TÜİK Gini katsayılarını açıklandı. Katsayının isim babası istatistikçi Corrada Gini’dir. Gelir dağılımı tablosundan aldığı verileri tek bir oran ile durumu özetlemiştir. Bu sebeple adı Gini katsayısıdır.

Açıklamaya göre Türkiye’nin Gini katsayısı 0,397’den 0,404’e yükseldi. Bu oran 0(sıfır) ise; ülke geliri, vatandaşlarına tam ve eşit olarak dağılmış demektir. Oran 1(bir) ise; ülke geliri bir kişide toplanmış demektir.

Mesela Güney Afrika’da bu oran 0,630 seviyelerinde ve 1’e çok yakındır. GSYH tabana az yayılmış demektir. Halk fakirdir. Hasılatın çoğu küçük bir zümrede toplanmıştır. İsveç’te ise 0,250 seviyelerindedir. Yani sıfıra yakındır. Halkın büyük kısmının gelir seviyesi yüksek demektir. Ekonomisine burun kıvırdığımız Romanya, Bulgaristan, Slovakya bile 0,270 seviyelerindedir. Ülke gelirleri tabana daha fazla yayılabilmiştir. Fakirlik oranı düşüktür.

Gini oranı düşük ülkeler birçok açıdan başarılıdır. Ama temelinde gelir üzerinden alınan, yani toplanan dolaysız verginin yüksek olması ile bunu sağlar. Kişi geliri kadar vergi verir. Kaçak yoktur. Az kazanan az verir. Çok kazanan çok verir.  

Bizde ise; dolaysız vergilerin, toplam vergiye oranı %30’dur. Toplanan verginin %70 dolaylı vergidir. Yani zenginden de fakirden de eşit alınan vergidir… 

Örneğin bir paket sigaranın ÖTV’sini zenginde fakirde aynı tutarda öder. Ya da akaryakıtta, taşıtta, taşıtın vergisinde, eğitimde, sağlıkta, içkide, konutta, beyaz eşyada hep aynı öderler… Hele son düzenlemeler ile bu konuda çığır açtık. Sigara’yı bırak sigaranın kağıdından bile ÖTV alınacak. Gerçekten bunu kim akıl etmiş? Nereden aklına gelmiş? Hayret uyandırıcı… 

Yeni düzenleme de meyveli gazozdan da ÖTV alınacak. Motorlu taşıt vergilerine ise %40 zam olacak. Sadece devlet makam araçları, minibüs, otobüs dahil 200 bin civarında… Almanya gibi zengin bir ülkenin tam 20 katı makam aracımız var… Almanya’nın GSYİH’sı ise bizim 4,5 katımız… Bu 200 bin makam aracının vergi zamları da yine bize yüklenecek. Kira geliri elde edenler %25’ini götürü gider yazabiliyordu. Bu oran %15’e düşecek ve daha fazla vergi istenecek. Şans oyunları vergisi iki katına çıkacak. Emlak vergisi artacak. Engelli vatandaşların ÖTV’siz araç alımı da sınırlanacak. Sadece finans sektöründe gelir vergisi %20’den %22’ye çıkarılacak…

Yine ve yine kazanan ile kazanmayan aynı vergiyi ödeyecek. Yıllardır siyasetçiler tarafından çözüleceği vaad edilen ama bir türlü çözülmeyen derin bir konu... 

Neden gelir vergisi kaçaklarının üzerine gidilemez de işin kolayına kaçılır?..  Neden üretim artışı için çaba gösterilmez de tüketim üzerinden vergi alınır?..

Olan yine gelir dağılımında; birinci, ikinci ve üçüncü %20’lik dilimde bulunan halkımıza olacak. GSYH’nın sadece % 6’sını paylaşan halkın ilk %20’lik dilimine olur. GSYH’nın %47’sini paylaşan zengin %20’lik dilim ile aynı vergiyi öder.

