“Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz.” (TMD, 13).
“Bize bir insan mektebi lazım. Bir mektep ki, bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlaki değeri olduğunu tanıtsın; hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin…” (TMD, 42).

Yukarıdaki derinlikli sözlerin yazarı olan Nurettin Topçu, “Türkiye’nin Maarif Davası” isimli kitabın yazarıdır. Fransa’da almış olduğu doktora eğitiminden sonra Türkiye’ye dönmüş, eğitim öğretim faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu arada bir düşünür olarak eğitim ve kültür alanında yazılar yazmış, yayın faaliyetlerinde bulunmuştur. Yazılarının merkezinde Türkiye’nin eğitim ve kültür sorunları vardır. Denilebilir ki, eğitim, onun için sadece üzerine düşünülebilecek entelektüel bir uğraş alanı değil, Türkiye’nin geleceğini kuracak bir inşa eylemdir.  

Türkiye’nin Maarif Davası, Topçu’nun 1939-1973 yılları arasında yazdığı eğitime ilişkin 20 yazıdan oluşur. Eserin ilk baskısı 1960 yılında yapılmış, daha sonra eklemelerle kitap genişletilmiştir. Söz konusu yazıların başlıkları ve yayım tarihleri şöyledir: Birinci Bölüm’de “Beklenen Gençlik” (1939), “Millet Maarifi” (1970), “Türk Maarifi” (1973); İkinci Bölüm’de “Mektep” (1959), “Muallim” (1939), “Muallimin Mesuliyetleri” (1959); Üçüncü Bölüm’de “Maarif Davamız” (1959), “İlk Öğretim” (1952), “İlkokullarda Ahlak Eğitimi” (1967), “Orta Öğretim” (1943), “Lise Dersleri” (1943), “Liselerde Din Dersleri” (1958), “Okullarımızda Din ve Ahlak Eğitimi” (1967), “Üniversite” (1968), “Üniversite Olayları” (1968), “Milli Eğitim ve Muhtar Üniversite” (1968), “Din Eğitimi” (1970), “Ahlak Terbiyesi” (yayım tarihi belirsiz), “Okulda Ahlak” (1943) başlıklı yazılar yer alır. En son yazı ise İstanbul Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yaparken, öğrenci yıllığı için kaleme aldığı “Sevgili Gençler” diye başlayan yazıdır.

Yazıların başlığından kitabın içeriğine ilişkin bir fikir edinmek mümkündür. Yayın tarihlerine baktığımızda ise yazıların, ideolojik söylemlerin yoğunlaştığı 1943, 1959 ve 1968 yıllarında yoğunlaştığı görülebilir. Yazılar her ne kadar kendi dönemlerinin ürünü olsalar da, içerikleri itibariyle kendi zamanlarını aşan bir niteliğe de sahiptirler. Belki bu nedenle kitapta yer alan sorunlardan bazılarının bugün de hȃlȃ üzerinde konuşulan ve tartışılan konular olduğu görülebilir.

Bunlardan bazıları öğrenci, bazıları öğretmen, bazıları program, hedef ve içerik üzerinde yoğunlaşır. Ama hepsinde ortak olan nokta, yerli ve evrensel boyutlu bir bakış açısı, milli ve manevi değerlere dayalı bir eğitim felsefesidir. Topçu, eğitimin sorunlarını anlamaya çalışırken milli bir bakış açısı kullanır, ancak hem “milli” kavramının içeriği belirli bir özgünlük ve karakter alanına işaret edecek denli özel, hem de evrensel nosyonlar içerecek denli geniştir.

Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası isimli eserinde, pek çok eğitim sorununa işaret eder. Bu sorunlardan birçoğu, günümüzün de sorunlarıdır: Öğretmen sorunları, öğrenci sorunları, müfredat sorunları, mekân sorunu, kalite sorunu… Peki, çözüm ve çıkış yolu nedir? Topçu, eğitimin ne olması gerektiğine cevap arar, ancak bunu kendi zamanına bağlı kalarak ve kendi zamanının eğitim uygulamalarını eleştirerek yapar. Çözümü de “milli mektep” kavramıyla açıklar.

