Birkaç gün sonra içinde bulunduğumuz 2 bin 16 senesi bitmiş olacak… Hepimiz ülkece ,milletçe çok yıprandık, hırpalandık, üzüldük, öfkelendik…Y aşadığımız kötü olayların ve acıların sonunda bildik ki; ’Yarın  yeniden güneşin doğacağı ve umutla başlayacağımız yeni bir gün olacak.’’
Zor bir yıldı… Hakikatten çok zor bir yıldı… İnanıyorum ki dünya üzerinde ki hiçbir ulus bunca acının içinden tek yürek olarak ve kenetlenerek çıkmaya çalışmayı başaramazdı…

Anladım ki bizlerin bu yüce milletin genlerinde var bu ‘’KURTULUŞ SAVAŞI’’   ve mücadele ruhu. Özellikle dar zamanlarda birbirimize daha bir sıkı sarılıyor, et ve tırnak oluyoruz. Bu yıl dünyada dengelerin değiştiği bir yıl oldu.. Tarihin içinde yaşıyoruz… Çünkü bu gün yaşadıklarımız geleceğe ve şekil verecek ve tarihin konusu olacak…20 yıl sonra içinden geçtiğimiz günler nasıl yorumlanacak? Şu an yaşananlar nasıl bir gelecek çizecek… Bunları Tarih Bilimi yorumlayacak.. Kaydedecek…Biz 20 yıl sonra bu günleri nasıl anacağız? Bu yıl Orta doğu da yaşananlar  ve  o topraklardan dünyaya yansıyan yaşananlar dışında başta  Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde yaşanan terör olayları insanların yüreklerini kor gibi  yaktı. Ancak uzun yıllardır kırsal sahada teröristlerle mücadele eden Türkiye için çok daha zor bir yıl oldu. Kırsal sahada mücadele edilen ve uzun yıllardır içimizde kanayan bir yara olan terör eylemleri maalesef ki  şehirlerimize taştı. Terörist guruplar Bombalı saldırıların ülkemizin ve dünyanın merkezi olan şehirlerde ,kalabalık içersin de gerçekleştiğinde  daha fazla ses getirdiklerini ve halka kaygı, korku ,endişe gibi duyguları yoğun yaşattıklarını düşünerek en aşağılık eylemlerle nice  canlara kıydılar. Elbette bir terörist için katlettiği canların hiçbir önemi yoktu…

Yalnızca bir haftalık şu kısacık zaman diliminde arka arkaya yaşanan terör olaylarına bir de Türkiye ve Rusya arasında kriz yaratmak  amacıyla Rusya’nın Ankara Büyükelçisine suikast düzenlendi. Yine bu kez bir başka terör örgütünün alçakça bir kurgusuydu bu olay. Yaşanan terör olaylarının ardından kadını, erkeği, sanatçısı ,bürokratı ile ‘’polisimin yanındayım ’’sloganı ile onlara destek olacak  kampanyalar, moral ve motivasyon desteği gerçekleştirirken, hem devletler arası bir kriz başlatmak, hem de emniyet teşkilatını akıllarınca itibarsızlaştırmak için böyle bir tezgah kurulmuştu.  Ancak; Ne Rusya ne Türkiye bu oyuna gelmedi. Ne Türkiye  ne Rusya bu tezgahı yemedi…

Şu kısacık bir yıllık süreçte yaşadığımız ve lanetlediğimiz tüm bu olaylardan sadece ikisi bile diğer ulusların başına gelmiş olsaydı inanın öyle bir birlik olur ve kenetlenirlerdi ki  dünyayı ayağa kaldırırlardı. Uluslararası  arenanın tüm önemli liderleri ,tüm sanatçılar ,dev isimli Hollywood yıldızları el ele olurlardı onlarla. Maalesef ülkemizde bunca insanımızı, askerimizi, polisimizi, yitirirken  bir de Turizmden, ekonomiye kadar pek çok alanda da ayrı bir  savaş veriyoruz… Bu saldırıların sonucunda gözlemlediğimiz şey  ‘’Türkiye’nin artık güvenli bir ülke olmadığı imajını daha da pekiştirecek olan  mesajlara söylemlerinde  açıkça yer veren  ve ağız birliği yapmış olan batılı devletlerin samimiyetsizliği… Türkün Türk den gayrı bir dostu olmadığı…
                   
 Bir de bu kasırganın ortasında yürekler kavrulurken yurt dışında olsa hiçbir gazetede değil köşe yazarlığı , magazin muhabirliği bile yapamayacak olan yazarların söylemlerini okudukça hayretler içerisinde kalıyorum .Sükut-u hayale uğruyorum bu  kayıtsızlıkları ve bencillikleri karşısında. Bunlardan biri sosyal medya hesabına  15 Temmuz gecesi yaşananları kast ederek ‘’Tanklarla cima edecektiniz’’ hadi bomba yüklü aracı da durdursana ! yazdı ve kendisine  göz altına alınma kararı çıkınca  yurt dışına tüydü. Diğeri  onca çocuk yetim kalmışken ,tertemiz üniversite öğrencisi gençler can vermişken o patlamalarda, durumdan kendine şöyle bir  vazife çıkarıp ‘’iyi ki çocuğum yok ‘’!diye başlık atabildi yazılarına. Nasıl  böyle düşmanca , nasıl böylesi içi boş, nasıl bu kadar  ilkesiz ve değerlerden yoksun olabilir bir insan…

