Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 1948 yılında kabul etiği Soykırım Sözleşmesi’ne göre 

Fanatik Ermenilerin Soykırım söylemleri dayanaksız ‘iddia’dan başka bir şey değildir.’ 

Oğuz Çetinoğlu: Fanatik Ermeniler, ‘Soykırım’ kavramı netliğe kavuşturulmamış gibi davranıyorlar… Hatta kendilerine göre mânâ yüklüyorlar… 

Ferruh Demirmen: “Soykırım” kavramı için 1948 BM Soykırım Sözleşmesi esastır ve kavram Sözleşme’de net olarak ifade edilmiştir. Bu Sözleşme’nin 6. maddesi soykırım suçunun, bir yargı kararını gerektireceği üzere, yetkili bir mahkeme tarafından saptanmasını şart koşar. Bu zorunluluk AİHM’nin 2013 ve 2015 İsviçre-Perinçek davaları ile ilgili hükmünde ve daha sonra 2016’da Fransa Anayasa Konsey’in kararında kayda alınmıştır. Bu Sözleşme’ye ve yargı kararlarına göre bireylerin, parlamentoların, hükümetlerin ve MESA gibi kuruluşların soykırım suçunda hüküm verme yetkileri yoktur.

“Ermeni soykırımı” ile ilgili herhangi bir yargı kararı yok. Evet, kesinlikle yok. Hatta geriye gidersek,1919-1921 Malta Yargılaması’nda Osmanlı hükümeti ileri gelenleri aleyhine bir suç delili bulunamadı. Ermenistan soykırım iddiasını bu güne dek niçin Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na taşımamışdır, Ermeni tarafı bu konudan hiç söz etmez. Zira davayı kaybedeceklerini, en başında davanın reddedileceğini bilirler. Hırvatistan 1999 yılında Sırbistan aleyhine böyle bir dava açmıştı. Mahkeme kararı Ermeni tarafı için bir “soğuk duş” sayılır. 

Çetinoğlu: Avrupa mahkeme kararlarları hakkında kısa da olsa bilgi lütfetmeniz mümkün mü?

Demirmen: AİHM Ermeni soykırımının olup olmadığı hususunda bir hüküm vermedi; zaten bu hususta hüküm vermek zorunluluğunu hissetmedi. Dava, Sayın Dr. Doğu Perinçek’in “Ermeni soykırımı bir uluslararası yalandır” söyleminin İsviçre’de bir suç teşkil edip etmemesi ile ilgiliydi. İsviçre yasasına göre “Ermeni soykırımı”nı tanımamak bir suçtu ve Perinçek bu nedenle cezalandırılmıştı. Bunun üzerine Perinçek kararı AİHM’ne taşıdı. AİHM alt dairesi Aralık 2013’de aldığı bir kararla davacının lehine olarak, Perinçek’in cezalandırılmasının onun ifade özgürlüğünü ihlâl ettiği hükmüne vardı ve bu arada “Ermeni Soykırımı”nın bilginler arasında tartışmalı bir konu olduğunu, bir konsensusa varmanın zor olduğunu, ve konunun salt bir yargı sorunu olduğunu kayda aldı. Ermeni tarafı kararı temyize götürdüyse de, büyük baskılara karşın AİHM Büyük Dairesi Ekim 2015’de alt dairenin kararını onayladı. Bu şekilde 1948 BM Soykırım Sözleşmesi uyarınca “Ermeni soykırımı” hususunda bir yargı kararı olmadan bireylerin, parlamentoların, vb. hüküm verme yetkileri yoktu. Karar, Ermeni tarafı için büyük bir yenilgi idi.

Aynı şekilde, Fransa Anayasa Konseyi Ocak 2016’da aldığı bir kararla bir suçun soykırım olması için yargı kararının şart olduğunu, parlamentoların bu noktada yetkisi olmadığının altını çizdi. Mahkeme ayrıca Yahudi Holokost suçunun aksine “Ermeni soykırımı” hakkında bir yargı kararı (1945-46 Nürnberg Mahkemesi) olmadığını belirtti. Konsey’in daha sonra aldığı bir kararla Fransa’da “Ermeni soykırımı”nı inkâr etmek suç olmaktan çıktı.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Açıklamanıza devam eder misiniz?

Demirmen: Durum böyle iken, yani bir yargı kararı yok iken, MESA’nın ve Ermeni tarafının yaptığı gibi, 1915 olaylarına ilişik bir iğrenç soykırım suçunu Türklere yüklemek büyük haksızlıktır, bile bile karakter katliamıdır. Böyle karalamalar affedilemez.

Çetinoğlu: ‘Jenosit’ kelimesini de rahatlıkla kullanıyorlar…

Demirmen: Jenosit suçu uluslararası yasa çerçevesinde tanımlanmış olup yine bu çerçevede hükme tâbidir. Yasaların egemen olduğu toplumda yaşıyoruz ve uluslararası olanlar dâhil, yasalara uymak zorundayız. Ermeni tarafı bu düzeni görmezden gelemez.