Milli mekteple, millet ruhu arasında bir orantı vardır. Millet ruhunu oluşturan milli mekteptir, bu mektepte yapılan eğitim (maarif)’dir. Tarih şuuru, eğitimle oluşur. Topçu’nun “milli mektep”, “milli maarif” olarak nitelediği eğitim biçimi oluşmadan, sağlıklı bir toplum yapısı ortaya çıkmaz; bunun yerine yozlaşma, çöküş ve dağılma ortaya çıkar.  Eğitim yoksunluğu, taassubu, dar görüşlülüğü, cehaleti ve yozlaşmayı besler. Taassup, katılık ve dar görüşlülük, millet ruhunu köreltir. Maarif yoksunluğu millet ruhunu çökertir. İslam düşüncesinin gerileyişinde, millet ruhunun yok oluşunda taassup ve eğitimsizliğin etkisi vardır. İslam kültüründe, felsefenin medreselerden kovuluşu, taassup ve cehalete giden yolu açmıştır. Felsefenin kaynağı olan din, kültür ocağı olmak şöyle dursun, özgür düşünceye bile yer vermeyecek tarzda yorumlanmıştır.

Cumhuriyet döneminde de Batı eğitimini taklit ve kendi kültürel kodlarından uzaklaşma çabası göze çarpar. Bu da milli mektebi yok eden tutumlardan biri olmuştur. Tedavi etmek yerine hastalıklı organı kesip atmak, milli kimlik, milli benlik ve şahsiyet konusunda büyük sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Teknik okul açmakla, pratik hedefler koymakla eğitim sisteminin düzeleceğini zannedenler, milli ve manevi kimlik adına büyük bir yoksullaşmaya neden olmuşlardır. Topçu’nun vermek istediği mesaj, teknik ve mesleki eğitimin, milli ve manevi değerlerin üzerine inşa edilmesi gerektiği hususudur. Ona göre teknik eğitim verilmeden değerler eğitimi, ahlak ve din eğitimi verilmeli, tarih ve edebiyat eğitimi verilmeli; kısaca karakter ve şahsiyet yapıcı, milli kimliği oluşturucu dersler verilmelidir; teknik eğitim ancak bu temel üzerinde işe yarayabilir.

Felsefesi Olmayan Milletin Mektebi de Olmaz

Milli mektep, felsefesi olan, bir hayat anlayışı, bir dünya görüşü, medeniyet tasavvuru olan mekteptir. Ancak onu kuru bir ideoloji olarak da görmemek gerekir. Topçu’ya göre, felsefesi olmayan milletin mektebi de olmaz. Bu yaklaşıma göre, milli mektebi, sadece belirli bir mekân ve müfredatla sınırlamamak gerekir. O, hayatın tümünü kuşatan bir hayat felsefesi gibidir. İçinde dini, algılayış biçimi, baş yeri alır. Zira o yanlış anlaşıldığında medreselerin düştüğü durum ortaya çıkar, anlaşılmadığı durumda milli mektep ortaya çıkmaz. Topçu, her milletin kendine özgü bir medeniyeti, bir felsefesi, bir kültürü ve bütün bunlara temel teşkil edecek bir mektebinin olması gerektiğini düşünür. Toplum içindeki her bir dönüşüm, bu mektepler, bu eğitim sistemi ile başlar; toplum kendisini bu eğitim sistemi vasıtasıyla dönüştürür. Topçu, “Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mekteple başlar ve her milletin kendine özel olan mektebi vardır.” der.

