Gazetemiz yazarlarından TAYFUN KAYA ile OĞUZ ÇETİNOĞLU Ekonomi konsültasyonunun ikinci ve son bölümünde Gelir Dağılımını ve Ekonominin Geleceğini Konuştu.

Oğuz Çetinoğlu: Bir başka problemimiz de gelir dağılımı. Bizimle mukayese edilebilir ülkeleri göz önünde bulundurduğumuzda nasıl bir neticeye ulaşırız gelir dağılımı konusunda?
Tayfun Kaya:
Gelir tabana yeterli dağılmıyor, yeterli dağılmadığı için de pazar oluşmuyor. Çünkü önce çalışana bir ücret vereceksiniz yani iş vereceksiniz, o bir gelir elde edecek, elde etmiş olduğu o gelirle de alışveriş yapacak ve çark bu şekilde dönecek. Bu, bisikletin tekerleklerinin dönmesi için gerekli zincir gibi. Biraz önce ifade ettiğimiz istihdam rakamlarından da anlaşılıyor ki, bu çark sağlıklı dönmüyor.
Diğer ülkelerle kıyaslamayı sordunuz yanlış anlamadıysam. Asgari ücretimize baktığımız zaman, burada da şöyle bir hata yapıyoruz: Aşağı yukarı bir 8 ay önceydi, Sabah gazetesindeydi yanlış hatırlamıyorsam, ‘Avrupa Birliği üyesi 10 ülkeden daha iyi asgari ücret veriyoruz’ diye bir haber vardı. Ben de baktım, evet, rakamlara göre haber doğru. Bizden daha aşağıda olanlar var. Dolara çevirdiğimiz zaman, biz 400 dolar veriyorsak, onlar 350 dolar, 330 dolar, 320 dolar veriyorlar.

Çetinoğlu: Onlar da herhalde bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler, Makedonya, Slovenya, Bosna gibi ülkeler olsa gerek…
Kaya:
Tabii… Ama atladığımız şu! Önemli olan rakam değil, o rakam ile ne satın alınabildiği önemli. Yani alım gücüdür önemli olan. Alım gücünü, piyasaları da ne etkiler? Tabii ki maliyetler. İlk olarak enerji etkiler. Çünkü enerji rakamları veya benzin fiyatları bütün ürünlere sirayet eder. Aklınıza gelebilecek tüm ürünlere bir şekilde dokunduğu için, maliyetleri arttırır.
Bakılması gereken, Türkiye’de bir asgari ücretle kaç litre benzin alıyoruz, ona bakalım, sonra diğer ülkelerle kıyaslayalım. Buna baktığımızda, en altta çıkıyoruz. Gazetenin haberinde en altta gözüken bile üstümüze çıktı.
Çünkü alım gücü olarak bizden daha değerliydi paraları. Onun için, ülkemizdeki asgari ücret maalesef çok yetersiz; yani gelir tabana yeterince dağılmıyor.
Gelir doğru dağılmayınca piyasanın çarkları da işlemiyor.


GELİR DAĞILIMI


Gelir dağılımı ile ilgili rakamlar, bir ülkenin gelişmişlik ve kalkınmışlık seviyesi ile ekonomisinin yapısını ortaya koyan önemli verilerdir.
Ekonomistler gelir dağılımını şöyle târif ediyorlar:  Bir ülkenin, bir yılda ürettiği / elde ettiği para ile ölçülebilir değerlerin o ülkede yaşayan kişiler arasındaki paylaşma biçimi.  
Gelir dağılımı kavramı; ‘fonksiyonel dağılım ’ ve ‘kişi başı dağılım ’ olarak iki başlık altında ele alınır. Fonksiyonel dağılım, gelirin oluşturulmasında katkısı olan üretim faktörlerinden, özellikle emek ve sermâyenin gelirden aldıkları payları analiz eder. Kişi başı dağılım ise, oluşturulan gelirin iktisadî faaliyetler göz önünde bulundurulmaksızın kişi veya aile gruplarına göre dağılımını belirtir.
Ekonomideki tasarruf, tüketim eğilimleri, üretilen ve tüketilen mal ve hizmetlerin niteliği ile kalitesi, büyük ölçüde gelir dağılımına bağlıdır. Gelirin tüketime veya yatırıma yönlendirilmesine gelir sâhipleri karar verir. Bu sebeple Gelir dağılımı ile tüketim ve yatırımlar arasında doğrudan bağlantı vardır. Gelir dağılımında büyük eşitsizlik söz konusu ise, harcıâlem mal talebi ve bağlı olarak üretimi, dağıtımın daha eşit olması hâlindeki seviyenin altında olur. Buna karşılık, lüks mal tüketimi ve buna bağlı olarak üretimi artar. Gelir dağılımının bozuk olduğu toplumlarda kötü beslenme, düşük eğitim ve kültür seviyesi, hijyenik olmayan çevre ve sağlık ortamı geniş halk kütlelerinin fakirliği ile birleşince, sosyal huzur ve toplum barışı zedelenir. Zengin kesimin gösterişli tüketim alışkanlıkları buna eklenince, o toplumda sosyal çalkantılar ve patlamalar meydana gelebilir. Böyle ortamlarda ise, istikrarlı bir iktisadî gelişme sağlanamaz.
Bir toplumda gelir dağılımında eşitliğe doğru hareket, ülke içi talebi canlandırarak üretim artışına yol açabilir.
Millî gelirin yüksek gelir gruplarında birikmesi, iç talebin genişlemesine engel olur. Sanayiciler ürünlerini yüksek gelirlilerin alım gücüne göre üretmeye başlarlar. Geniş kültler için mal üretilmeyişi, fabrikalarda kapasitelerin büyümesini ve mâliyetin düşürülmesini engeller.

