Asr-ı Saadet yani Hz. Muhammed’in zamanındaki Sahabelerin takip ettikleri, uyguladıkları ve içinde yaşadıkları sisteme göz atacak olursak: Hakkı gözeten, adaleti yerine getiren, meşvereti / danışmayı / karşılıklı fikir alışverişinde bulunmayı; usûl ve metod edinen bir manzarayla karşılaşırız.

Liyakat ve ehliyeti esas aldıklarına şahit oluruz. Kanun hakimiyetinin her şeyin üstünde olduğunu anlarız. Gerçek adaletin ne olduğunu, gerçek hürriyetten ne anlamak gerektiğinin farkına varırırz. Meşru Meşrutiyet / Meşru Cumhuriyet / Meşru Demokrasi; kısaca dindar Cumhuriyet mânasını  esas aldıklarını hayret ve memnuniyetle görürüz.

Ve anlarız ki, Asr-ı Saadetteki uygulamalar; aslında bugünkü arayış içinde olduğumuz hakiki Demokrasi’nin ruhunu taşıyor. Ta o zamandan bizlere, en güzel örnekleri sunuyor. Bizlere hâl diliyle demek istiyor ki:

 “Hürriyet (Özgürlük); Rahman olan Allah’ın bir hediyesidir. Çünkü o imanın (inancın bir) özelliğidir.”

Nitekim “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” ayeti gerçek hürriyet gereğinin ne olduğunu bize, gayet güzel bir şekilde hatırlatmaktadır.

Çünkü “Allah’a hakiki kul olan başkalarına kul olamaz. (Öyleyse) birbirinizi Allah’tan başka Rab yapmayınız.” düstur, prensip ve ilkesini kendimize rehber edinmeliyiz. Demek ki “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet!”

Fakat şunu unutmayalım ki, “İnsanlar hür oldular, ama yine (de) abdullah (yani Allahın kulu)durlar.” İşte bunun içindir ki: “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” denmiştir.

Evet Demokratik Cumhurî anlayış aslında: “Ve şavirhum fi’l-emr.” / “İşlerinde onlarla istişare et (onlara danış).” ve “Ve emruhum şûrâ beynehum.” / “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” ayetlerinin günümüze tecellisinden, yansımasından başka bir şey değildir.

Kısaca meşveret-i şer’iye; İslâmî bir meşveret, İslâm’ın ortaya koyduğu bir husustur. Nitekim “Meşrutiyet’in yani Demokratik Cumhuriyet’in ruhu Kur’an’dandır, hayatı da ondandır.”

Evet, hakikaten “Asr-ı Saadetteki idarî sistemin, gerçek mânadaki Demokrasi ile bihakkın (hakkıyla) örtüştüğü” ortadadır.

 “Kavmin Efendisi onlara hizmet edendir.” hadisinden ilham alarak “İslâmiyet âleme gelmiş, ta istibdat ve zalimane tahakkümü (baskıyı) mahvetsin.” denilerek; saltanat anlayışına karşı çıkılmıştır.

 “Onun içindir ki; 31 Mart Hadisesi’nde, sıkıyönetim mahkemesinde...’İstibdat, zulüm ve tahakkümdür; Meşrutiyet (yani Demokrasi), adalet ve şeriat (yani dinin gereği)dir.’ “ denmiştir.

Çünkü “Dünyevî saadetimiz Meşrutiyet’te (yani Demokratik Cumhurî bir idare tarzında)dır.”

Kaldı ki “Meşrutiyet (yani Cumhuriyet, yani Demokrasi) İslâmiyet’in bahtını, Asya’nın tali’ini (talihini de) açacaktır.”

Zira “Bu zamanın en büyük farz vazifesi; İttihad-ı İslâm (İslâm Birliği)dir.” Ama her şeyden evvel:

 “Dünya barışının anahtarı olan İttihad-ı İslâm idealinin tahakkuku (gerçekleşmesi) için, öncelikle bu ülkenin istibdat-ı mutlak (yani baskı rejimi) kaydından kurtularak; gerçek anlamdaki Demokratik Cumhurî sisteme geçmesi (lâzımdır).” Çünkü “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz (talihsiz) bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihad-ı İslâm’dır.”

Fakat 20. Asrın başlarında duyulan İslâm Birliği’ne, bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü “Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin (insanlığın) dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah.”

 “Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, yeryüzünün zulüm ve zulmetten (karanlıktan) temizlenip, sulh-u umumiye vesile olmasını, Rahman-ı Rahîm’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümit ediyoruz ve bekliyoruz.”

 “Evet, ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.” Öyleyse “Yaşasın sıdk, ölsün yeis, muhabbet devam etsin, şûrâ (danışma kurulu) kuvvet bulsun.”