Milli mektep, öncelikle bir zihniyet sorunu olarak ortaya çıkar. Milli mektebin ayırıcı vasfı zihniyet planında kendini gösterir: “Zihniyet ve örfler ile metotları ve müfredat ile terbiye prensipleri ve psikolojik temelleri ile hatta binasının mimari tarzıyla kendini başka milletlerinkinden ayırır.” Buna göre, milli mektep, taklit olmayacak, kültürün, benliğin, kültürel varoluşun kendisinden, kendi özgün karakterinden türeyecektir. Topçu, bir zamanlar medreselerin milli mektep olduğunu düşünür. Ne zaman ki, hikmet, felsefe bu ortamdan çekilmiş, medreseyi oluşturan zihniyet de yozlaşmaya başlamıştır. Topçu’nun milli mektep fikri, bir zihniyet dönüşümünü, bir dirilişi ve öze dönüşü ifade eder. Türkiye’nin Maarif Davası, böyle bir dönüşümün, böyle bir dirilişin düşünsel altyapısını hazırlamaya yönelik bir çalışmadır.(1)

Batıya Açılan Pencereler: Yabancı Okulları

Batıdan mülhem eğitim, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Osmanlılar ile Batılılar arasında yakınlaşmaların başladığı Lale Devri’nde Damad İbrahim Paşa Paris’e sefaretle gönderdiği 28 Çelebi Mehmet’e Fransa’nın maarifini layıkıyla öğrenmesini ve tatbiki mümkün olanların yazılması talimatını vermiştir.

I. Mahmud devrinde Claude Alexandre Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa)’in Müslümanlığı kabul edip, Osmanlı Devleti hizmetinde humbaracı ocağını modernleştirmesi çabaları ile bu ilgi devam etmiştir. III. Mustafa döneminde Baron de Tott Osmanlı ordusundan 600 neferi Kâğıthane’de Avrupa usulüne göre talim ettirmiştir.

Batılı anlamda ilk açılan okullar askeri alana münhasır kalmıştır. XIX. yüzyıla kadar sübyan mektepleri ile medreseler arasında ara öğretim verecek okulların bulunmamasından dolayı bu boşluk doldurulmak üzere Batıdan örnek alınarak, 1839’dan itibaren rüşdiyeler açılmaya başlanmıştır. Mekteb-i Maarif-i Adli, Mekteb-i Ulum-i Edebiye bu tür okullardandır. Bu kapsamda 1848’de rüştiyelere öğretmen yetiştirmek için Dar-ül Muallimin, 1859’da kurulan Mekteb-i Mülkiye bunlardan bazılarıdır.

1857’de Paris’te Mekteb-i Osmanî açılmış, 1868’de Galatasaray’da eğitime başlayan Mekteb-i Sultani ise Batı’ya açılan pencere olarak addedilmiştir.

Bu dönemin eğitim- öğretiminde meydana gelen gelişme ve değişmeler özetle şu şekildedir:
- II. Mahmut döneminde ilköğretim zorunlu hale getirilerek, medreselerin yanında yeni tarz okullar açılmıştır (Bu durum mektepli-medreseli tartışmalarına yol açmıştır).
-1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti (Genel Eğitim Bakanlığı) kurularak Milli Eğitim Bakanlığı’nın temeli atıldı.
- 1861 bir nizamname çıkarılarak harbiye, bahriye ve tıbbiye dışındaki okullar Maarif-i Umumiye Nezaretine bağlandı. Böylece askeri ve sivil okullar birbirinden ayrılmış oldu.
- 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarılarak eğitim yeniden düzenlenerek sistemleştirilmeye çalışılmıştır.

Azınlıklara kültür, eğitim ve inanç özgürlüğü tanıyan Osmanlı Devleti, okul açma izni de vermiştir. Kapitülasyonlardan faydalanarak yabancı devletlerde Osmanlı Devleti’nde okullar açmıştır. Batı tarzı eğitim veren pek çok okul açılmıştır.

Darülfünün (Yüksekokul–1845), Darülmaarif (Devlet memuru yetiştiren Lise Dengi Okul–1849), Islahhane (Sanat Okulu–1860), Lisan Mektebi (Yabancı Dil Öğreten Okul–1864), Sanayi Mektebi (Sanat Okulu–1868), Hukuk Mektebi ( 1874), Baytar Mektebi ( Veteriner Okulu–1895),  ektebi (Güzel Sanatlar okulu–1881) ayrıca Orman ve Maden Mektebi, Telgraf Mektebi ve Müze Mektebi gibi başka meslek ve sanat okulları da açılmıştır.