Çetinoğlu: İfâde buyurduğunuz hakîkatleri bilerek göz ardı ediyorlar… 

Demirmen: Evet. Göz ardı ettikleri için de neden bu kadar hoşnutsuz ve öfkeli olduğumuzu belki anlamıyorlar, anlasalar da umursamıyorlar. Bir de yaraya tuz biber ekercesine bu suçlamaları “insan hakları” çerçevesinde yapıyorlar. 

Berlin gibi Türkiye’den ırak olmayan bir yörede WATS gibi bir uluslararası konferans düzenliyorlar; Türkleri fütursuzca soykırım ile suçluyorlar; “Türkü Dövme Şöleni” gibi olan bu konferansa katılmak isteyen Türk akademisyenlere kucak açarken, bildikleri gerçekler doğrultusunda tarihî miraslarını savunmak isteyen Türkleri dışlıyorlar. Bu yaptıkları ayıptır.

Aslında Türklerin bütün beklentisi, tarihî müzakerelerin edep sınırları içinde yapılmasıdır.

Çetinoğlu: Türkiye’deki akademisyenlerin ve üniversitelerinin tâciz edildiği iddialarına da itirazınız vardır mutlaka… 

Demirmen: Akademisyenlerin üniversiteleri ya da Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından tâciz edildiği ithamlarının ne ölçüde doğru olduğunu bilmiyorum. Bence akademisyenler normal olarak istediklerini söylemekte ve yazmakta serbest olmalıdır. Şunu da derim ki, bu akademisyenler araştırmaları için “Ermeni Soykırımı”nı destekleyen yabancı vakıflardan fon alıyorsa, yurt dışındaki bir konferansa gidiş için devletten teşvik ya da yardım beklememelidir. Konrad Adenauer Vakfı, mesela, böyle bir vakıf. Bu tür araştırmalardan elde edilen sonuçlar doğaları gereği lekelidir. Böyle karşılık içeren, araştırmacı ile finansör arasındaki ensest türü ilişkiler kınanmalıdır. Tâciz edildiği savlanan üniversitelerin durumu da aynı çerçevede değerlendirilebilir. 

Yabancı fonlardan yararlanarak “Ermeni soykırımı” tezini yurt dışında savunmaya kalkan Türk akademisyenlerin her şeyden önce vicdanları ile hesaplaşmasını dilerim.

Eminim ki, şikâyet mektubu gönderen eden MESA yöneticileri, Türk adı taşıyan bazı akademisyenlerin Ermeni kaynaklarından fon sağlayan Kuzey Amerika’daki kuruluşlar tarafından nasıl el üstünde tutulduğunu ve “takdir edildiğini” de iyi bilirler. İsim vermeye gerek yok.

İlâveten, akademik meşguliyet bir insana kendi milletini haksız yere karalamak için ulu orta serbestiyet getirmez, ve o kişiyi eleştirilerden izole etmez.

Sonuç olarak Profesör Baron ve Dr. Newall’a mektubumda bir tavsiye olarak dedim ki, bazı Türk akademisyenlerin WATS konferanslarına katılımı ile ilgili tâciz şikâyetlerinizi Türk yetkililerine iletmeden önce, tâbiri câizse, siz önce kendi evinize çeki düzen verin ve düzenlediğiniz konferansları her iki tarafın bilginlerine açık utun.

Böyle yapmakla bilimsel çalışmaları ve akademik özgürlüğü desteklemiş olacaklarını, edebiyatını yaptıkları ilkelere sadık kalmış olacaklarını, ve itibar kazanabileceklerini ifade ettim. Bilmelidirler ki, fikirlerin ve bilgilerin serbestçe paylaşılmasının yerini alacak başka bir alternatif yoktur.

Son olarak, “Aşırı milliyetçi,” “sağcı” ve “soykırım inkârcısı” gibi küçültücü etiketleri, Ermeni tarafının tarih anlayışını benimsemeyen Türk aydınları için kullanmamalarını önerdim. Bu üslûp MESA yöneticilerine yakışmıyor. Onlar için “aşırı liberal,” “fanatik,” “soykırım ithamcısı,” vb. dense, hoş karşılarlar mı?

Çetinoğlu: Teşekkür ederim, Ferruh Bey. Son bir soru sorayım: ABD Kongresi’nde bir Ermeni soykırımı tasarısı olduğundan bahsettiniz. Bu tasarının kabul edilme şansını nasıl görüyorsunuz?

