Küresel güçlerin perde arkasında anlaşamamalarından dolayı, Ortadoğu merkezli sürdürülmekte olan küresel çatışma Suriye parselinde kilitlenmiştir ve Türkiye, Ortadoğu merkezli bu küresel çatışmanın odak noktası haline gelmiştir. O nedenle ABD'si, Çin'i, Rusya'sı, İsrail'i, İran'ı, Suriye'si, AB'si Gezi Parkı eylemleri  üzerinden, doğrudan ya da dolaylı yollardan,  Türkiye'yi yanlarına çekme yarışındadırlar. Eylemleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen küresel aktörler nedeniyle, Gezi Parkı'nın sınırları çok genişlemiştir.
İktidarıyla, muhalefetiyle ve de medyasıyla Gezi Parkı olaylarının gerçek boyutunu, nedense, görmek istemiyoruz. Her kafadan bir ses çıkyor, ama yapılan yorumlar Gezi Parkı olaylarının gerçek boyutunu yansıtmaktan çok uzak.
Gezi Parkı eylemcilerinin örnek bir dayanışma içinde, şiddetten uzak, derdini müzikle, mizahla bir piknik havası içinde ifade etmeleri, Taksim Meydanı'nda çok farklı görüşteki yüzbinlerin yana, omuz omuza slogan atamaları, yabancı televizyoncular tarafından dünya kamuoyuna "Türkiye'nin güler yüzü" olarak yansıtılmıştı. Gezi Parkı'nda çevreci duyarlılığı ile başlatılan, pazar günü Taksim Meydanı'nda isteklerin çok çeşitlenmesiyle renk değiştirmeye başlayan bu eylemin her tür provakasyona açık olduğu ve mutlu bir sonla noktalanmasının giderek zorlaştığı biliyordu.  
Gezi Parkı'ndan ve pazar günkü Taksim Meydanı'nda yapılan mitingten dünyaya yansıtılan "Güler yüzlü Türkiye" görüntüleri, başta yabancı televizyoncular olamak üzere, birilerinin işine gelmiyordu. Gezi Parkı'nda Avrupa protesto kültürünün bir yansıması yaşanırken, krizin doğru yönetilememesi nedeniyle, Taksim Meydanı bir anda ülkenin kaosa sürüklenip yönetilemez hale gelmesini arzulayan "marjinal grupların" gösteri alanı geldi. Taksim Meydanı'ndan, Gezi Parkı'ndan dünyaya yansıtılan "güler yüzlü Türkiye" görüntülerinin yerini Molotof kokteylli, gaz bombalı çatışma görüntüleri aldı. Bu görüntüler, bu defa, yabancı televizyoncular tarafından, canlı bağlantılarla, Türkiye'nin de Irak, Suriye, Libya, Tunus, Fas'ta yaşananlar gibi, kaotik bir çatışma içinde olduğu imajı yaratacak şekilde ekranlara yansıtıldı. Bu görüntüler Türkiye'nin imajını yaraladı.