Türklerin kurdukları devletlerde eğitime, eğitim bilimine ve yazı kültürüne yaygın olarak yatkın oldukları noktasında farklı yorumlar yapılmaktadır. Bu anlamda olumsuz kanaatlerin oluşmasının en önemli nedeni, günümüze kadar varlığını sürdürebilen ve dünyada bir çekim merkezi olabilecek marka okullarımızın ve halen oluşmamış etkili bir eğitim sistemimizi gösterebiliriz. Bu yargının oluşmasında yıkılan ve yeniden kurulan Türk devletlerinin gerek yönetim kadrolarında, gerekse etkili bilim adamlarının yetiştikleri eğitim kurumlarının menşeinden görmek mümkündür. Günümüzde yabancı menşeli okulların halen en çok talep edilen okullar olması ve yurt dışı eğitimin, yurt içi eğitimden daha çekici olması da önemli bir gösterge olarak mütalaa edilebilir.

Osmanlı’nın Son Dönemlerinde Batı Hayranlığı

XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlangıcı, yeniden oluşma, yenileşme ve değişme dönemi olmuştur. Osmanlı Devleti gelişen Batı kültür ve teknolojisine ayak uydurabilmek için, her sahada hamle yapmak istemiş, bunun için aydınlarından medet ummuştur.

Osmanlı aydınının aldığı eğitimin menşeine bakıldığında; sistemli bir ülke eğitiminin ötesinde müfredatıyla, uygulama yöntemleriyle, oluşturulan okul iklimiyle tamamen ya dışarıda, ya da yabancı ülkelerin kurduğu okul sistemlerinin ithal edildiği yerli modellerinde yetiştikleri, etkilendikleri ve dönemin aydınları olarak devletin gidişatına yön vermişlerdir.

II. Meşrutiyet (1908 ve sonrası) dönemi eğitim düşünürlerinin ortaya attığı görüşlerin ve beslendikleri kaynağın, büyük oranda o dönemin gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen ve kendi sistemlerini çağdaş sistem olarak diğer ülkelere pazarlayan yabancı bilim adamlarının düşünceleri idi. Bu dönemde gelişmiş ülkelerde, “yeni eğitim”in, psikoloji ve çocuk temelli olması gerektiği anlayışı hâkimdir.

Bu dönemin ülkemizdeki temsilcileri ve önemli eğitim düşünürleri şunlardır:

