Gıybet: Kelime anlamı bir insanın arkasından onun duyduğunda hoşuna gitmeyeceği şeyler söylemek, aleyhinde konuşmak. Türkçe’de dedikoduda deriz. Yalnızca sözlerle değil, göz kırpmak, dudak bükmek, işaret etmek gibi hareketler yapmak da fiili olarak gıybettir.
Hucurat suresi 12. ayette, gıybet yapmak, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir.
"Ey iman edenler! Çokça zan etmekten kaçınınız, şüphe yok ki, zannın bazısı günahtır ve birbirinizin kusurunu araştırmayınız ve bazınız, bazınızı gıybet etmeyiniz. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeği sever mi? Bilâkis onu çirkin görmüş olursunuz… 
Peygamber efendimiz Hz Muhammed (s.a.v) "Gıybet nedir bilir misiniz?" diye sordu. Yanında bulunanlar: "Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler" dediler. "Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır." buyurdu. "Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa?" diye sorulduğunda: "Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulunmuyorsa iftira etmiş olursun." buyurdu. (Tirmizî)[2]
Bilinçli ya da bilinçsizce, pek çoğumuz maalesef gıybet ediyoruz. Bir başkasının kusurunu, ortaya serme konusunda iki cinsiyet arasında pek farklılık yok gibi görünüyor. Erkeklerin daha ziyade dinleyici olarak katıldığını gözlemliyorum. İnsanoğlu merak duygusunu bastırmakta zorlanabiliyor … 
Peki nerede ve neyin  gıybetini yapıyoruz? Aslında hemen hemen her konuda ve her yerde gıybet ediyoruz. Düğün, cenaze katıldığımız bir davet, akşam yemeği, çay sohbeti, hanımlar günü, hatta hasta ziyaret ettiğimiz hastane koridorunda, veya evde…
Bir düğüne gitmişizdir misal; başlıyoruz damat ve gelini çekiştirmeye…
Kız çok güzel, Damat çirkin. Ona hiç layık değil yada gelin şişman, kısa, çirkince damat pek bir yakışıklı gibi. Yada evi çok düzensiz, kirli, pis… Ahh! şekerim sen bir de benim yaptığım ikramları görecektin. Kısırı ekşimiş, keki pek tatsızdı. Neyi nereye koyacağını bilememiş. Ayıp olmasın diye çatalın ucuyla tattım… Ya da; gençliğinde pek güzel, gösterişli bir kızdı, salmış kendini, laf aramızda kocası uzun zamandır başkası ile berabermiş. Ayrılmak istiyormuş. Yuvası da yıkılır yakında yani eli kulağında. Aman sen gene benden duymuş olma... Ekrem’in en küçük oğlu Amerika’da okuttuğu hani işte o evlenecek. Herkesin parmakla gösterdiği fevkalade zeki, terbiyeli bir çocuktu; kızı da  bir görsen vallahi yüzüne bile bakmaz geçer gidersin, pek sıska, soğuk çirkince bir şey. Hiç layık değil oğlana şekerim. Malum sözdür ‘’armudun iyisini ‘’ …
Gıybet eden kişi avına bazen sempatiyle yaklaşır. Samimiyet kurmak ister. Asıl amacı sizden bilgi almak, çevreye hakkınızda fısıldamaktır. Güler yüzü ile sizi görünce iltifatlara boğar, sık sık arar, samimiyeti ilerletince canım demeye başlar. Kişiliklerinin bir özelliği de çok çabuk sıkı fıkı olmak kolayca iletişim ve yakınlık kurabilmektir. Hakkınızda ne kadar çok şeyi ne kadar kısa bir sürede öğrenmelerine nasıl izin verdiğinize şaşarsınız. Her zaman ilk önce  onlar size yaklaşır. Bazen de eskiden beri tanırsınız, arada sırada görüşürsünüz onlarla. Canım ne güzel görünüyorsun, içim açılıyor seni görünce, cıvıl cıvılsın. Ne vakit yaşlanacaksın sen? Deyip; arkanızı döndüğünüz an ya göz süzer, dudak bükerler yada boyunca çocuğu var, kaç yaşında kadın hala gençlerle aşık atıyor bu özgüvende fazla artık canım deyiverirler  yanı başında her daim hazır duran, her söylediğini tasdik eden, deyim yerindeyse “yaverlerine”…
Ancak  belki de en önemlisi gıybet eden kişiyi dinleyerek yada söylediklerini tasdik ederek de günaha girmiş olduğumuzdur.