Türkiye’de Gelir Dağılımı Araştırmaları:


Türkiye’de gelir dağılımı üzerindeki araştırmalara 1933 yılında başlandı. Ticâret Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir dâire, Ankara ve İstanbul’da memur ve işçi ailelerini baz alarak bir araştırma yaptı. Sonuçlar, Türkiye genelini yansımaktan çok uzaktı. 1938 yılında, 20 ili kapsayan ikinci bir araştırma yapıldı. 1953 yılındaki daha geniş bir alanı kapsıyordu. İki yıl devam eden bu araştırmaya yabancı uzmanlar da katıldı. İncelemelere 1960 – 1963, 1967 – 1970, 1978 – 1980 ve 1986 – 1988 yıllarında da devam edildi. Son araştırma 1992 – 1994 yılları arasında yapıldı. Ortaya çıkan sonuçlar, iyiye doğru bir gidişin henüz sağlanamadığını gösteriyor.
Son 20 yıldır, bırakınız gelir dağılımındaki dengesizliği gidermeyi, bu konuda araştırma yapmayı bile gereksiz görür olduk. Hiçbir hükümetin programında, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermek, öncelikli hedef olarak yer almadı.
Dünya ülkelerinde gelir dağılımı; gelişmiş ve gelişmekte olmalarına göre, biri birinden ayrı olarak incelenir. Gelişmiş ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizliklerde azalma, gelişme yönünde yetersiz kalmış ülkelerde ise artma görülmektedir. Sanayi sektörü gelişmiş ülkelerde fert başına millî gelir, az gelişmiş ülkelere oranla daha yüksektir. Fert başına millî gelir, en düşük gelirli az gelişmiş ülkelerde 300 – 500 dolar iken, orta gelir grubundaki ülkelerde 2.000, gelişmiş ülkelerde ise 15.000 – 20.000 dolar seviyesindedir. Türkiye, fert başına millî gelir belirlemesinde orta üst grupta yer almaktadır. Ancak gelir dağılımındaki denge açısından alt gruplardadır. En zengin % 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay olarak 133 ülke içerisinde en kötü olan  16 ülke arasında yer almaktadır. Nüfusun en zengin % 20’lik kesiminin toplam gelirden en fazla pay aldığı ülke, % 65 ile Brezilya’dır. Bu konudaki sıralama şöyledir: Kenya, Guatemala ve Şili’de % 60. Türkiye’de % 55. Nikaragua, Honduras, Senegal, Panama ve Kolombiya ile aynı dilimdeyiz. Avrupa Birliği üyeleri arasında, Türkiye’ye en yakın olarak bilinen İspanya’da en zengin % 20, toplam gelirden % 36,6 oranında pay alıyor. En fakir % 20’nin payı ise İspanya’da % 8,6 iken, Türkiye’de % 4,9. Gelişmiş ülkelerde en zengin % 20’ lik tabakanın geliri, en fakir % 20’lik tabakanın 8 katı. Türkiye’de ise üst tabakadaki % 20 içerisinde yer alan bir zenginin geliri, alt tabaka içerisinde yer alan fakirin gelirinden 11,2 kat daha fazla.
Türk toplumunda, kültürümüzden kaynaklanan özellikler sebebiyle paylaşma ve yardımlaşma alışkanlıkları yüksek seviyededir. Bu sebeple gelir dağılımındaki dengesizlikler, sosyal patlamalara yol açmıyor. İyimserliklerini ihtiyatla kullananlar; ‘O eskidendi…’  diyorlar. Paylaşım ve dayanışma ile ilgili hasletlerimizin gün geçtikçe azaldığına işâret ediyorlar.  Yalnızca kendilerini düşünenlerin sayısının hızla artmakta olduğu gözlerden kaçmıyor. Büyük şehirlerde gelişen bu olumsuzluklar, taşraya yayıldığında sosyal çalkantıları engellemek iyice zorlaşacak.  Bu olumsuzluklar bilinirse, önlenmesi mümkündür.   

