Türkiye açısından Suriye coğrafyasında, Çobanbey’den Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanan Türkmen coğrafyası ne kadar önemliyse, Irak’ta Telafer’den Musul-Kerkük’e, Bedre’ye uzanan Türkmeneli coğrafyası o kadar önemlidir. Hatırlayalım, Türkiye’yi 1200 kilometrelik güney sınırları boyunca kuşatacak olan “Koridor” çalışmaları 1991’de, I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle başlatılmıştı. 

Kerkük referandumu ve Musul’un kurtarılması sonrasındaki gelişmeler, Irak’ın bölünmesi gibi bir sonuç üretirse, “Fırat Kalkanı”nı zorunlu kılan gerekçeler bir “Dicle Kalkanı”nı gündeme getirebilir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Zirvesi için gittiği ABD’de, Ortadoğu’ya ilişkin bir soruyu yanıtlarken, “Irak’ta da Suriye’de de görüldü ki, biz bu bölgeyi Rusya’dan da Amerika’dan da iyi biliyoruz. Bizim önerilerimize daha çok dikkat edilmesi gerekir” diyor; bölgenin geleceği açısından önemli bir mesaj.. 

2004 yılında yürürlüğe giren ABD yapımı Irak Anayasası’na göre Kerkük’ün statüsü, en geç 2007 yılı sonuna kadar yapılacak bir referandumla belirlenecekti. Osmanlı kayıtlarında  “Gök Yurt” olarak anılan Kerkük’te belirlenen tarihe kadar referandum yapılamadı; sürekli ertelendi. Nedeni, Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan alınıp Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanamaması ve Musul-Kerkük petrolünü Akdeniz’e taşıyacak olan “koridoru”un tamamlanamamasıydı.

 “Saddam’ın kimyasal silahlarını yok etmek” (!) ve “Irak’a demokrasi getirmek” (!) için Irak’ı işgal eden çağdaş haramilerin hesapları, Rusya ve İran’ın Esad’a destek vermeleri nedeniyle Suriye parselinde duvara tosladı. Irak’ın yağmalanan petrol ve doğalgazını Akdeniz’e taşıyacak olan ABD/İsrail Koridoru Fırat’ı aşamadı. 

Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana ekseni olan Musul-Halep hattının Suriye  parselinde sıkıntılar artınca, yeniden hattın Irak bölümüne dönüldü; Musul’un “kurtarılması” ve Kerkük referandumu gündeme geldi. 

Ortadoğu içten içe fokurdamaya başladı.

Kerkük, referandum sonrasında Bağdat yönetiminden koparılırsa, bu el değiştirmenin etki ve tepkileri Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan geniş bir coğrafyada domino etkisi oluşturabilir. BOP’un kapsama alanı içindeki pek çok ülke parçalanarak birbiri üzerine yıkılabilir. 

Suriye’nin kuzey parselinde oluşturulan yapay kantonların birleştirilip Akdeniz’e uzatılması Türkiye açısından nasıl bir güvenlik sorunu oluşturmuşsa, bir “Fırat Kalkanı”nı zorunlu kılmışsa, yapılacak referandum sonrasında Kerkük’ün Bağdat yönetiminden koparılarak Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanması da, yeni yeni sorunların oluşmasına neden olacaktır. 

Kerkük referandumunun hedefleri Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması hedeflerinden bağımsız değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-20 Zirvesi’nde Obama’nın, “Rakka’da ortak birşeyler yapabiliriz” çağrısına verdiği “Musul’da da bir şeyler yapabiliriz” yanıtı, Kerkük referandumu paralelinde Irak’ın Türkmeneli bölgesinde bir hareketlik yaşanacağının işaretidir. Bu hareketlilik Türkiye’yi, bir “Dicle Kalkanı” operasyonu yapmaya mecbur bırakabilir mi, zaman gösterecektir. 

Türkiye açısından Suriye coğrafyasında, Çobanbey’den Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanan Türkmen coğrafyası ne kadar önemliyse, Irak’ta Telafer’den Musul-Kerkük’e, Bedre’ye uzanan Türkmeneli coğrafyası o kadar önemlidir. Hatırlayalım, Türkiye’yi 1200 kilometrelik güney sınırları boyunca kuşatacak olan “Koridor” çalışmaları 1991’de, I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle başlatılmıştı. 

Kerkük referandumu ve Musul’un kurtarılması sonrasındaki gelişmeler, Irak’ın bölünmesi gibi bir sonuç üretirse, “Fırat Kalkanı”nı zorunlu kılan gerekçeler bir “Dicle Kalkanı”nı gündeme getirebilir. 