Bir insan tanıdığı, yüzüne güldüğü bir kişinin dedikodusunu, gıybetini o kişi ortamdan ayrılır ayrılmaz bir başkasına yapıyorsa sizinkini de bir başkasına  yapacaktır. 
Başkasının ayıbını fütursuzca ortaya dökenden dost olur mu? Olmaz... Sırdaş olur mu? Olmaz... Başkasının mutsuzluğunu, elemini, saklamak istediği özelini, konuşmaktan zevk alan ,mutsuzluktan mutluluk nasiplenen, insandan yarar değil zarar gelir.
Bu tür kişiliğe sahip, gıybet etmekten zevk alan, bu günahı iş edinmiş, müzevirlikleri ile bilinen kişilerden elbet korkulur ancak size uygun olmayan itici gelen bu mizacını bildiğiniz kişilerden kendinizi muhatap olmayarak korursunuz.
Ancak bu kişilerin en tehlikelileri  yüzünüze gülenlerin içinden çıkabilir. Anlayamazsınız.
Sizi görünce içtenlikle sarılan, konuşan, öven dost bildiklerinizden. Diğerlerinden kendinizi koruyabilir,’’ Allah affetsin’’ seni der ve geçer gidersiniz.
Lakin bazen gıybet yılanı koynunuzda beslediklerinizin içinden çıkıverir. Güvenilen bir arkadaş, akraba vs…
Böyle kişiler genellikle hayatı derinlemesine incelemekten yoksun ve son derece sığ kişilerdir. Yaşları kaç olursa olsun, pişmemiş ve epeyce bir ham kalmışlardır. Bu sebeple konuştukları kelamlar ferahlatmaz, sıcaklığı ile ruhunuzu kavramaz, düşündürtmez…
Bir başkasının “namaz kılmamasını’’, ibadetinin eksikliklerini, ailesinden bir kişinin açığını, ayıbını, malını, işini, giyimini, kuşamını, saçını, boyunu, posunu, önünüze koyduğu ikramı yermekten daha öte bir çiğlik  olabilir mi?  
Psikoloji biliminde başkalarının ardından dedikodu yapmanın; kişiye geçici bir ferahlama etkisi yaptığı, çok eleştirinin içinde gizli bir hayranlık, öykünme imrenme, yerinde olma arzusu barındırdığı söylenir. Kişinin bir başkasını kendinden aşağı çekme, yerme duygusunun altında yatan neden rekabet, kıskançlık, empati yoksunluğu ve nefsi zayıflıklarıdır. Sürekli yıkıcı eleştiren, tenkit etmek için hazır bekleyen bir insanın kişilik bozukluğu vardır.
Ben daha iyi yaparım. Ben daha iyi bilirim. Ben daha ilkeliyim. Ben daha değerliyim. Ben daha namusluyum. Ben daha güzelim. İşte gıybet eden kişinin bilinç altında bu düşünceler vardır. Ben daha iyisine layığım. Ben daha özelim. Ben aslında hak ettiğim yaşamı sürmüyorum. Takdir edilmiyor ve sevilmiyorum. Ben aslında çok mutsuzum. O halde insanları tenkit etmeliyim, horlamalıyım, arkadan iş çevirmeli, ayaklarını kaydırmalı, fark edilmemiş olsa da kusurlarını göstermeli ve değersizleştirmeliyim….
