.....SON BÖLÜM.....

Sara’yla Sarp yepyeni bir hayatın kendilerine sunduğu kader yolunda ilerlemeye başlamışlardı. Birbirlerini delicesine seven bu iki gencin yüreklerinde taşıdığı aşk acısı bir taraftan onları yakmaya devam ederken, diğer taraftan iki ayrı bölgede hayatın onlara sunmuş olduğu yaşam şekli giderek değişmiş, hayatın türlü zorlukları onları farklı yaşam şartları ile imtihan ediyordu…

Sara, bir taraftan Kıbrıs’taki yeni hayatına alışmaya çalışırken, diğer taraftan hala sevdiği adamın yolunu gözlüyor; Sarp ise Finlandiya’da gördüklerini bir türlü aklından çıkaramamanın verdiği hayal kırıklığı ile Sara’nın başka bir erkeğe ait oluşunu bir türlü kabul edemiyordu!

Ama onu hala çok seviyordu…

Evet, kader onlara her defasında bir oyun oynamış, birbirlerini çok seven bu iki gencin kavuşmalarına mani olmuştu.

Pekiyi, birbirlerine böylesine sevdalı bu iki genç yeniden kavuşmayı hak etmiyor muydu? Birisi Antep de baba bellediği bir adamın ailesi ile birlikte, diğeri ise, bir gün mutlaka arayacak dediği sevdiği adamın Kıbrıs adasındaki kan kardeşi ile iletişim halindeydi…

Bu arada zaman su gibi akıp gidiyor, kaderlerine razı görünen bu iki seven kalp; her geçen gün biraz daha umutsuzluk girdabında kayboluyordu!

Zamanın kovaladığı dört mevsimin üçü o kadar çabuk geçmişti ki, yerküre şimdilerde mevsimlerin en güzelini,  Bahar’ı karşılamanın neşesi ile dolmuştu…

Antep’te de yaşam fıstık ağaçlarının çiçeklenmesiyle hareketlenmiş; doğanın canlanmasıyla birlikte hayatı renklenen insanlar yeni bir geleceğe doğru yol almaya başlamışlardı.

Bu süreç, Sarp’ın da sıkışıp kaldığı bu yöreden çıkması için ona iyi bir fırsat yaratmıştı!

Artık ordu mensubu değildi. Ahmet Çavuşun avukatı sayesinde hem orduyla ilişiğini kesmiş, hem de kendisine verilen cezanın paraya çevrilmesiyle hapse girmekten kurtulmuştu.

Yaşamın bu yeni yüzü Sarp’ı bambaşka hayallere sürükleyeceği yerde; o hala Sara’nın hasretiyle yanıp tutuşuyordu.

Geceleri yatmadan önce hayal dünyasında canlandırdığı sevdiği kadın ile konuşuyor, eski günlerin o doyumsuz hazzını çok özlüyordu. Geceler boyunca gördüğü rüyaların başkahramanı Sara’ydı…

Sarp için yaşam böyle akıp giderken; İstanbul’dan acı bir haber aldı. Hayattaki tek yakının babasını kaybetmişti.

Kısa bir süre önce babasının çok hasta olduğu haberi ona ulaşmış olsa da, ordudan firar etmiş olması, yakalanınca hapse girme riskinin oluşu babasını son kez de olsa görmesine mani olmuştu. 

Artık hayatta Antep de yanına sığındığı, baba olarak bellediği Ahmet Çavuş ve ailesinden başka bir yakını kalmamıştı…

Hele ki birkaç gece önce Rüyasına giren babasının; ‘’Kalbinin sesini dinle oğlum. O seni doğru yere götürecek’’ demesinden öylesine etkilenmişti ki!

Ertesi sabah uyandığında Ahmet Çavuş’a bu rüyasından bahsederek, bunun ne anlama geldiğini sordu:

Ahmet Çavuş, Sarp’ın bu sorusuna verdiği cevap da:

- Senin kalbinde kim var oğul bilmez misin? Şimdi kalbin sana ne derse onu yap ki, huzur bulasın. Babacığın da bunu hissetmiş olacak ki, rüyanda sana yol göstermiş, dedi.

Evet, evet artık yüreğinde taşıdığı tüm sorulara cevap bulmanın zamanı gelmişti. Hem neredeyse 2 yıla yakın bir zamandan beri Antep de yaşadığı saklanmalı hayatı son bulmuş, artık her şeyi yapabilecek kadar hürdü...

Bunun için yarın sabah ilk işi Antep’e giderek Kıbrıs’taki kan kardeşi Metin’i arayacak, Sara’dan haberi olup olmadığını soracaktı.

Sarp verdiği kararı uygulamak için o sabah erkenden kalktı. Köy minibüsüne binerek, önce Şahinbey’e, oradan da Antep’e gitti.

Antep de ilk işi postaneye gitmek oldu. Şehir postanesinden Kıbrıs’la konuşmak daha kolay ve anlaşılır olacağından böyle bir yol seçmişti.

Devamı yarın