Tükiye’de en fakir %20 nüfusun kendi içinde Gini katsayısı hesaplansa 0,800 çıkar. Yani dünyanın en fakir ülkesi olarak anılan Güney Afrika’dan çok daha fakir çıkar. 

Bu da 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde 16 milyon kişinin durumu, Güney Afrika koşullarından da kötü demektir.

Güney, güney deyip duruyoruz. Aklıma sürekli Irak’ta, Kürdistan referandumunda sıkça söylenen Güney Kürdistan lafı geliyor… Bu lafı iyice irdelemek lazım!.. Öyle alelade söylenmiş bir laf değil…

Şu bildiğimiz Kuzey Irak olmuş Güney Kürdistan… Kürdistan’da nereden çıktı?.. derken şimdi bir de Güney Kürdistan çıktı… 

Siyasi olarakta Kuzey Irak’a Kürdistan dedik. Olur dedik, bayrağını astık, Barzani’ye devlet büyüğü karşılaması yaptık. Ankara’da kürtçe konuşmasına izin verdik. Bakın şimdi neler duyuyoruz. 

Eğer Kuzey Irak’a Güney Kürdistan denmeye başlandıysa, bu durum da Kuzey Kürdistan da mı var?.. Varsa nerede?.. Yıllardır “bize bir şey olmaz” tadında bahsedilen, İsrail Büyük Ortadoğu Projesi adım adım ilerliyor mu?..

Bu can sıkıcı süreci, can kulağıyla, derinlemesine takip etmeliyiz. Kapımıza dayanmasına müsaade edemeyiz… Ancak bilirsek çok çok önceden dur diyebiliriz… 

Burada olabilecek bir “aldanmanın” geri dönüşü yok… Çocuklarımıza acı dolu hayatlar, sonu gelmeyen senaryolar bırakamayız… 

Bakın, aslında “geçmiş geçmez”… 

Bir vesile ile aynı şeyler yaşanır durur… 1917’de müttefikimiz Almanya imparatoru, padişahımızı ülkesine davet eder. Padişahımız gidemeyeceğinden yerine veliahtı Vahdettin’i gönderir. Askeri erkândan da, Anafartalar da büyük isim yapmış Atatürk çağırılır. Almanya’ya ulaşılır. İmparator ile görüşmeler başlar. Bir asker olarak Atatürk’ün tek düşüncesi, o sırada müttefiğimiz olan Alman ordusunun durumudur. Görüşmeler başlar. Alman imparatorunun hoş konuşmalarının ardından, kendisine şunlar söylenir; “Türkiye’ye karşı düşman saldırılar her yerden ilerlemektedir. Bu hucümların devamı halinde Türkiye yıkılacaktır. Bunları durdurmak için teminat isteriz”. İmparator, veliahta döner “sizin kafanız karıştırılmış” der ve kalkar, gider… Veliaht’ta, Atatürk’te cevabı almıştır. Atatürk, veliahtta tehlikeyi tekrar anlatır. İstanbul’a döndüklerinde kendisine yetki verilmesini ister. Ve söyledikleri bir bir çıkar. Bildiğiniz gibi 1918’te İstanbul, İngilizler tarafından teslim alınır. 

Ve yine bildiğiniz gibi hemen ardından da, başkasına bel bağlamayan Türk milleti, Atatürk önderliğinde gerekeni yaptı… Çok geç kalınmış gibi görünebilir. Ama hiçbir zaman geç değildir. Doğru sorgulama, doğru bakabilmeyi getirir. Artık sağlıklı kararlar vermek ve uygulamak daha kolaydır. Bu sorgulama sayesinde İngilizler gelmeden çok önce çalışmalar başlamıştı. Ve kısa süre içinde yani 1924’te İstanbul ve bugünkü sınırlarımız geri alındı.

Burada ki fark yaratan unsur; karşındaki kim olursa olsun cesurca sorgulayabilmek ve bildiğini uygulayabilmekti… Dedik ya geç değil…