Maziye, yâni Zaman-ı Saâdet’ten / Hz. Muhammed’in zamanından evvelki zamana şöyle bir bakalım: Ne görürüz mazide; zamanın seçkin / güzîde geçmiş enbiyanın / nebilerin ahvâl / hâlleri ve  kıssaları geçer gözümüzün önünden birer birer. Üstelik hepsi de Hz. Muhammed’i müjdeler kendilerinden sonrakilere. Böylece onun nübüvvet ve peygamberliğine de birer bürhan ve delil olurlar. Çünkü onun nuru, nebîden nebîye ta Hz. Muhammed’in babası Abdullah’a kadar gelir ve onda son bulur. Çünkü artık Hz. Muhammed müşahhas / somut bir hâl alarak ete kemiğe bürünecek insanlığa mürebbî olacak, onları maddeten ve mânen yükseltecek, onların her hususta önder ve örnek olmalarını sağlayacaktır. 

     Bu hususları anlamak için, şu nükte / ince mânâ ve anlamları göz önünde tutmak gerekir:

     İnsan bir fen ve ilmin esaslarını bilir. O fennin mahiyet ve içyüzüyle ilgili noktaları bilir. Bunları yerli yerince kullanmasına vâkıf olur. İşte ancak bu basamaklardan yükselerek dâvâsını o temel ve esaslara bina eder. İşte bu şekilde yol alışı; onun o fende mahir / usta ve mütehassıs olduğuna delil ve kanıttır.

     İnsanın yaratılış ve tabiatı gereğindendir ki, sıradan bir insan da olsa, hattâ çocuk bile olsa, dahası küçük bir kavim ve toplum içinde dahi bulunsa, pek kıymetsiz bir dâvâ hususunda halka muhalefet edip yalan söylemeye cesaret edemez.

     Acaba, pek büyük bir haysiyet, onur ve itibar sahibi, cihanı saracak, dünyaya yayılacak bir dâvâda, pek inatçı ve çok kalabalık bir kavim ve topluluk içinde, ümmî yani okur yazar sınıfından olmadığı hâlde, aklın tek başına idrak ve algıdan âciz ve çaresiz kaldığı bazı şeylerden bahsedip, tam bir ciddiyetle âleme neşir ve ilân etmesi / yayması; onun sıdkına / doğru oluşuna delil olduğu gibi, o mes’elenin, o dâvânın Allah’tan olduğuna da bir bürhan, delil ve kanıt olmaz mı?

     Malûmdur ki, medenî insanlarca malûm / bilinen ve me’lûf / alışılmış, ülfet edilmiş pek çok ilimler, sıfatlar, fiiller vardır ki, bedevîlerce / kırsal kesimde yaşayanlarca meçhul / bilinmez olur. O gibi şeylerden haberleri yoktur.

     Bundan dolayıdır ki, özellikle geçmiş zamanlardaki bedevîlerin ahval ve durumlarından bahis ve söz etmek isteyen bir adam, hayalen o zamanlara, o çöllere gidip, onlar ile görüşmelidir. Zira onların ahval ve halleri, ezberden, onları görmeden muhakeme etmekle / yargılamakla, istediği malûmat ve bilgiyi elde edemez.

     Gerçekten bir milletin içinde bulunduğu zaman ve zemini hesaba katarak; o millet hakkında karar vermeliyiz. Meselâ II.Murad’ı niçin motoru icat etmedi diye tenkit etmek; hem yersiz hem de kasıtlı ve tarihe menfî, maksatlı ve taraflı bir bakış olur. Doğru tenkit, o zamanın şartlarında ne yapılabilirdi de yapmadı şeklinde olmalı.

     Ümmî bir adam, bir fennin âlim ve bilginleriyle münakaşa ve tartışmaya girişerek âlimlerce söz birliği edilerek karara bağlanmış mes’eleleri tasdik eder. Aralarında ihtilâflı / ayrılık ve aykırılık olan yerleri de tashih eder / düzeltirse, yanlışlarını giderirse, o adamın bu harika / olağanüstü hâli, onun pek yüksekliğine ve onun ilminin de vehbî / Allah vergisi olduğuna delâlet etmez mi? Bunları göz önüne getirerek düşün.

     Muhammed-i Arabî / Arapların içinden tüm insanlığı aydınlatmak için çıkan peygamberimize bak ki, o zât, herkesçe teslim ve kabul edilen ümmîliğiyle beraber, geçmiş nebîler ile kavimlerinin ahvallerini görmüş gibi, Kur’an’ın lisan ve diliyle söylemiştir. Onarın ahvalini, sırlarını beyan ederek âleme neşir ve ilân etmiştir. Özellikle naklettiği onların kıssaları, bütün zekîlerin dikkatini çeken peygamberlik davasını ispat içindir. 

     Naklettiği esasları, nebîler arasında söz birliği olan kısmı tasdik, ihtilâflı / farklı olanı da tashih edip / düzeltip davasına başlangıç yapmıştır. Sanki o zât, İlâhî vahyin aksettiği yer olan masum / temiz ruhuyla zaman ve mekânı tayyederek / aşarak, o zamanın en derin derelerine girmiş ve gördüğü gibi söylemiştir. Bundan dolayı, o zatın bu hâli, onun bir mucizesi olup, nübüvvetine delil olduğu gibi, önceki nebîlerin de peygamberlik delilleri, manevî bir delil hükmünde olup, o zâtın nübüvvetini / peygamberliğini / Allah’ın elçisi olduğunu ispat eder.