) ile Güney Doğu halkının büyük bir bölümü aynı dile, aynı dine, aynı etnik yapıya, aynı gelenek ve göreneğe sahipti Nispeten bu sorunu da az hasarla kapattık. Türk devletleri yine Sovyet Rusya yönetimin de çok yeni kurtulmuştu. Ama Arap Dünyası bu insanlık dışı zulme de yine sınır kapılarını kapattılar ve vur patlasın çal oynasın yapıp eğlenmeye devam ettiler. Eh!.. Nasıl olsa bu defa da katliama uğrayan halk Kürt ve Türkmen idi. Arap dünyasının umurunda mı? Batı ülkeleri ise bu konuda da ikinci dönekliğini yaptı ve verdiği yardım sözlerini asla yerine getirmedi.

Gelelim esas meselemize; Suriye İç Savaşı'nın başladığı gün olan 15 Mart 2011 tarihinden bu yana, çatışmalar nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyeli göçmen sayısı 2 milyon 733 bin 784, 26 geçici barınma merkezinde kalan Suriyeli sayısı ise 282 bin 815’e ulaşmıştır. 

Bu önlenemez sığınmacı akını için Batı dünyasının duyarsızlığı karşısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 11 Şubat 2016’da “Türkiye'nin sınır kapılarını açarak mültecilerin Avrupa ülkelerine geçişine izin verilebileceğini ifade etti.” AB’nin Türkiye’ye vermeyi taahhüt ettiği 3 milyar euroluk ödemenin gelmediğine dikkat çekerek; “Kusura bakmayın alnımızda enayi yazmıyor. Edirne'den insanları otobüslere bindirdik geri çevirdik. Bu 1 olur 2 olur. Kapıları açarız hadi hayırlı yolculuklar deriz” diye konuştu. Halep'ten Türkiye sınırına gelen on binlerce mülteci için Birleşmiş Milletler ‘in Türkiye'ye yaptığı “'sınır kapılarını açın” çağrısını da sert biçimde eleştiren Erdoğan, “Ey Birleşmiş Milletler, sen ne işe yarıyorsun, senin görevin ne? Şu ana kadar 10 milyar dolara yakın bu mülteciler için para harcamış olan Türkiye'ye, bu mülteciler için sen ne kadar destek verdin, 455 milyon dolar. Ayıptır, ayıp” diyerek yanıt verdi. Erdoğan, “Biz bir yere kadar “sabır, sabır, sabır” ondan sonra da gereği neyse bunu yaparız. Herhalde otobüsler, uçaklar boşuna durmuyor. Gereği neyse bundan sonra o yapılır” diye konuştu.

Sonuç ve çözüm: Suriye’de gelen Arap asıllı göçmenlerin 3 milyona yakın olması ülke de; dil sorununu, etnik sorununu, kültür sorununu, gelenek ve görenek sorununu kısacası büyük bir uyum sorununu da beraberinde getirmiştir. 

İşte ben de Sayın Cumhurbaşkanımın dediği gibi sabır etmediğim-edemediğim için Suriyeli Göçmenler konusunda; Türkiye’nin dünya kamuoyuna bazı çözümleri sunabileceği inancıyla şunları söylüyorum!...

Bakınız 1989’da Turgut Özal Bulgaristan’daki Türklerin Türkiye’ye gelmesi için “sınır kapılarını açın” demişti. Oysa 2016 yılında durum tersine işliyordu. Bu defa göçmenlerin Batıya gitmesi için Recep Tayyip Erdoğan kapıları açın dedi. Bize göre bu öneri çok çok güzel bir çözüm idi. Ama Batı ne yaptı, hemen size şunu verelim bunu verelim Vize konusunu konuşalım vesaire diyerek telaşlandı.… Oysa hala elle tutulur gözle görülür somut bir sonuç yok.