Demirmen: Bu oldukça uzun bir konu. Ermeni tarafının çok aktif bir şekilde çalıştığı, buna karşın Türk tarafının (Türk hükümeti dahil) zayıf kaldığı, hatta bir bakıma umursamazlığı, düşünülürse,  “H. Res. 220” adı altındaki tasarının önümüzdeki yıl ABD Kongesi’nden geçme şansını %50 olarak görüyorum. Böyle bir tasarının bugüne dek ABD Kongresi veya ABD Yönetimi tarafından kabul edilmemesinin başlıca sebebi, ABD’nin Türkiye’yi, özellikle NATO çerçevesinde, stratejik bir ortak olarak algılamış olmasıdır. Bu algı azaldığı ölçüde böyle bir tasarının kabul şansı artmaktadır. Bunu telâfi etmenin tek yönü, Türk tarafının daha büyük bir etkinlikle faaliyet göstermesidir. “Faaliyet” deyince salt politikacılara ulaşmayı değil, Türk tezinin yabancı medya ve akademik ortamlarda işlenmesini kastediyorum. Bu noktada maalesef fazla ümitli değilim.

Şunu da ilâve edeyim ki, Ermeni sorununda haksız soykırım suçlamaları ve imajlarını yurt dışında medyaya ve komuoyuna taşıyanları adalet önünde sorgulama zamanı gelmiş, hatta geç kalınmıştır.  Örneğin, en son Holywood ürünü “İmha Niyeti” adlı film, tiksindirici imajları ile Türkler için rezil rüsva bir film. Diyaspora-kaynaklı finansman yoluyla bu yönde ard arda filmler üretiliyor. Ancak ne yazık ki, yargıya başvurma yönünde Türk tarafında bir istek veya hareketlilik görmüyorum. İfade özgürlüğünün sınırı vardır.

DERKENAR:

10 SORUDA ERMENİ MESELESİ…

OĞUZ ÇETİNOĞLU                                                                                                      

1-Ermeniler bizi ne ile suçluyorlar?

-Vatan topraklarını ellerinden aldığımızı iddia ediyorlar. Bu iddia asılsızdır. Türkler geldiklerinde Anadolu’da bir Ermeni devleti yoktu. Bizans İmparatorluğu vardı. Zâten bu iddialarını da Türkler Anadolu’ya geldikten hemen sonra değil de 1960’lı yılların ortalarında ileri sürdüler. 

2-‘Soykırım’ iddialarının aslı nedir?

-Aslı yoktur. Milletlerarası kuruluşlar tarafından ‘soykırım’ kavramının târifi yapılmıştır. 1915 olayları bu târifin kapsamı dışında kalmaktadır. 

3-‘Ermeni problemi ’  denilen mesele nereden çıktı?

Ermeniler, tâbi oldukları Osmanlı Devleti’ne ihânet edip, savaş hâlinde bulunduğumuz Ruslarla işbirliği yaptılar. Bu hareketin cezâsı her ülkede mutlaka idamdır. Osmanlı bu cezâyı uygulamadı, Ermenileri savaş alanının dışındaki bölgelere nakledip orada yerleşmelerini sağladı. 

Nakil sırasında, yeterli ilaç ve gıda maddesi bulunmadığından yolda ölen Ermeniler oldu. Bunda, bırakınız ‘kasıt’ unsurunu ‘tedbir noksanlığı’ olarak bile düşünülebilecek ve ‘suç’ olarak isnat edilebilecek bir durum yoktur. 

4-Osmanlı topraklarındaki Ermeni nüfusu ne idi, nakil sırasında kaç Ermeni öldü? 

-Gerek Osmanlı Devleti’nde yaşayan, gerekse nakil sırasında ölen Ermenilerle ilgili olarak kayıtlara intikal eden rakamlar çelişkilidir. Osmanlı târihi ve Ermeni iddiaları alanında yaptığı çalışmalarla tanınan, 1930-2006 yılları arasında yaşamış ABD’li tarihçi Stanford J. Shaw’a göre 1.229.007, 1926-2014 yılları arasında yaşayan Amerikalı tarihçi William H. Lynch’e göre; 1.326.246, İngiliz salnâmelerine göre 1.056.018, Fransızlara göre 1.450.018, Patrik Nerses Varjabedyan’a göre 1.150.000 kişidir.

Nerede, katledildiği iddia edilen 1.500.000 Ermeni? 

Nakil sırasında ölen Ermenilerin sayısı da çelişkilidir: Halil Berktay’a göre: 300.000, Taner Akçam’a göre 800.000, Ermenilere göre 1.500.000, Orhan Pamuk’a göre 1,5-2 milyon, İngiliz Yabancı İşler Dairesi yetkilisi Arnold J. Toynbee’ye göre 600.000, Yusuf Halaçoğlu’na göre 8.500 kişidir.  