Çetinoğlu: Bir başka problemimize yönelmek istiyorum:
Türk müteşebbislerinin dinamik ve üretken yapısından daha fazla yararlanmak için alınması gereken birtakım tedbirlerin olduğuna inanıyorsunuzdur diye düşünüyorum. Nedir o tedbirler?
Kaya:
Bizim gerçekten üretmeye çok hevesli büyük iş adamlarımız var, çok büyük şirketler var. Bunların birçok icatın peşinde olduklarını biliyorum; araç konusunda mesela. Temel Atay’ın geçen gün bir konuşması vardı bununla ilgili. Herhalde önümüzdeki günlerde çıkartacaklar. Bir Türk araç markası oluşturuyorlar. İnşallah iyi olur diyeyim. Ama şu andaki görüntü, müteşebbislerimizin sayıca çok azaldığını çok net olarak söyleyebiliriz.

Çetinoğlu: Neden?
Kaya:
Aslında bu, kapitalizmin bir gerçeği. Bir piramit vardır, üçgen piramit. Aşağı yukarı bütün eğitimlerde bu piramit örneğini verirler. Maalesef, biz yavaş yavaş piramidin yukarısına doğru çıkıyoruz ve iyice daralıyor artık. Bu hız meselesi oradan çıkıyor. Piramitten baktığınız zaman, alanımız artık çok dar. O dar alan içerisinde oynamaya çalışıyoruz ve o alan daraldıkça yani piramitte yukarı çıktıkça da patron sayısı azalıyor otomatikman. Şu anda böyle bir gelecek kaygısı da taşıyoruz önümüzdeki günler için. Hayatlarımız iyice daralıp, sıkışıyor ve hızlanıyor.

Çetinoğlu: Müteşebbislerimizin üretkenliğinin yeterli seviyede olmayışında bürokratik engellerin rolü var mı?
Kaya:
Olmaz olur mu? En başta o geliyor zaten. Yalnız, ekonomi siyasetin önünde olduğu için, siyaseti de ciddi anlamda etkiliyor tabii ki ve kararları da o yönde değiştirme imkânı bulabiliyor ekonomi.

Çetinoğlu: İş adamlarımız Türkiye'den ziyade Türkiye dışında yatırım yapmayı cazip buluyorlar  O da Türkiye için önemli bir tehlike gibi gözüküyor.
Kaya:
Doğru, kesinlikle doğru. Bunda tabii ki şunun rolü çok büyük: Türkiye'de maliyetler çok yüksek. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi benzin arttığı zaman her şey artar, mısır da artar, biber de artar, ıspanak da artar, giydiğiniz ceket de artar, taktığınız kravat da artar, gömlek de artar; çünkü hepsini etkiler. Maliyetlerimiz çok yükseldiği için, yatırımcılarımızın, sanayicilerimizin de daha ucuz maliyetli ve teşvik alabildikleri ülkelerde iş yapmak istemeleri gayet normal.

Çetinoğlu: İnşaat sektöründe, lüks mesken inşaatları yanında, alışveriş merkezleri ve sağlık tesisleri yapımına öncelik verildiği görülüyor. Bu alanlar ekonomiye olumlu katkılar sağlar mı?
Kaya:
Aslında baktığımız zaman, inşaat sektörü son 10 yıla damgasını vurdu Türkiye'de. Sektör, iç piyasayı canlı tutmaya çalışıyor. Fakat sadece inşaat sektörüyle yürümeye kalktığınız zaman, tek bacakla yürümek gibi oluyor. Dengeler tam oturtulamıyor. Sonuçta, orada da ciddi anlamda krizler yaşanması mümkündür. Büyük bir Türkiye'yi, 77.000.000 nüfuslu bir Türkiye'yi, içerisindeki çarkları döndürmeye yeterli değil tabii ki inşaat.

Çetinoğlu: Belki geçici bir süre için söz konusu olabilir.
Kaya:
Aynen öyle, evet. Geçici olarak belki iç piyasada bir canlılık sağlamış olabilir, Fakat uzun vadede bir işe yaramadığını görüyoruz. Mesela, Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’nin yapıp bitirdiği dairelerin % 50’ye yakın bölümü, satış listesinde alıcı bekliyormuş. Yani talep olmadan arz ediyorlar. Bu, piyasayı canlandırmak için tabii ki. Yoksa normalde, talebi olmayan bir ürünü kim piyasaya çıkartır? Fakat çıkartıyorlar. ‘Daha ileride, 5-10 sene sonra satarız. Nasıl olsa erimez, kokmaz’ diye düşünülüyor muhtemelen. Fakat o arada piyasada ciddi anlamda bir canlılık sağlaması planlanıyor. Bu şekilde insanların gelir seviyesini arttırmayı planlıyorlar sanırım.

