Gelin hep birlikte yakın tarih turu atalım. Ee, o zaman atlayın araca! Ücretini göndermeyenler elden ele, bir zahmet. Hamile ve çocuklu kadınlarımıza, yaşlı ve engelli vatandaşlarımıza gereken önemi verdiğinizden emin olduktan sonra, hazır isek haydi yola çıkalım. Unutmadan; yanınıza mendil, peçete veya envai çeşit ne bulur iseniz alın. Çünkü yazar iken benim bile gözlerim doldu. Belki de soğan doğruyorumdur. Bilemiyorum. Şu an tek yaptığım şey, mevzuya limon sıkmak gibi duruyor, ama izniniz ile, kalkışa geçiyoruz.

Hatırlar mısınız, doksanlı yıllarda Savaş Ay, Uğur Dündar ve Mehmet Ali Birand üçlüsünün öncüsü olduğu haber dosyalarını? O dönem günümüzde yaşanan sorunlarının ve acıların binde biri bile değil imiş meğer! Ne de çok üzülürdük, kızardık, söverdik o haberlerin faillerine. Hem o dönem nereden bilebilirdi tüm bu ülke insanı bu günleri mum ile arayacağını. Bilemezdik! Hiç tahmin bile edemez idik!

Ruhu şad olsun, ana haber bültenlerinde Mehmet Ali Birand denize dökülen ve hali hazırda hâlâ dökülmekte olan fabrika atıklarının halka isyan ettirdiğini söylediği haberler yer alırdı. Küfrederdik hep birlikte! 'Şerefsiz ya hu bunlar!' diye söylenir dururduk. Deniz kudururdu, biz bir başka kudururduk!

Uğur Dündar imalathane baskınlarına giderdi. Biz ekran başında çekirdek çıtlar iken, çatılardan, pimaşlardan birbiri ardına bir şeyler fırlardı. Pek de tabiî midemiz bulanırdı. Benim artık bulanmıyor. Ah o hamam böcekleri, ah o imalathane sakinleri! Size bile razıyız. Neredesiniz?

Savaş Ay'ın programında işlediği dönemin elem dolu konuları, hınca hınç dolan siyaset kokulu program akışları, Çin seddi gibi uzayan halk ekmeği kuyrukları, kepçe ve dozer sesleri, neye öfkelendiğinden haberdar olmayan o muazzam öfkeli kalabalık neredesiniz?

Ve o kuşağın olmaz ise olmazları Oya Başar ve Ali Kırca'nın tiplemeleri, iktidara sağ gösterip, sol vurmaları, güldürür iken düşündüren, her ne düşünüyor isek düşünelim; düşündüklerimizden gayrısı huzur olmayan günler, neredesiniz?

O dönem sorunları şu an yaşadıklarımızın bir hayli ileri boyutuna taşınmış gibi duruyor. Artık yaşamakta olduğumuz bugün, dünü aratıyor halde iken; dünü özleyenler olarak bugünü yaşamaya çalışan bizler, evet, sayımız hiç de az değil! Bir olabilsek eğer, gerçekten de bir şeylerin üstesinden geleceğiz, ama ne yazık ki bizi bize kırdıran, yine bizleriz!

Zamanın da bizim ile arası pek yok. Darası alınmış bir kütle gibi her birimizin bir yanında duruyor. Darısı zamanın başına, ama itiraf etmeliyim ki kendisi tam bir mendebur! Pek de asık suratlı şey! Tümü ile bizden çalıp, çırpar iken; tüm bu kayıplardan gözleri buğulanan öyle çok kişiyiz ki, bu günler geçip gittiğinde geride dönüp baktığımızda hatırlayabileceğimiz ne çok şey var böyle! Öyle ki; o dönem tüm sorunlar şuan dişimizin kovuğunu doldurmaz bir hâlde imiş meğer. Boşuna üzülmemişiz, ama neye üzülmemiz gerektiğini bilmiyormuşuz. Kim derdi ki tek derdimiz hayatta kalmak ve kalabilmek olacağını, değil mi? Giden geleni nasıl da aratıyormuş!

Şu an en karanlık günlerimizi yaşıyoruz. Ya da yaşamaya çalışıyoruz. Bu ülke bayrağı altında hangi etnik köken ile, hangi amaç ile var olur isek olalım, umuyoruz ki ülkemiz ve içerisindeki bir arada yaşayan tüm uluslar barış içinde yaşarlar. 'Bu söylediğine inanıyor musun?' diyenler olacaktır. İnanmaya çalıştığımı ve bunun tüm kalbim ile istediğimi söylemek istiyorum. En azından inanamaya çalışıyorum. Ya siz ne yapıyorsunuz?

Düşünsenize; her birimiz kim bilir nereden buraya geldik. Kimimizin lastiği patlamış da burada konaklayadurmuşuz. Kimimiz yüzyıllardır burada, benim ve bizim gibi. Ve kimimiz buranın yenisi, daha dün gelmiş gibi. Kimisi levanter, kimisi ise buraların efendisi. Kimimiz Ermeni, kimimiz ise Yahudi. Ve kimimiz Türk, kimimiz de Kürt ezelden beri. Ve hatta kimimiz çerkes, kimimiz laz. Hani şu burunlarına kurban olunasılardan. Burada gülümsüyorsunuz, evet, tam burada! Ve ikaz etmeme rağmen hâlâ somurtup duranlar dışında hiçbirimizin birbirinden bir farkı yok. Ve neden tüm bunlara rağmen bu aynılığımızın farkına varmak bu derece zor?

Ne gerek bunca acıya? Ne gerek bunca kavgaya? Dilimizde tüy bitti efendiler, tüy bitti! Öyle büyük bir yük imiş ki üzerimizdeki, bu yükü taşımaktan ne omzumuzda güç, ne de bacaklarımızda derman kaldı! Görüyorsunuz, bu topraklar üzerindeki kanı, yiten tüm canları! Kan ile sulamayın nefes alıp, verdiğiniz şu diyarı! Anlamak istemiyor gibisiniz, ama tekrar edeyim efendiler; bu dünya ne yazık ki kimseye kalmadı!