Çünkü Türkiye, Irak Türkmeneli’ni oluşturan Telafer, Zaho, Eski Kelek, Musul, Kerkük, Erbil, Mahmur, Altunköprü, Tavuk, Tuzhurmatu, Tazehurmatı, Kıfri, Karatepe, Diyala, Mendeli ve Bedre’de bugüne kadar uygulanan insanlıkdışı uygulamalara, katliamlara daha fazla seyirci kalamaz. 

Çünkü Türkiye, onyıllar boyu ülkemizin birliğini, bütünlüğünü hedef PKK terör örgütünün komuta merkezinin Türkmeneli’ndeki Kandil’de barınmasına artık izin veremez. 

Çünkü Türkiye, 1926’da, Irak’ın bağımsız bir ülke olması koşuluyla vazgeçtiği Musul ve Kerkük petrollerinin bir referandum komedisiyle bir başka “yönetime” devredilmesine kayıtsız kalamaz. 

Çünkü Türkiye, tapu ve nüfus kayıtları İrak’ın işgali sırasında bilinçli olarak yağmalanıp yakılan ve taşıma elemanlarla demografik yapısı değiştirilen Kerkük’te yapılması planlanan referandumun tarihi gerçekleri yok sayan bir yağma girişimi olduğunu biliyor ve “Irak petrol zenginliğinde Türkmenlerin de hakkı var” diyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Zirvesi için gittiği ABD’de, Ortadoğu’ya ilişkin bir soruyu yanıtlarken, “Irak’ta da Suriye’de de görüldü ki, biz bu bölgeyi Rusya’dan da Amerika’dan da iyi biliyoruz. Bizim önerilerimize daha çok dikkat edilmesi gerekir” diyor; bölgenin geleceği açısından önemli bir mesaj.. 

LOZAN GÖRÜŞMELERİNDE MUSUL VE KERKÜK KONUSUNDA REFERANDUM YAPILMASINI BİZ İSTEMİŞTİK

Lozan görüşmelerinin yapıldığı dönemde Musul ve Kerkük’ün Türkmen ağırlıklı bir demografik yapısı vardı. O nedenle, Musul ve Kerkük’ün statüsünün referandum yoluyla belirlenmesini Türk tarafı teklif etmişti. İngilizler bu teklifimizi, “Halk cahildir, referandumdan anlamazlar” gerekçesiyle reddetmişlerdi. Şimdi Kerkük halkından, Anayasa oylamasında olduğu gibi, geleceklerini “hür iradeleriyle” belirlemeleri isteniyor. 

1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana yapılan taşımalarla demografik yapısı tamamen değiştirilen Kerkük referandumundan nasıl bir sonuç çıkacağı bellidir. Önemli olan Kerkük referandumunun Türkiye açısından üreteceği sorunlardır. 

Kerkük referandumu Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması operasyonundan bağımsız düşünülemeyeceğine göre, bu hareketlenme, Türkiye’nin açısından, başta sınır güvenliği olmak üzere, bir dizi olumsuz sonuçlar üretecektir. 

“Fırat Kalkanı” şahlanışıyla, “Fırat’ın batısına geçemezsiniz” dedik, 1200 kilometrelik güney sınırlarımız boyunca kuşatılmaya razı olamayacağımızı yüksek sesle haykırmış olduk. Kerkük referendumu ve Musul’un “kurtarılması” operasyonlarının Dicle’nin her iki yakasında üreteceği sorunlar karşısında da sessiz kalamayız. Dicle’nin iki yakası da, çok yönlü bir güvenlik sorunu olarak gündeme gelebilir. 

Türkiye-Irak ve Suriye sınırlarının birleşme noktasından Irak’a giren Dicle, Musul’un ortasından geçerek Basra Körfezi’ne dökülmektedir. Musul ve Kerkük’ün İngiliz mandasındaki Irak krallığına bırakılmasından, özellikle de 1991’den bu yana devam eden demografik operasyonlar sonucunda bugün, Dicle’nin doğusunda Kürt iklimi egemendir. Batısında ise Türkmenler, Araplar ve az sayıda Kürtler yaşamaktadır. Barzani, Kerkük’ün yanı sıra, bu bölgeyi de Irak Kürt Bölgesi Yönetimi sınırları içine katmak niyetindedir. 

TELAFER MUSUL’LA BİRLİKTE KURTARILMALIDIR

Referandum yalnızca Kerkük’ün statüsünü belirlemekle kalmayacak, Irak  petrollerinin geleceğini de belirleyecektir. Anlaşılan o ki, Kerkük referandumu Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması operasyonuyla birlikte gündeme gelecektir. 