Çetinoğlu: Âtıl kaynak da oluşturuyor tabii. Satılmayan daire, kullanılmayan para, ekonomiye dâhil edilmeyen imkân demektir.
Enerjiden söz etmiştik. Tekrar o konuya dönmek istiyorum. Enerji yatırımları, özellikle yenilenebilir enerji konusundaki yatırımları yeterli görüyor musunuz?
Kaya:
Çok yetersiz. Ben, doğal olandan yanayım her zaman. Doğal olanın, insanı da doğasına uygun olduğunu düşünüyorum. Dünyanın da doğal olanla ancak ayakta durabileceğini, daha uzun soluklu nefes alabileceğini düşünüyorum. Özellikle bu hidroelektrik santrallerin ciddi anlamda arttırdılar. Çok fazla hidroelektrik santrali var. Bunlar için, evet, ‘Ağaç meselesi’ filan deniliyor. Ağaç çok önemlidir. Siz daha iyi bilirsiniz; tarihte de Mayaların ağaçlar sebebiyle tarih olduklarını okumuştum. Çok dikkatimi çekmişti gerçekten. Ağaçlarını kesmişler tarım alanları oluşturmak için ve daha sonra, o dönem için kendileri bir anda açıkta kalmışlar, düşmanları onları çok rahat bir şekilde yenebilmiş. Kendilerini koruyamamışlar. Sonuçta, ağaçlar onlara çok ciddi bir ev oluyormuş o dönem için, o çağlarda. Onun için, ağaç çok önemli, insan hayatında çok önemli bir yeri var. Onları kaybetmememiz lazım. HES’lerin suyu kestiği bir yer var ve aşağıya su vermiyor. O aşağıda yaşayan börtü böcek de bu dünyanın bir parçası ve bu dünyaya can katıyorlar. Onlar da hayatlarını kaybediyor. Rüzgârgülü olur… adım attığınızdaki enerjiyi depolayan teknoloji bulundu artık.

Çetinoğlu: Güneş enerjisi var, deniz dalgasından enerji üretimi imkânı var.
Kaya:
Güneş enerjisi çok maliyetli diye söylemek istemedim Fakat dalgadan enerji üretimi başlatılmış. Onun maliyetlerini tam bilmiyorum, çok yeni. Fakat bize çok uygun. Her tarafımız deniz. Dalga’dan enerji ciddi anlamda kullanabileceğimiz sağlıklı bir enerji  kaynağı diye düşünüyorum. İnşallah, bunlara doğru daha hızlı yol alınır.

Çetinoğlu: Özellikle elektrik enerjisi, sanayi için, insan vücudundaki kan mesabesinde. Nasıl vücutta kan olmazsa vücut çalışmadığı gibi, enerji olmadığı zaman da sanayi çalışmaz. Enerji için, baktığımızda, HES’ler var buyurduğunuz gibi. Onların tabiatı tahrip ettikleri gerekçesiyle karşı çıkılıyor, nükleer enerjiyi dışlamak için Çernobil örnek gösteriliyor. Ermenistan’da Metsamor var, ama onu hiç kimse nazarı itibara almıyor. Nükleerin tehlikelerinden söz ediliyor. Termik santraller hava kirliliği oluşturuyor deniliyor. Peki, ‘bunların hiçbirini yapmayalım, Türkiye'yi karanlığa mahkûm edelim’ gibi bir düşüncenin varlığından endişe ediyor musunuz?
Kaya:
Başka yollar bulundu çok şükür, biraz önceki ifade edilenler biraz daha ilkel kaldı. Nükleer santral sadece atom bombası üretimi için şu anda ön planda. Diğerleri çok ilkel kaldı. Artık bu devirde, bu teknolojide enerjisiz kalmak gibi bir lüksümüz tabii ki yok. Mutlaka olması lazım. Fakat bunu daha doğal yollardan yapmalıyız. Maliyeti ne olursa olsun, hiç bir şey dünyamızdan veya dünya canlılarından daha kıymetli değil... Biz hâlâ en eski teknoloji, (Hidroelektrik Santrallerini) HES’i veya kömürle çalışan termik santralleri kullanacağız diye tepinmeyelim. Dalga bizde sürekli mevcut, onun enerjisini bir şekilde alabiliyor olmamız lazım. Evet, daha maliyetli; ama uzun dönemde hem kendi maliyetini çıkartacaktır, hem de ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtaracaktır.

Çetinoğlu: Zaman ayırdınız, faydalı bilgiler verdiniz. Çok teşekkür ederim.
Kaya:
Görüşlerimi kamuoyuna yansıtma imkânı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.
(BİTTİ)