DÜNYANIN GÖZÜ TÜRKİYE'NİN ÜSTÜNDE

Bütün dünyanın gözü kulağı, her zamankinden daha farklı bir biçimde Taksim Meydanı'nda. At gözlüğü takmanın bir anlamı yok. Bölgemizde Ortadoğu merkezli bir küresel çıkar çatışması yaşanmaktadır.
Bir tarafta BOP coğrafyasında yer alan ve çoğunluğu Müslüman olan 22 ülkenin sınırlarını yeniden belirlemek üzere yola çıkmış ABD/İsrail ve Batılı ortakları, diğer tarafta küresel krizin ve enerji ihtiyacının ve mezhep bağlarının biraraya getirdiği İran, Irak, Suriye, Çin, ve Rusya.. Çatışmanın tarafları dikkate alındığında, bunun III. Dünya Savaşı olduğunu itiraf etmek gerekir.
Küresel güçlerin perde arkasında anlaşamamalarından dolayı, Ortadoğu merkezli sürdürülmekte olan küresel çatışma Suriye parselinde kilitlenmiştir ve Türkiye, Ortadoğu merkezli bu küresel çatışmanın odak noktası haline gelmiştir. O nedenle ABD'si, Çin'i, Rusya'sı, İsrail'i, İran'ı, Suriye'si, AB'si Gezi Parkı eylemleri  üzerinden, doğrudan ya da dolaylı yollardan,  Türkiye'yi yanlarına çekme yarışındadırlar. Eylemleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen küresel aktörler nedeniyle, Gezi Parkı'nın sınırları çok genişlemiştir.
Çıkarları nedeniyle İran'ın, Rusya'nın ve Çin'in Suriye'nin arkasında durması üzerine ABD'nin "bekle gör" politikasını tercih etmesiyle Türkiye, çok çetrefil bir problemle başbaşa kalmıştır. Türkiye, gelinen noktada, Batı yanlısı Suriye politikasının  bumerang etkisi konusunda çok dikkatli olmak durumundadır.
Türkiye, jeostratejik konumuyla, tarafların yanlarında görmek istedikleri bir ülke konumundadır. Bu konumu nedeniyle çok yönlü tehdit altındadır.
Türkiye, Kafkasya'nın, Ortadoğu'nun petrol ve doğalgazını Avrupa'ya ve Akdeniz'e ulaştıran  dağıtım yollarının en önemli geçit noktalarından biridir.
Türkiye, kendisini ve Rusya'yı devre dışı bırakarak Ortadoğu'nun en güvenilir enerji terminali olmak isteyen İsrail'le ve onu bu konuda destekleyen müttefiki ABD ile rekabet halindedir.
Türkiye ayrıca, Kıbrıs'ın güneyindeki 12. Afrodit parselinde  bulunan zengin doğalgaz yataklarının işletilmesi konusunda da  İsrail'le (ABD'li Noble üzerinden) rekabet halindedir.
 ABD, bölgedeki çıkarları ve "İsrail'in koruyucusu" konumundan dolayı, Kırım Savaşı sonrasında Boğazlar üzerinden  Akdeniz'e inme umudunu yitiren Rusya'nın Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi'ne uzanmak isteyen Rusya'nın önünü kesmek Batılılar tarafından planlanan "Büyük Kürdistan" projesini hiçbir zaman rafa kaldırmamıştır. Bu konuda hazırlanan haritalar ABD ordusunun resmi dergilerinde de yayınlanmıştır. Birliğini ve bütünlüğünü tehdit eden bu hartalar nedeniyle Türkiye ile ABD'nin çıkarları örtüşmemektedir.
Türkiye, özelleştirdiği bankaları, dünyanın en yüksek faizini veren ülkelerden biri olması ve borsasının yüzde 70'ten fazlasının yabancıların elinde olması dolayısıyla, belirleyici bir aktör olarak küresel ekonomik sistemin önemli bir halkası konumundadır.
Fitch Direktörlerinden Paul Rawkins, Gezi Parkı olaylarının, Türkiye'nin notu açısından,  şimdilik bir risk oluşturmadığını, gelişmelerin otoritenin eylemcilere nasıl karşılık vereceğine ve nasıl tavır takınacağına bağlı olduğunu söylüyor ve "Gerginlik uzayıp artarsa, grevler başlarsa, yatırımcılar endişeye kapılır, cari açığınız olumsuz etkilenir" diyor. Türkiye'nin çok ciddi uluslararası rezerve sahip olduğunu, bunun da Türkiye ekonomisi için, 5 ay kadar dayanabilecek bir tampon bölge oluşturduğunu belirten Rawkins'in şu uyarısı dikkatle okunmalıdır: "Türkiye kırılgan,ağır bir şekilde kısa vadeli sermaye akışlarına bağlı ve yüksek seviyede bir borç söz konusu. (...) Eğer protestolar uzar ve uzarsa, o zaman istikrarsızlık yaratabilir."
Ortaya koyduğumuz bu siyasi ve ekonomik tablo, Gezi Parkı'nın ne kadar geniş yelpazede provakasyona açık olduğunu göstermiyor mu? Gezi Parkı deneyiminden dersler çıkarabiliriz, çıkarmalıyız.

"GEZİ DİLİNİ ÖĞRENMELİYİZ"

Sezen Aksu, "Gezi dilini öğrenmeliyiz" diyor. Doğrudur; Gezi dili"yle konuşmasını bilseydik, Gezi Parkı eylemlerini, Avrupa'daki protesto kültürünün Taksim'e yansıması olarak görecek ve marjinal grupların Taksim Meydanı'nı savaş alanına çevirmelerine fırsat vermemiş olacaktık.
Bu protesto eylemleri demokrasinin bir rengidir ve demokrasi için sağlıklıdır. Bu tür eylemlerin ülkeyi savaş meydanına çevirmesini önlemek için, Gezi Parkı'nın dilini öğrenmeliyiz ve bu dille konuşup anlaşabildiğimizi dünyaya göstermeliyiz. Bu tür eylemlere Batı'da da rastlanıyor, ama canlı bağlantılarla ülkenin kaosa sürüklendiğine ilişkin televizyon yayınları yapılmıyor. Yapılsa da "alıcısı" olmuyor; reyting yapmıyor.
Pazar günü Taksim Meydanı'nda yapılan mitingte sağcısıyla, solcusuyla, genel grev çağrısı yapanlarla, kürtaja hayır diyenlerin yanyana slogan atabilmeleri, Türkiye'nin belli bir demokratik olgunluğa ulaştığının farkında olmayan ve bu nedenle "kara haber" vermek için heyecanlanan yabancı televizyoncuları hayal kırıklığına uğratmıştı.  İktidarıyla, muhalefetiyle ve de medyasıyla bu olgunluk tablosunun devamını getiremedik. Ülkeyi boş yere germiş olduk. Ülkemiz üzerinde oyun oynamak isteyenlerin heveslerini kursağında bırakacak çok güzel bir fırsatı maalesef kullanamadık.
 Yukarıda sıraladığımız nedenlerden dolayı, çok dikkatli ve soğukkanlı olmak durumundayız.