Tek kurşun atmadan Musul’u ele geçiren IŞİD/DEAŞ burada geniş bir taban elde etmiştir. Musul iki milyon nüfusa sahip büyük bir kenttir. Musul’u kurtarma operasyonu başlatıldığında bu insanlar nereye kaçacaklardır? Irak Kürt Bölgesi Yönetimi bu göç dalgasının topraklarına yönelmesine karşı çıkacağından, Musul’dan kaçanlar Suriye’ye, özellikle de Türkiye’ye yönelecekler/yöneltileceklerdir. 

IŞİD/DEAŞ’ın 2014 yılında Musul’u ardından Telafer’i ele geçirmesiyle Türkmenler büyük bir savrulma yaşamışlardır. Dicle’nin batısı IŞİD/DEAŞ’ın kontrolüne girmiştir. Yüzlerce yıllık bir Türk kenti olan Telafer’in Türkmenleri Necef, Kerbela ve bugün peşmergelerin kontrolünde olan Kerkük’e sığınmak zorunda kalmışlardır. Türkiye, Musul’la birlikte Telafer’in de kurtarılması konusunda ısrarcı olmak zorundadır. 350 bin nüfuslu bu Türkmen kentinde bugün yalnızca 30 bin Türkmen yaşamaktadır. 

Türkiye, olası bir Musul operasyonunda, 350 bin nüfuslu Telafer’in de IŞİD/DEAŞ zulmünden  kurtarılmasını mutlaka gündeme getirmeli ve Necef, Kerbela ve Kerkük’e göçmek zorunda kalan Türkmenlerin kentlerine dönmesini sağlamalıdır. Aksi takdirde Telafer PKK ve YPG’nin kontrolüne geçecektir. Türkiye hem sınır güvenliği hem de Türkmeneli coğrafyasıyla olan bağlantısı açısından Telafer’e ilgisiz kalamaz. 

“FIRAT KALKANI” MI DİCLE KALKANI” MI?

Kerkük referandumu ve Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması bağlamında yaşanacak gelişmeler, Türkiye’yi, Fırat’ın batısında sergilediği “Fırat Kalkanı” duruşunu Dicle’nin heriki yakasında da sergilemek durumunda bırakabilir. Batısındaki 350 bin nüfuslu Türkmen kenti Telafer ve doğusundaki PKK’nin komuta merkezi Kandil dikkate alındığında, bir “Dicle Kalkanı” kaçınılmaz olabilir.

Dicle’nin batısında yer alan ve IŞİD/DEAŞ’ın kontrolünde olan Telafer’le Suriye arasındaki Sincar PKK/YPG’nin kontrolü altındadır. Dicle’nin doğusu ise Irak Kürt bölgesidir ve yıllardır ülkemizin birliğini, bütünlüğünü tehdit eden terör örgütü PKK’nın komuta merkezi Kandil Dağı bu bölgededir. 

“Türkiye’nin güvenliği açısından “Fırat Kalkanı” mı, “Dicle Kalkanı” mı daha önemlidir?” sorgulaması yaparken kısaca hatırlayalım.. 2013 Nevruz günü (21 Mart) Öcalan’ın, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyen mesajının Diyarbakır meydanında okunmasıyla başlayan “Çözüm Süreci”, 14 Temmuz 2014’te Beşe Hozat’ın “Devrimci Halk Savaşı”nı ilan etmesiyle noktalanmıştı. Hükümetin 25 Temmuz günü başlattığı terörü bitirme mücadelesi, topraklarımızı üs olarak kullanmakta olan  Batılı dostların PKK ve uzantısı YPG’ye verdiği desteklerle rağmen, karalılıkla sürdürülmektedir.

ABD ve Rusya’nın desteklediği PYD’nin vurucu gücü YPG’nin, Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca “Demokratik özerklik” dedikleri kantonlar oluşturduğu dönemde, “Rojova Devrimi” ve “Kobani Direnişi”nden cesaret alan KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, 10 Temmuz 2014’te Kandil’den seslenirken,“’Silahlı mücdele dönemi geçmiştir, artık silahları bırakma zamanı gelmiştir’ diyenler Ortadoğu ve Rojova’ya baksınlar” diyordu. 

PKK’nin komuta merkezi Kandil, bugün, Irak Türkmeneli sınırları içindedir. 

Sözün özü, Fırat’ın batısı kadar Dicle’nin batısı da Türkiye’nin sınır güvenliği, birliği ve bütünlüğü açısından tehdit üretmektedir. Bu saatten sonra Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz etmek giderek zorlaşmaktadır. O nedenle Türkiye, bugüne kadar ihmal ettiği Türkmenli konusunu gündeme getirmek zorundadır.