Annesini hiç görmeyen Altan onu çok merak ediyor,

sürekli rüyasında görüyordu. 

Her gece iyi geceler deyip uykuya dalıyordu. Ananesinin

anlattığına göre güzel bir kadındı. Bakımlı, kıskançlık yaratacak cinsten. Zaten babası da ilk

görüşte âşıkolmuştu. Rüyalarında bazen

yanına gelip, oğluyla konuşuyor, elini yüzünü öpüp gidiyordu.

O gece de öyle oldu. Altan palabıyıklarıyla yeşil bir alanda

yere bağdaş kurmuş oturuyordu. Küçüktü. Muhtemelen on

yaşlarındaydı. Bıyıklarının o yaşta çıkmasını garipsemeden,

koca palabıyıklarıyla beştaş oynuyordu. Ardından bir esinti

geldi. Rüzgârın etkisiyle saçları havalanmış, taşlarını avcuna alıp

ardına bakmıştı. Uzaktan gelen annesiydi. Annesi olduğunu

bilmeden, sadece hissederek “Anne” dedi. 

Kadın yanına yaklaştı. Yüzünü tam göremi-

yordu. Gülümseyince inci gibi dişleri ortaya çıktı. Gülerken

etrafındaki ışık huzmeleri onu daha narin gösteriyor, ışık

gözünü alıyordu. Kadın “efendim” deyince, Altan elindeki taşları

yere bırakıp annesine doğru koşmaya başladı. O yaklaştıkça an-

nesi uzaklaşıyor, eliyle yanına çağırıyordu. Dokunmaya

 ramak kala ortadan kayboldu. Hiçbir şey olmamış gibi ardına

dönüp, taşlarını topladı. Ve oynamaya devam etti. Ardın-

daki esintiyi tekrar fark eden Altan, umursamadan oyununa

devam ediyordu. Küsmüştü annesine. “Özlememiş belli ki” diye düşündü. Kadın yanına yaklaşıp kulağına “seni seviyorum ve çok özledim” diye fısıldadı. Sesini duyan Altan ani bir manevrayla taşları etrafa saçıp, kadının boynuna sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyor, neden gittin diye sitem ediyordu. Kadın süt kokuyordu. Ağzını açmadan, oğluna doyasıya sarılıp kokladı. “Kokun değişmemiş”

diyebildi. Gözlerinden inci kıvamda iki damla beyaz yaş geldi

ve Altan’ın dudaklarına bulaştı. 

“Üç kapı var, dedi ellerini tutarak. Gözlerine öyle derin

bakıyordu ki kahverenginin derinliğinde kaybolmaktan korktu

Altan. Biri doğuda biri batıda diğeri de kuzeyde diye gösterdi.

Kendisi güney yönündeydi. Elleri sıcaktı, yüreği sıcaktı, sözleri sıcaktı. Mis gibi kokuyordu. Tüm anneler gibi.

Kokuyu içine öyle çekti ki az daha ciğerleri yanacaktı. Titrek

elleriyle yanından birkaç adım uzaklaşıp doğuya yöneldi. “Bu

kapıyı açarsan ne uzar, ne kısalırsın. Kendi yağında

kavrulup, kendi ocağında pişersin,” dedi. Söylediklerinden bir

şey anlamayan Altan, gözlerini kısmış pür dikkat dinliyordu. Yaşlı kadın titrek ellerini havaya kaldırdı, işaret parmağını ani bir hareketle kuzeye doğrultup “eğer bu kapıyı

seçersen yerinde de saymaz sürekli geriye çekilirsin. Suyu her

geçen gün azalan göl gibi bakarsın bir gün çöle dönersin”

dedi. Altan’ın dili tutulmuş, soru dahi soramıyordu. Ayağındaki takunyaları yere vurdurarak yanına yaklaştı, kulağına doğru

eğildi. Fısıldayarak batıyı gösterdi, “eğer bu kapıyı açarsan hep

ileriye gideceksin, yorulmadan çalışacak, mutluluğun üzerine

mutluluk ekleyecek, zirveye çıkacaksın. Tercih senin. Hangi

kapıyı açmak istiyorsan aç,” deyip birden yok oldu. 

Altan’ın sesi içine kaçmıştı. Güçlükle fısıldayarak ardından “Gitme Anne” dedi.

Sevda kaçsın çayınıza