Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, Mustafa Kemal’in isteği üzerine 10 Ocak 1920’de zor şartlar altında yayımlanmaya başlamıştı. Ankara’da haftada iki gün çıkan gazete şartlar iyileştikçe cumartesi dışında her gün yayımlandı. Yunanlıların Sakarya’ya doğru ilerledikleri haber alınınca 23 Temmuz 1921 Cumartesi günü gazetenin yayımlanmasına karar verilip küçük ebatlı bir sayı basıldı. Halkın bilgilendirilmesi için gazete küçük boyutuyla her gün çıkarılmaya devam edildi.
Gazeteler Milli Mücadelenin vazgeçilmez unsurlarındandı. Nitekim Hakimiyet-i Milliye'nin 14 Haziran 1920 tarihli sayısındaki “Yaşamak İçin” başlıklı makale bunu net bir şekilde ortaya koyar:
“Ölüm kararı verilmiş, idam hükmü bize tebliğ edilmiştir (...) Şu halde düşmanların bu kararlarına karşı bizim de bir şeye karar vermemiz lazım geliyor: Yaşamak! Yaşamak... Evet, ölmemek için uğraşıyoruz ve onun için mücadele edeceğiz.”

*       *       *

Ankara Hükümeti ile organik bağı olmamasına karşılık Öğüt Gazetesi de Milli Mücadele gönüllüsüydü. 2 Ocak 1918’de Afyon’da kurulan gazetenin logosunda, “Amali Milliyeye Hizmetkâr, Menafii Vataniyeye Hürmetkar ve Müstakil-ül Efkar Yevmi Türk Gazetesidir” yazılıydı. İtilaf Devletleri ve onların taktisyeni İngiltere aleyhine son derece keskin duruş gösterdi.
Yunanlılar İzmir’i işgal edince Öğüt Gazetesi Konya’ya taşınıp yayınına burada devam etti. İtalyanlar Milli Mücadele'nin bu korkusuz sesini kesmek için baskın üstüne baskın verince gazete neredeyse günlük yer değiştirmek zorunda kalsa da, akla gelmedik yerlerde basılır ve adeta mobil gazete olarak halka ulaşmayı başarır.

*       *       *

Konya'nın ünlü Babalık gazetesi de on yıllık geçmişi ve tecrübesiyle Milli Mücadele destekçisi gazetelerin en kıdemlisiydi. 1910’da yayınlanmaya başlayan gazete haftada bir olan yayın sayısını Milli Mücadele döneminde ikiye çıkarır. Büyük Taarruz başladığında Babalık cephedeki durumu günde çift baskı yaparak ve “Telgraf Haberleri” adıyla parasız ekler yayınlayarak halka bildirir. Bu gayretler nedeniyle İsmet Paşa gazetenin başyazarına telgraf göndererek, “Babalık’ı Garp Cephesinin vefakâr bir arkadaşı olarak addediyoruz” der. Mustafa Kemal'in, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” cümlesi ile biten tarihi emrinin tam metni de 3 Eylül 1922 tarihli Babalık’ta yayınlanır. Gazetenin logosundaki ifade örnek teşkil eder:
“Çiftçi, işçi, esnaf, kardeşlerin ilerlemesine çalışır, her şeyden yazar, köylü gazetesidir.”
Yeri gelmişken; Babalık 27 Nisan 1922 tarihli nüshasında, “Her aklına gelenin gazete çıkarması, üç kelimeyi doğru veya yanlış yan yana getiren ve biraz da kesesine güvenen her şahsın gazete çıkarma yetkisinin bulunmasına" ağır eleştiriler getirir!