Müslüman Araplar yani Arap asıllı devletlerine gelince; Suriyeli göçmenlerin çektiği acılara karşı yıllardır acımasızca duyarsız kalıyor. Ne çabuk unuttular Yaratılmışların en şereflisi olan Hazreti Muhammed(S.A.S)’de göçmen olarak büyük acılar ve sıkıntılar çektiğini! Ey Arap ve Müslüman olan devletler birçoğunuz “Şeriat Kuralları” ile yönetilmeyi övgü ile dünyaya ilan ederken; İslâm’ın en büyük yardımlaşma tezi olan “komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” sözünü unutup; zulme uğrayan kardeşlerinize(Ürdün hariç) neden el uzatmıyorsunuz bunu da anlamakta zorluk çekiyorum! 

Gerçek şu ki; bu göçmenlerin milyonlarcası hiç şüphesiz Arap ve Müslüman; çok da az olsa yüz bine yakın bir kısmı Türk asıllı Müslüman, bir kısmı da Hristiyan ve başka inançtalar. Asya’daki Türk ve Müslüman devletlere de; bugünler de güçlü bir durumda olduklarını söylüyorlar ama Suriye Beşşar Esed zulmüne uğrayan Türk ve Müslüman Bayırbucak Türkeri’nin acısına sessiz kalıyorlar bunu da anlamak mümkün değil. Batı dünyası ise;  hadi Müslüman olan Arap asıllı ve Türk asıllı Suriyelilere kapınızı kapattınız. Acaba Hıristiyan olan göçmenlere karşı neden sessiz kalıyor bunu da onlara hatırlatmak lazımdır diyorum!

Bence: Türkiye Arap Müslüman örgütlerini, Birleşmiş Milletleri, NATO’yu ve tüm insani yardım amaçlı teşkilatları toplayarak veya diplomatik yazışmalarla şu önerileri yaparsa geç kalmış olmayacaktır.

*Suriyeli Müslüman-Arap asıllı göçmenleri(Göçmenlerin büyük çoğunluğu Arap asıllı olduğu için biraz da onlar elini taşın altına koysunlar. Böylece Türkiye’nin de yükü hafiflemiş olmaz mı?) Arap devletleri almak için planlama yapılsın,

*Müslüman-Kürt asıllı olan göçmenleri Türkiye ve Irak (İran da olabilir)alması için planlama yapılsın,

*Suriyeli Müslüman-Türk asıllı göçmenleri Türkiye ve Türk devletleri almak için planlama yapılsın(zaten Türkiye bunların büyük bir kısmını almış), 

*Suriyeli Hıristiyan veya başka inanç silsilesinde olanları da Batı ülkeleri alsın. Böylece hem onlar az göçmen nüfusu almış olacaklar hem de en çok Türkiye’nin üstüne kalan bu acıklı durum birazcık da olsa çözülmüş olur.

Bu insanları inanç ve etnik olarak nasıl ayıralım diyenlere cevabım şu olacak Batı değil midir ki; Fransızların Charlie Hebdo mizah dergisindeki "Aylan bebek" karikatürünü çizen editör Riss’in karikatürün altına yazdığı yazıda: "Küçük Aylan büyüseydi ne olacaktı? Almanya'da kadın poposunu mıncıklayan olacaktı" yazarak açıkça hem aşağılamış hem de bunlar Müslüman ve terörist olabilir bu nedenle bizim almamız onları almamız zor diyen! Yani Batı kimin hangi etnik ve dini yapıda olduğunu gayet iyi biliyor. İsteseler bu konuyu da çok kolay çözerdi. Ama çözmemek için adeta yarışıyorlar. Bu da Göçmen sorununda Batı’nın üçüncü dönekliğidir. Gelelim Beşşar Esed yönetimine; Irakta Saddam Hüseyin’i, Libya’da Muammer Kaddafi’yi iktidar da düşürenler elbette ki, Esed’i de hal etmesini bilirler!     

Kısacası: Göçmen sorununda Türk, Kürt ve Arap toplumunda olup da “Müslüman” olanlar için “Göçmen sorununda Batı’nın dönekliği” tartışılmaz bir gerçektir. Türkiye için söylenecek tek sözüm ise: “Tarih kendisinde ibret alanlar için, en büyük öğretmendir!”