Elimde sımsıkı tuttuğum, çoktan dökülüp giden sevdamın kumlarıdır. Önce usulca birbirine yaklaşır, çığırtkan bir sese karışır, ardından sonsuzluğa ulaşır. Fikrim aynalara yansır kör karanlıkta. Ben göremem...

Dinginim bugünlerde. Kifayetsiz, rutinim. Umursamazım biraz da. Hafif de mutluyum. Sebepli ya da sebepsiz. Arzularım bugünlerde edepli ya da edepsiz. İkilemin hep olumlu kısmına denk geliyor bu günlerde ruh halim. Piyano konçertosunun ortasında buluyorum kendimi. Bedenimi etkileyemiyor hiçbir tını. Hiç bir oktavı yüksek erkek ya da kadın sesi. Kulağıma belli belirsiz uzaktan bir seda geliyor. Var ile yok arası. Bir kanadın çırpınış sesi bu. Bir kelebeğin, bir böceğin ,bir sineğin, bir yüreğin…

Belki de bir çiçeğin… Bahar öncesi kendini soymadan evvelki son evresinin utangaç halidir ! Usulca soyar kendini. Dilim dilim açılır. Kanadını çırparak yaklaşır bir kara aşık. Hızla çırpar, öyle hızlı çırpar ki kanatları görünmez olur. Coşkusunun sesi böceği sağır edebilir. Yüreği binbeşyüz kez atar. Kulaklarından çıkıp çıkıp,  girer  aşkının sesi. Aşkının silüeti. Aşkının o dokunmaya kıyamadığı siması. Yaklaşır yanına. Kalbiyle beraber kanatları da duruverir birden ve atar kendini çiçeğin kollarına. Tam ortasına bırakır kendini. En değerli, en kıymetli haznesinde yüreği durmuş vaziyette yatar. Gözleri kapalı. Tüm bedeni, işlevini o an bırakır. Duyulan tek ses meltemin var yok arası tatlı sesidir. Bir de konçertonun ince tılsımı. Hafifçe gözünü aralar. Maviliği karartan düşmanıyla göz göze gelir.

Aynı çiçeğe bağlanan iki böceğin karartılı kavgasıdır az sonra yaşanacak olan. Deli bir çekişme başlamıştır. Durdurulamaz. Önüne geçilemez. Havada uçuşan öfkenin, sahiplenmenin, kızgınlığın sesidir. Uğultulu bir ses evrenin boşluğunda gezinir. Birbirine karışır. Yumak olurlar, topak olurlar, sinir olurlar. Zaman geçer yok olurlar. Çırptıkları kanatların serinliği az sonra yerini fırtınaya bırakır. Ve incitmeye başlarlar uğruna kavga ettikleri çiçeği, farkında olmadan. Renkli yapraklarına değer önce. Biçer, deler, yakar, geçer.

Çiçek kendinden geçer. Oysa ne güzel bir sabaha uyanmıştı. Yüreği usulden atmış, güne gülerek başlamıştı. Gökyüzünün berraklığı içine yansımıştı. Kendisini güneşe karşı serip, bir güzel tadını çıkaracaktı. Bedenine değen sıcaklığa, yanına yaklaşacak böceğin ince çelimsiz ayakları eşlik edecek, özünden biraz almasına müsaade edecekti. Güneş batmadan kendini yine kapayacak, ertesi güne saklayacaktı kendisini. Tüketmeyecekti kendisini, kirletmeyecek.

Boynu bükük… Perişan olmuştur. Yaprakları delik deşik. Az önceki savaştan, başkalarının kendisi için verdiği savaştan, zararlı çıkan o olmuştur. Canı yanan. Özü etrafa saçılmış, kırık dökük yüreği. Çırılçıplak. Üşüyordur. Güneş bile ısıtmaya yetmez. Aşkın soğukluğu karşısında yüreği çoktan donmuştur. Narin bir gelin gibi duran ince alımlı bedeni yavaş yavaş boynunu büker, kendini toprağa bırakır. Köklerinden bağlandığı yere bu defa ebedi sonsuzluk için uzanır. Usulca bırakır kendisini. Deliklerden içeri sızmaya çalışan güneşin haykırışlarını artık duymaz ve konçerto sonlanır.

Dar alanda attığımız pasların kısa sürede tekrar yüzümüzde patlaması ve canımızı acıtan koca bir yalan mıydı hayat?

Şiir tadında bir gün geçirmeniz dileğiyle

Sevda kaçsın çayınıza