*       *       *

1980’li yıllarda sabah evinden çıkan neredeyse herkesin ilk işi bayiye uğrayıp bir gazete almaktı. Sabah aldıkları gazeteleri akşam otobüslerde arkadaşlarıyla değişenler de olurdu. Gazete okumak o yıların en önemli ihtiyaçlarındandı. Fakat önce televizyon ve radyo kanallarının çoğalması, sonra internet yayın platformlarının oluşması kâğıt gazetelere olan ilgi ve itibarı ciddi anlamda zafiyete uğrattı. Haberler artık, “Ehil gazetecilerden” değil, sosyal platformun “sorumsuzlarından” öğreniliyor! Gazetelerde yayımlanan reklamlar da mecra değiştirip “pano süsüne” dönüştürülünce sektör için bunalım kaçınılmaz oldu.
Her ne kadar televizyon açık oturumlarının yorumcu konukları “kâğıt gazete yazarları” olsa da, sanal platform yayıncıları “kâğıt gazete yazarlarından alıntı yapsalar da” ne yazık ki halkımız da kâğıt gazetenin tarihi süreçte yüklendiği ödevin de, gelecekte ona duyulacak ihtiyacın da farkında değil. Teknolojik gelişmeler öylesine ilerledi, öylesine göz boyadı ki sadece halk değil, devlet bile kâğıt gazeteden vazgeçme kararı alabilecek düzeye geldi! Resmi Gazetenin sadece dijital ortamda yayımlanma kararı teknolojinin reddedilemez cazibesi karşısında ‘haklı’ görülebilse de, ‘dijitalin sanallığı ve kaybolma kolaylığı’ inkar edilemez halbuki.

*       *       *

İlçelerde yayın yapan gazeteler can çekişmeye başlayalı epey olmuştu fakat sesleri sınırlarını aşamadı. Arkasından sancı illerde yayın yapan gazeteleri de sardı. Babalık’ın 1922’de yazdığı gibi, “Her aklına gelen gazete çıkarmaya tevessül etmiş, üç kelimeyi doğru veya yanlış yan yana getiren ve parasına güvenen” kendisinde gazete çıkarma yetkisi görmüştü. Reklam gelirleri de zaten televizyon, radyo, internet ve nihayet açık hava panolarıyla paylaşılmıştı. Bunlara “resmi ilan gelirlerinin daralması da” eklenince yerel gazeteler havlu atma noktasına kadar geldi. Yaygın gazetelerde de durumun iç açıcı olmadığını görmek için “kâhin olmaya” gerek yok.
Gazeteler dijital gelişmeler karşısında çaresiz kaldı. “Zamana ayak uydurun,  dijital yayına geçin” telkinlerine karşılık, kâğıt gazetenin gelecek kuşaklar için gerekliliğini de anlatamadı. 1920’li yıllarda Milli Mücadele için mili duyarlılığı olan gazeteleri kat’i ihtiyaç gören Türkiye sonraki süreçte de bunu defaatle yaşadı. Kâğıt gazete olmadan medya eksik kalır. Zaman geç olmadan, kâğıt gazetelere hayat verilmeli, can kazandırılmalıdır. Basın meslek kuruluşları, basın temsilcileri, sivil toplum platformları ve nihayet devlet eliyle ciddi bir “medya kampanyasına” başlatılmalıdır. Gazetelerin de halkla bütünleşmek için “nerede yanlış yaptıkları tespitinde bulunup tedbir almaları” sürecin en önemli gerekliliğidir.

*       *       *

Osman Avanoğlu’ndan Kudüsname

Çok değil geçen Mart ayında “Serseri Bir Kar Tanesi” aslı şiir kitabını okurlarına sunan değerli dostumuz Osman Avanoğlu yaz dönemini de boş geçirmedi. Yüreğinde biriken duygularını şiire dökmeye karar verdiğinde İslam’ın kadim şehri Kudüs’e gidip Mescidi Aksa’yı ziyaret etti. Harabeye dönmüş şehirlerde şanlı mücadelenin kahramanları; tanka taş, askere sapan atan çocuk mücahitlerle aynı havayı teneffüs etti.  Kudüs şiirlerini derlediği Kudüsname’nin taslağını, “Okuyup fikirlerimizi paylaşmak üzere” bize yolladığında gönül dünyasında kök salan sevdaya tanıklık ettik. Nihayet geçen hafta sonu bir deste imzalı kitabı ulaştı elimize. Kudüs göklere açılan kapıydı ve kitabın ismiyle bütünleşmişti. Diyar-ı enbiya şiiriyle başlayan eserin son sayfasında yürek taşkını, yürek yangını şu satırlar bulunuyor: Yazdıklarımın hepsini anlasaydın sen, ben olurdun; Yazamadıklarımı yazabilseydim ben, başka bir ben olurdum.
Kudüs sevdası her Müslümanın gönlünün derinliklerine nüfuz ettiğinde yeryüzünde Kudüs başta olmak üzere, esaret altına bir İslam beldesi kalmayacaktır. Kudüs Şiirleri kitaplığına müstesna bir eser kazandıran değerli dostumuz Osman Avanoğlu’na teşekkür ediyoruz.