Tenkit ve eleştirinin dozu çok önemlidir. Birinin eksiğini göstermekte ki amaç ancak doğruyu bulmasına yardımcı olmaktır. Ancak yıkıcı, kırıcı, aşağılayıcı, gücendirici bir şekilde değil. Dozunda... Baş başa olduğunuz bir zaman diliminde ve üslubun uygunluğunca…
Hangimiz kusursuzuz ki böbürlenip kusur arıyoruz? Sohbetlerine eleştiriyi, yermeyi, hor görmeyi, ayıplamayı, meze etmiş kişileri dinleyerek de olsa günaha ortak olabiliyoruz. Ruhumuzu besleyecek iyi ve güzel olan şeylere vakit harcamak yerine, dedikodu yapanı ve gıybet edeni dinleyerek, tasdikleyerek ruhumuzu kirletiyor, şeytani amaçların ortağı oluyoruz. Biz insan oğlu neyiz dostlar? Sıcak kan, yumuşak dokular, organlar ve bunları içine alan bir iskelet sistemi ve kemiklerden oluşmuş ve tüm bu aczinin üzeri, derisiyle örtülerek gizlenmiş fanileriz sadece. Gerçek olan ruhumuz, düşüncelerimiz, değerlerimiz, ilkelerimiz, vicdanımız, hoşgörümüz, bilgimiz, bilgimizi paylaştığımız sohbetlerimiz, inançlarımız, Yaşama kattığımız renklerimiz. Kurduğumuz sağlam ve insancıl bağlarımız, sevgilerimiz, Dostluklarımız…
Nihayetinde, hepimiz inancımız her ne ise,ona uygun bir şekilde yapılan törenlerle, ayinler ve dualarla vaktimiz gelince göçüp gideceğiz bu alemden…
Sevgili dostlar içinde bulunduğumuz Ramazan ayı nedeni ile bu hafta dedikodu ve gıybet konusunu ele almak istedim. Oruç pek çok dinde farklı şekillerde ve zamanlarda biz insanların Allah adına onun emirlerinden birini daha yerine getirmek amacıyla sağlığı yerinde olan her kesin tutması gereken meşakkatli bir yolculuk. Ben sağlık sorunlarım sebebi ile doktorumun ön gördüğü ,uygun bulmadığı nedenler ile oruç tutamıyorum. Ancak bu meşakkatli yolculuğun, Ramazan ayının felsefesinin, manasının, sadece aç kalarak, susuz kalarak kavranamayacağının farkındayım.. 
Belki toplumsal bir özelliğimizin etkisi ile, belki nefsi zaaflardan veya böyle görüp öğrendiğimizden sıkça gıybet yapabiliyor, tutulan oruçları zayi edebiliyoruz. Hiç birimizin ibadetinin, namazının, orucunun kalp ve ruh temizliği ile yapılmadığı; sadece bedenimizle yapıldığı sürece, bir manası olabileceğini düşünemeyiz. Sabahtan akşama kadar aç kalmak değil elbette ki  oruç tutmak; ruhu da işin içine katmak gerek. Her gün, beş vakit yaptığımız kültür fizik hareketleri değil elbette ki namaz kılmak. Ruhu, nefsi duyguları, törpüleyebilecek yürekle namazı  harmanlayalım.
Kimsenin bilmek zorunda olduğu bir şey değil öğrencilere, yaşlılara, yoksullara soframızı açmak. yardımlarımızı ifşa etmek. Yoksul mahallelere ve okullara yapılan bireysel yardımların, mağaza poşetleriyle birlikte, yardım yapan kişilerce sosyal medyada fotoğraf verilerek, aleni bir şekilde yapıldığını görüyorum. Kulun görmesinin ne anlamı ve önemi var? Yardımda bulunduğumuz kişi bir hayır duası etsin o yetmez mi?
Ruhumuzun ve bedenimizin temizlendiği, arındığı bu kutsal ayın Ramazan ayının ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Sevgili dostlar haftaya Perşembe yeniden görüşmek üzere Mevlana’nın güzel ve anlamlı sevdiğim sözlerinden biri ile gıybetten uzak sevgi ve sağlıkla kalmanızı, “kalmamızı” diliyorum…
“Duydum ki arkamdan konuşmuş, gıybetimi yapmışsın. Benim gibi aciz bir kuldan korkmuş lakin Allah’tan korkmamışsın’’...