İsmail Hakkı Baltacıoğlu; Eğitim reformu akımının Türkiye’de ki en büyük temsilcisi olduğu bilinen İ. H. Baltacıoğlu, teoriden çok uygulamaya ağırlık veren İngiliz sisteminden etkilenmiştir.
Mustafa Şekip Tunç; Dönemin Maarif Nezareti Lozan’da Fransız Edebiyatı
Tarihini tahsil için göndermişse de o, yeni açılmış bulunan Jean-Jacques Rousseau Pedagoji Enstitüsünü görmek, bilhassa arzu ettiği terbiye ilimlerini ve ruhiyatı öğrenmek için Cenevre’ye gitmeyi düşünmüş ve bunun için zamanın bakanlığına (Maarif Nezaretine) müracaatla müsaade alarak gitmiş ve bu enstitüyü bitirerek diploma almıştır. Aynı zamanda, Cenevre Üniversitesi›nden de Psikoloji sertifikası alarak yurda dönmüş ve Bergson’un dinamik evren anlayışının ülkemizdeki temsilcisi olarak tanınmıştır.
Ziya Gökalp; Toplumsal modeli, Fransız sosyolog Emile Durkheim’in teorik temellerini kurduğu “dayanışmacılık” temelinde şekillendi. Durkehim’in görüşlerinin etkisinde kalmış ve onun görüşlerinin Türkiye’ye aktararak temsilciliğini yapmıştır.
Tevfik Fikret; Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet dönemi aydınlarının düşünce yapısının oluşumunda en fazla etkiye sahiptir. Galatasaray Lisesi mezunudur. Eğitimi Fransız menşeli olmakla birlikte Robert Kolej’de Anglo-Sakson eğitim ve öğretim usulleriyle tanışır. Amerikalıların kuramsal olmaktan çok pratik olan hayat ve iş adamı yetiştiren öğretim yöntemlerini inceler ve tanır. Amerikalıların eğitim uygulamalarından etkilenir. Amerikan yöntemini, o zamana kadar taklit edilen Fransız eğitim-öğretim yöntemlerinden üstün bulur ve tercih eder. Bu sistemin savunucu ve uygulayıcısı olur.
Satı Bey; Eğitim işlerinde Avrupa’nın aynen taklit edilmesine karşıydı. O her ülkenin eğitiminin incelenmesini ve kendileriyle ilgili olanın alınmasından yanaydı. En fazla Tevfik Fikret’in görüşlerinden etkilendiği söylenebilir. Eğitimin her kademesine, program, yöntem, halk eğitimi, yurtdışına öğrenci gönderme gibi tüm alanlarla ilgili görüşlerini yansıtmıştır. İkinci Meşrutiyet eğitiminin şekillenmesinde bir Pestalozzi ruhu ve çabası gösteren Satı Bey’in büyük rolü olmuştur.
Nafi Atuf (Kansu); Fikir adamı olarak eğitim alanında gelişimi ve yenileşmeyi savunmasının yanı sıra bu görüşünü savunan dergilerle eğitim akımları ve düşüncelerine ilk yer veren dergiler çıkardı. Mülkiye mezunudur. Eğitim, ahlak ve kültür meseleleri üzerine yazılar yazmıştır. Fikir adamı olmaktan çok cumhuriyetin ilk yıllarından ölümüne(1949) kadar eğitim bürokrasisi ve çeşitli eğitim derneklerindeki aktif görevleriyle anılmaktadır.
Emrullah Efendi; Eğitim tarihinde “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” adlı fikir sistemi ile tanınır. II. Meşrutiyet döneminde Maarif Nazırlığı yapmıştır. Şaka amacıyla söylediği “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözünün sahibi olarak ta bilinir. Emrullah Efendi’ye göre devletin en önemli görevlerinden birisi ilmi himaye etmektir. İlim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cennette ki tuba ağacının da kökü yukarda olduğu için “Tûba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, İttihat ve Terakki Fırkası’nın ideologu olan Ziya Gökalp’ı de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur.
Ethem Nejat; Eylül 1918’de Maarif Nezareti tarafından Berlin’e gönderilir.
Tarımsal ağırlıklı eğitim, köye göre eğitim konuları üzerine çalışır. Konu dönemin Marksist teorileriyle de örtüştüğünde TKP’ye girer. Eğitim düşüncelerinden çok siyasal aktiviteleriyle tanınır.

Fransız örneğinde ulusallık “devlet merkezli ve dönüştürücü”, Alman anlayışında ulusa üyelik ise “halk merkezli ve ayrıştırıcıydı.” Bu ikilem bir yandan tek tip insan, öte yandan ayrıştırıcı düşünce yapısına uygun ve siyah-beyaz karşıtlığında düşüncelerin oluşumuna da zemin hazırladı. Bu karşıtlık demokrasi kültürünün “uzlaşma” rengi diyebileceğimiz gri alanların oluşmasına uygun ortam oluşturmadı.

Bu durum Cumhuriyet tarihi boyunca düşüncelerin demokratik zeminde karşılık bulmanın ötesinde, çeşitli ideolojilerin keskin taraftarlığıyla kanlı çatışmalara sebep olmuştur. İdeolojik tutum ve davranış geliştirme yöntemli eğitimimiz, aynı başarıyı bilgi aktarma ve üretme mekanizması oluşturacak insan kaynağı yetiştirmede ve mesleki eğitimi yaygınlaştırmada gösterememiştir.

Eğitim sistemlerinin, müfredatları, eğitim ve öğretim programları, ülkenin eğitim felsefesi, toplumun eğitime yüklediği misyon, eğitimsel araç ve amaçlar, uyguladıkları öğrenme yöntem ve stratejiler ile eğitim kalitesinin görünürlüğü, yetiştirdiği insan kaynaklarının niteliğini belirler.