Öykündüğünüz o ülkelerin televizyon kanallarında, basının da benzeri olaylar yaşandığında  tek bir damla kan göremezsiniz ne televizyon ekranların da ne sütunlarda… Yasını tutarken haykıran Anne ve Babanın bayılması bir kardeşin feryadı yayınlanmaz. Yasa olan saygıdır bu. Bir bombalı saldırı sonucunda yaşamını kaybetmiş bir canı uğurlamaya giden devlet yetkilisi, ulusal onuru ve devletin gücünü hissettirmek için yutkunarak şehidin yakınına ve tüm ulusuna seslenirken alaycı konuşmalar yapmaz onlar hakkında hiç kimse… Adalet istemek ,suçluların cezalandırılmalarını istemek, güven ve huzur istemek,  gerekenin yapılmasını istemek, bizim en doğal hakkımız… Ama bunu amaçlamak başka, başkalarının ekmeğine yağ sürmek, kendi ülkenin milletinin onurunu küçük düşürmek bambaşka bir amaca hizmet etmektir…

Hiç mi geniş bir çerçeveden bakmıyor  büyük resme, hiç mi kurgulanan düzenin, bu ülke üzerinde oynanan oyunun  farkında değil bu insanlar ?
Bir de son yıllarda  bu söylemlere’’ terk edeceğim ülkeyi’’ gibi sözler ekleniyor .

Bunun adı ne zamandan beri yurt severlik oldu? Zaten örnek aldığınız yazılarından sözler  paylaştığınız o insanlar da buldukları ilk fırsatta bir başka ülkeye sığınıp ülkelerinden kaçmadılar mı? Sirk çadırında ki şebek misali el etek öpecek halde , acıklı fotoğraflarda o ülkelerin liderlerinin yanında fotoğraf vermediler mi? Kaçtıkları ülkelerde ki gurbetçiler arkalarından teneke çalıyor bu zatı muhterem keskin kalem ‘’Can’ların’’….

Birkaç yurt dışı turuna kredi kartına 10 taksit ile çıkmış olan ya da  babasının parasıyla bir sene Amerika’da veya Kanada’da İşletme yada vs…bir konuda MBA ,Master sertifika Programı yapmış olan  gördüğü bu uygarlık ve gelişmişlik karşısında adeta 3.gözü açılmış olan  ,ya da  dil öğrenmek için gittiği 2 yıllık sürenin sonunda kendi yurduna Ana dilini sonradan öğrenmiş gibi konuşarak dönmüş   olan Maslak ’da bir plazanın 40. katından hayata akvaryumda ki balık gibi korunmuş olarak büyütüldüğü fanusundan bakan bu tosunlar  ne kendilerine ,ne de ülkelerine bir hayırları olmadığı için bir zahmet gidip New York ’da bisikletli kuryelik, Pizzacı da garsonluk, benzinci de pompacılık, şansları varsa Limuzin şoförlüğü ,ya da tuvalet temizleyiciliği gibi işlerle kariyerlerine devam edebilirler… Benim eşim Balkan kökenli ve Alman uyruklu bir adamdır. Evlendik ve o  Türkiye’ye yerleşti. Ailesinin hali hazırda orada devam eden kurulu bir düzeni var. Oğlumuz da  AB pasaportuna sahip. Ancak; Eşimden bir gün olsun ‘’ülkeyi terk edelim, buradan gidelim’’ cümlesini bir kez olsun duymadım ben. Geçtiğimiz günlerde şöyle söyledi :’’ Bu ülkeyi terk edeceğim diyen çok insan var… Üstelik çok yüksek bir maaş alıyor, çoğu iyi  para kazanıyor bunların. Okumuş eğitimli olan bu insan gurubunun çoğu halkı cahil buluyor. Düzeni beğenmiyor kendilerini  dünya vatandaşı diye tanımlarken, ülkelerine karşı milli duygu ve aidiyet göstermiyor. Üstelik yabancı lisanları o kadar hasarlı ve bozuk ki , yurt dışında ne bir plazada, nede bir gazetede baş köşede oturup ahkam kesmeleri çok mümkün değil. Üstelik çoğu taşı toprağı altın sanıyorlar  buraları .Bu ne özgürlüktür ne de bağısız düşünce…
Bu  durum olsa olsa son derece trajik denilecek  bir öykünmedir ‘’…

Çetin bir kış geçireceğimiz şimdiden belli, Bu güzel yurdun üzerinde namertçe oyunlar oynandığı da açıkça ortada fakat sağdan soldan sosyal medyadan her türlü bilgi kirliliğine ve yanlışlara  bir takım kifayetsiz muhterislerin oyununa alet olmayalım. Batan gemiyi önce fareler terk edermiş ….Bunu hiç  Unutmayalım. Bu gemi her türlü hıyanete rağmen batmıyor… Batmayacak…Deniz fırtınalı, dalgalı, hava soğuk.

Fakat yine de  bu fırtınalı günler geçecek…
İnançla, birlik ve beraberlikle, cesaretle, yürekle, sabırla, duayla, adalet ile… Ateş düştüğü yeri yakıyor... Hiç kimsenin yüreği bizim kadar yanar mı?
Hepimiz Anayız…. Hepimiz Babayız… Kardeşiz… Evladız…
Bu kara günler geçecek elbet…

Bu fırtına geçecek…