Geçtiğimiz haftalarda otizmli çocuğa sahip bir annenin intihar ettiği haberini aldık ve bu beni derinden sarsan bir haber oldu. Hemde otizm farkındalık ayında… 2 Nisan otizm farkındalık günüydü çoğu şehirde yürüyüşler yapıldı, sloganlar atıldı, konuşmalar gerçekleştirildi. Bir yanda sözde farkındalıklar varken diğer yanda otizmli çocuğa sahip bir anne intihar etti. Ne kadar trajikomik değil mi?

Bu anne neden intihar etti dersiniz? Birçok sebebi olabilir. Çocuk yeterli eğitimi alamadığı için çok ağır durumda olup anne baş edememiş olabilir; anne çocuğuyla topluma çıktığında dışlanmış, istenmemiş ve yalnızlığa mahkum edilmiş olabilir; anne çocuğunu kötü halde görmeye artık dayanamamış olabilir; anne çocuğunu kabul edecek bir okul, öğretmen, müdür, veli bulamamış olabilir; devletin karşılamadığı bazı eğitimleri aldırmaya gücü yetmemiş olabilir. Size böyle onlarca daha bahane sayabilirim. Peki ne yapılmalı? Toplum olarak yapmamız gereken şeylerin başında farklı gelişen bireyleri kabullenmek geliyor. Otizm farkındalık gününde televizyonda çeşit çeşit otizmin farkındayız sloganları gördük, ertesi gün yine aynı televizyonda otizmli bir çocuk otobüste kriz geçirip bağırıyor diye çocuğu otobüsten indiren bağıran, çağıran, kızanları gördük. Sınıfta otizmli çocuk var diye okula çocuğunu göndermeyen, çocuğuyla arkadaşlık etmesini istemeyen velileri gördük. Otizmli çocukları hem dövüp hem de utanmadan sosyal medyada paylaşan öğretmenleri gördük. Kediden korkan bir otizmli çocuğun üstüne kedi atarak eğlenen, çocuğu krize sokarak eğlenen insanları gördük. Böyle mi farkındayız, böyle mi onların yanındayız. Çok daha fazla duyarlılığa ihtiyacımız var. Merhamete, sevgiye, acıyan değil seven gözlere delicesine ihtiyacımız var…

Sizlerle karşıma çıkmış otizmli çocuğa sahip bir annenin oğluna yazdığı mektubu paylaşmak istiyorum. Mektup zaten çoğu şeyi anlatıyor. Ve o koca yürekli güzel anneye sonsuz sevgi ve saygımı göndererek sözlerimi noktalamak istiyorum. 

“ Ne farklı bir şehir, ne farklı bir ülke, tamamı ile farklı bir dünyaya yerleştik biz… Geleceğe ait bütün mektuplarımız postalanmadan olduğu gibi adrese iade. Ya umutlar onlarda uykusuz gecelere, öfke nöbetlerine, takıntı, bağırmalara dönüştü. Hiçbir konusuna çalışamadığımız çıkacak soruları bilmediğimiz hayat sınavımız… Bundan 20 yıl sonra ömrümüz olur da yaşarsak oğlumuz 34 yaşında yetişkin bir otizmli olacak. Upuzun bir soluk, ömür. Bir ömür sabır, bir ömür sebat, bir ömür inat, bir ömür kavga, bir ömür her şey… Eğitim lazım, eğitim merkezi, öğretmen lazım ama sağlam bir öğretmen, sosyalleşmek lazım, okul ara yalvar yakar. Okula başlaması gerek kaynaştırma almak için görevlinin masasına otur inat et kalkma, ikna etmeye çalış. Hadi okula girdin, öğretmenlere, ailelere dert anlat. Diğer velileri kızdırma, takışma, alttan al, uyumlu ol. Hep sen uy, kimse sana uymasın, uymaya çalışmasın. Hep sen anla kimse anlamasın hep sen hep sen… Çok özür diliyoruz varlığımızdan dolayı en kısa zamanda gözden ve gönülden ırak bir yere gidip sizin daha iyi hissetmenizi sağlayacağız. Bunu mu duymak istiyorlar acaba? Her alanda hayatı zorla bir ömür. Kim ne kadar dayanabilir ki buna? “