Milletlerin tarihi süreç içerisinde kurdukları insan yetiştirme düzenlerinin niteliği de, milletlerin tarih sahnesindeki yerinin belirleyicisi olmuştur. Tarihimizin parlak sayfaları, eğitimin parlak olduğu dönemlere aittir.

İnsan Yetiştirmek

Tarih boyunca millet olarak öğrenmeye ve eğitime özel önem verdik. Tarihte etkili olduğumuz dönemler incelendiğinde “insan yetiştirme” sisteminin kurulduğu dönemlere denk geldiği görülecektir.

Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklunun kurduğu insan yetiştirme düzenini geliştirerek devam etmiştir. Her dine, dile ve millete mensup topluluklar Osmanlı idaresinde kendi eğitim kurumlarını oluşturarak, dillerini, dinlerini ve milletlerinin kökenine uygun insan kaynakları yetiştirmeye devam ettiler.

Bir sistem açısından bakıldığında, insan yetiştirme düzenini eğitimin ideoloji, bilgi aktarma ve üretme, hüner kazandırma (meslek insanı yetiştirme) işlevleri kapsamında değerlendirme zorunluluğu vardır. Osmanlı’nın tanzimat ile birlikte yönünü çevirdiği batı medeniyetinin eğitim uygulamalarını taklit ederek eğitimli insan kaynağını oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, başlangıçta Fransız sistemi, zaman zaman Alman ekolü izlenerek oluşturulan eğitim uygulamaları, ideoloji transferi ve üretimini sağlayacak insan kaynaklarını oluşturmada etkili olmuştur. (2)

Öğrenmeyi öğrenme becerisi kazanmak günümüz eğitim faaliyetlerinin önemli bir parametresi olmalı iken, eğitim sistemimiz eğitim kalitesinin en önemli göstergesi olan bu yeterliliği geliştirememiştir. Eğitim sistemimizin insanımızın eğitsel niteliğini arttıracak, düşünme ve problem çözme becerisi gelişmiş insan kaynaklarının oluşumuna yeterince kaynaklık ettiği söylenemez.

Gelinen noktada maalesef eğitim sistemimiz öğrencilerimize öğrenmeyi öğrenme alışkanlığı kazandıramamaktadır. İyi niyetli de olsa halen devam eden dışarıdaki “İyi Örneklerin Transferi” alışkanlığından vazgeçilmelidir. Dışarıdan bire bir alınan uygulamalardan sağlıklı sonuç beklemek yanlıştır. O uygulama kendi kültür kodları içerisinde o olumlu sonuçları doğurmuştur. Aynı uygulamalar bizde de aynı sonuçları verecek diye bir önerme yapamayız, yapmamalıyız. Eğitim sistemimizi transfer uygulamalarla yapboz tahtası olmaktan çıkarmalıyız. Kendi geleneklerimizin, kendi kültür kodlarımızın oluşturacağı “milli mektep” sistemimizi oluşturmalı bu düşünsel dirilişi harekete geçirmeliyiz. Ülkemizin geleceğinin inşası bu bakış açısının sinerjisiyle şekillenecektir.

Nesilden nesile aktarılan bilgi, kültür ve insan zihninde şekillenen düşünceler, zamanla davranışa dönüşür. Ülkelerin geleceğe ilişkin varsayımları, genelde yeryüzünde, özelde kendi coğrafi sınırlarında gelişen kültürel iklim, insanların yetişme düzeni ile oluşan insan kaynaklarının ürettikleri ile şekillenir.

İhtiyacımız olan eğitim sistemimizi değişen dünya şartlarına uygun olarak kendisini yenileyecek mekanizmalara ve özgün düşünen, bilgi üretebilen insan kaynaklarına kavuşturmaktır.


1 - TYB AKADEMİ Dergisi Vefa Taşdelen “Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası İsimli Eserinde Eğitimin Güncel Sorunları”
2-  Nihat BÜYÜKBAŞ, “Osmanlı İnsan Yetiştirme Düzeni ve Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşuna Etkileri”