Birinci Dünya Savaşı’nın görünen, görünmeyen bir çok sebepleri var.
     Bunlardan biri ve en önemlisi de Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve Yahudi Devleti’ni kurmaktı.
     Bu emellerinin gerçekleşmesine Yahudiler; Sultan İkinci Abdülhamit Han’a başvurmakla başladılar. Fakat ondan yüz bulamadılar.
     Ancak o büyük ve ileri görüşlü, siyasette deha sahibi Sultanı alaşağı ettirdikten sonra emellerine yaklaşmak imkânına kavuştular.
     Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’i işgal eden İngilizler sayesinde ve daha sonraları Yahudiler’in nüfusu gittikçe artmaya başlamıştı.
     Öyle ki, 1947’de Yahudiler’in  sayısı artık Araplarla eşit durumdaydı.
     Sonunda 14 Mayıs 1948’de İngilizler sayesinde İsrail Devleti kuruldu.
     Tabi bu duruma gelişte, bazı Filistinlilerin Yahudilere -bilinçsizce- topraklarını satmalarının da payı büyüktür.
     İşte o günden beri Filistinlilerin huzuru kaçtı. Rahatı bozuldu.
     İşgalci ve saldırgan Yahudilerle boğaz boğaza gelmeye başladılar.
     Filistinliler haklıydılar. Çünkü kendi vatanlarında vatansız gibiydiler.
     Kendi ülkelerinde sığıntı muamelesi ve işlemi görüyorlardı.
     Fakat üzülerek de olsa söylemek zorundayız ki:
     Haklı davalarının mücadelesine haksız adımlar atarak başladılar.
     Oysa davalarında haklıydılar. Fakat davalarını hak yoldan yürütmeleri gerekiyordu.
     Fakat yazık ki, Filistinliler hak davalarına; hak olmayan ve İslâm’da asla yeri bulunmayan terör örgütleri kurarak başlamışlardı.
     Bu şekilde başarıya ulaşacaklarını sandılar.
     Şüphesiz bu yola düşüşlerinde; çaresizlik ve bilgisizliğin yani İslâm’ın gerçek rûhundan habersiz oluşlarının ve İslâm’ı yanlış yorumlayışlarının rolü büyüktü.
     Üstelik dış güçlerin kontrolü altında olmaları da işin cabasıydı.
     Bundan ötürü ipler dinsiz, hristiyan, Maocu, Marksist, Leninist zihniyetli kişi ve örgütlerin eline geçti.
     İşte Filistin, içler acısı hale bu yüzden düştü.
     Tabi bu duruma düşüşte; Osmanlı’nın kıymetini bilmeyiş de sebepler arasındaydı.
     Hele dessas İngiliz siyasetinin; sözde cazip ve çekici toz pembe hayallere kapılmalarındaki payı da azımsanamaz nitelikteydi.
     Yine de İsrail’in Filistin’de -özellikle- Cenin kampında yaptıkları zulmü, vahşeti, kıyım ve dehşeti asla ve kat’a onaylamak, kabul etmek ve haklı çıkarmak; hiçbir şekilde mümkün değildi.
     Yaptığı katliam, toplu kıyım, alınlarında kara bir leke olarak dünya durdukça kalacak.
     Yüzlerini hep kara çıkaracaktır.
     Bu, böyle biline.
     Fakat bu arada Filistinli kardeşlerimizin; yerden göğe kadar haklı davalarına gölge düşürdüklerinden söz etmemek de olmaz.
     Çünkü hak bir dava; bâtıl / sapık ve yanlış metot ve usûllerle geçici olarak söner.
     Bâtıl / sapık ve yanlış bir dava hak, doğru ve yerinde usûl ve metotlarla geçici olarak parlar.
     Fakat şüphesiz sonuç yine Hakkındır.
     Üstünlük yine Hak’ta tecelli eder / kendini gösterir.
     Aynen bunun gibi Filistin davası elbette haktır.
     Filistinli kardeşlerimiz davalarında haklıdırlar.
     Fakat üzülerek belirtmek lâzım ki:
     Bu hak davalarına; İslâm dışı, İslâma yakışmayan ve İslâm’da asla yeri olmayan terör tarzını bulaştırmışlar!
     Sonuca varmayı kendi elleriyle baltalamışlardır.