Siyasi baskılar sonucu Merkez Bankası, tekrar faiz indirimine gitti.
Merkez Bankası piyasadaki bankalara borç para verirken uyguladığı faiz oranında 0,025 puan indirim yaptı.
Siyaset ise bu indirim miktarından memnun kalmadı.
Halbuki öncesinde siyasi liderlerimiz;
“Faiz düşerse enflasyon da düşer, yatırımcılar yatırım yapar, ekonomi canlanır” demişlerdi.
Hemen ardından 0,025’lik faiz indirimi siyasileri memnun etmedi.
Bağımsız Merkez Bankasının “kime bağımlı olduğu” bile sorgulandı.
İktisat bilimi insanoğlunun var oluşuyla doğdu.
İnsanoğlunun yaşayabilmek için üretmesi gerekiyordu.
Üretti ve bu sayede beslendi, avlandı, giyindi ve hayata tutundu.
Ama ihtiyaçları kendi ürettiğiyle sınırlı değildi.
Çeşitli ihtiyaçları için diğer ‘üreten’ insanlarla mal takası yaptı.
Ve ticaret doğdu.
Talebi fazla olan mal ile talebi az olan mal arasında “takas miktar farkı” oluştu.
Böylece enflasyon doğdu.
Enflasyonlu ortamda ‘borç ile alış-veriş’ yapıldığında miktar farkı arttı ve faiz doğmuş oldu.
Siyasilerimizin dediği gibi “faizden enflasyon” doğsaydı.
İnsanoğlu yaşayabilmek için üretmek yerine önce faizi keşfetmeliydi.
Ancak faiz ile üretim yapılabilir, ürün arz-talebine göre enflasyon doğar gibi mantıksız bir sıralama oluşurdu.
Biraz daha zamanımıza yaklaşalım “Modern İktisat’tan” bakalım...
Yaklaşık 250 yıllık “modern ekonomi” tarihi var.
Alfred Marshall’dan, Karl Marx’a, John Maynard Keynes’ten Adam Smith’e kadar hepsinde ifadeler benzer...
“Üretim eksikliği varsa enflasyon artar, artan enflasyon faizi yükseltir”.
Akla o meşhur hikâye geliyor:
Adam, oğlunu yanına alır, yeni kurduğu üretim tesisini gezdirir.          
Niyeti kendi işini öğretmektir. “Bak oğlum makinenin burasından ineği koyuyorsun, makinenin sonundan sosis çıkıyor.” der.                          
Oğlu ise; makineye sosisi koyduğunda, inek çıkıp çıkamayacağını sorgular. Baba üzülür...
Evet sosisten inek çıkmaz, “faiz inince enflasyonun inmeyeceği” gibi.
Ticareti üretim belirler.
Enflasyonu ticaret belirler.
Faizi enflasyon belirler.
Hayatın kendisinde olduğu gibi, ekonomi de “denge” önemlidir.
Ekonominin bir ayağı kayarsa denge bozulur.
Bu durum diğer ekonomik verileri bozar.
Dolar, euro, borsa, altın, gümüş ne varsa şaşar.
Artık denge yoktur, ülke varlıkları erir, global dünyada güç yitirirsin. 
Kimbilir belki de yapılmak istenen budur!!!
Dünyanın en ucuz işçiliği Türkiye’de olursa; 
Dünya ülkelerinden Türkiye’ye sipariş artabilir.
Yeniden 1990’lara döneriz; Tekstil herşeyimiz olur.
Ama en azından üretim yapmaya başlarız.
Sağlıklı politikalarla, Çin’in başardığını biz de başarabiliriz.
Tekrar dönelim faize...
Merkez Bankası belli aralıklarla piyasayı fonlar.
Geçen hafta 57 milyar TL bankalara sunuldu.
Bu paranın büyük bir kısmı politika faizi (haftalık repo faizi) üzerinden, yani %7,75 oranıyla maliyetlendirildi.
Bankalar piyasaya sundukları kredilerin büyük kısmını, müşterilerinden topladıkları mevduatlar ile karşılar.
Merkez Bankası piyasaya para sunarak ya da piyasadan para çekerek, onu sıkılaştırır ya da gevşetir.
Merkez Bankası faiz indirerek yada yükselterek piyasa faiz oranını etkiler.
Politika faizindeki 0,025’lik indirim ise kredi yada mevduat faizlerini aşağıya çekmeye yetmez.
Bankalar piyasaların dengesine bakar.
Peki mevduatına faiz geliri elde eden bireyler için durum nasıl?!
Mevduat sahipleri bu faiz indiriminden etkilenir.
Türkiye’de faiz oranının yüksek olması sebebiyle yurtdışından faize para yatıranlar, bu indirimden rahatsız olup kendi ülkelerine dönebilir.
Tabii ülkesine “TL” ile gidemez, dövize döner ve gider.
Türkiye’de döviz biraz daha azalır.
Eee zaten cari açık (döviz açığı) vardı.
Kaçınılmaz olarak döviz fiyatları alır başını gider...
Döviz yükselince ne olur?..
İthalata dayalı yaşayan ülkemizin maliyetleri artar.
Haliyle her şeye zam gelir.
Kredi faizine bile... 
Kim kime bağımlı gel de çık işin içinden!!!