Ermeniler, Türkleri katletme operasyonlarında kullanılmak üzere Everek’teki evinde bomba yaparken çıkan yangında ölen Kivork’u da Türklerin öldürdüğünü belirten zabıtlar düzenlemişlerdi. Olayı bilen Ermeni Karabet ve yangını gören fırıncı çırağı Yusuf Bakırbilek ihbarda bulununca olay yeniden inceleniyor ve gerçek ortaya çıkıyor. 

Ermeniler, yalan uydurmakta çok başarılılar. Ne var ki başarıları yatsı olmadan buhar gibi uçuyor.   

5- Ölen Ermenilerle ilgili rakamların en azı 8.500…  Az bir rakam mı bu? Ölen insanlardan söz ediyoruz…

-Haklısınız. Elbette büyük bir rakamdır. Fakat aynı sebeplerle savaş alanı dışında Ermeniler tarafından öldürülen ve gıda-ilaç yetersizliğinden ölen Türklerin sayısı 200.000 civarındadır.  

6-Ermeniler, mâsum ve mağdur olduklarını iddia ediyorlar…

-Bu iddiaları, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Doğu Anadolu, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcüstan’ı gezip dikkatle inceleyen Amerikalı General Harbord, tanzim etmiş olduğu raporda cevaplandırıyor: ‘Erzurum’da, Hasankale’de Türk evlerinin, içindeki insanlarla birlikte yakıldığını gördüm.’ 

Harbord Raporu’ olarak anılan belgeye dayanarak İngiltere’nin tanınmış devlet adamı Lord Curzon, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunları söylüyor: ‘Ermeniler, 7-8 yaşında pek mâsum ve temiz bir kız çocuğu değildir. Zira Ermeniler, özellikle son hareketlerindeki vahşetle, ne ölçüde kan dökücü, vahşi bir millet olduklarını, bizzat kendileri ispat etmişlerdir.’

Ermenilerin geçici iskân için götürüldükleri yer, çöl değil, ziraate uygun yerleşim bölgeleridir. 

Rus askerî tarih yazarı Boris Mihayloviç, kitaplarında Ermeni cemiyetlerinin Rus ordusuna yardım ettiklerini ve Türklerin buna karşı tedbir almak haklarını kullanmanın çok tabiî olduğunu belirtiyor. 

Milas doğumlu olup 1916’da ABD’ye göç eden Yahudi Albert Amateau, yeminli notere verdiği ifâdede, soykırım iddialarının tamamen yalan ve iftira olduğunu söylemiştir.  

7-Deniliyor ki; yalnızca Ermeniler bulundukları yerden başka yerlere göç etmek mecburiyetinde bırakıldılar…

-Bu da yalan. Ruslara yardım ettikleri belirlenen bölge halkından Kürtler de başka yerlere yerleştirildi. Bu husus, ‘Urfa’da Ermeni Yetimhânesi’ isimli kitabın yazarı Amerikalı Mary Caroline Holmes tarafından belirlenmiştir. 

Diğer taraftan, Rus istilası sırasında Ermeni cinâyetlerinden kurtulmak için; Erzurum ve Erzincan’dan, Diyarbakır üzerinden Halep ve Adana yolu ile Konya ve Sivas’a sığınan Türkler vardır. Bunlar da Araştırmacı Yazar İsmet Bozdağ’ın, ‘Hodri Meydan’ isimli kitabından alınan bilgilerdir. İsmet Bozdağ; ‘Trabzon, Van, Bitlis, Erzurum vilayetlerinin Ruslar tarafından istilası sırasında oralarda yaşayan Türklerden 500.000 kadarının Ermeniler tarafından katledildiğini, 100.000 kadarının da hicret sırasında; soğuktan, açlıktan ve bakımsızlıktan öldüğünü’ belirtiyor. Bunların sorumlusu da Ermenilerdir. 

Bölge işgal hâlindeydi. Devlet otoritesi yoktu. Her türlü etnik ve dinî gruptan eşkıyalar, soygun yapıyor, adam öldürüyordu. Çerkezler Kürtlerle, Kürtler Ermenilerle, Ermeniler Türklerle kıran kırana bir çatışma içerisinde oldular. Bu çatışmalarda Osmanlı Devleti’nin hiçbir dahli yoktu. Olayları önleyecek gücü de yoktu. Tamamı halk hareketiydi.

8-Gerçekte neler oldu?

-Ermenilerin modern silahlarla düzenledikleri saldırılar karşısında Türk köylüler kendilerini taş, sopa ve kazma sapı ile savunmaya çalıştılar. Eli silah tutabilen kadın-erkek herkes savaş meydanında bulunduğundan köylerde ihtiyarlarla, savaşa katılamayan kadınlar ve çocuk yaştaki Türklerden başka kimse yoktu. Toplu mezarlarda, 80 yaşındaki ihtiyarlarla, ana karnı deşilerek çıkartılmış ceninler vardı.  

9-‘Mavi Kitap’ meselesi nedir?

-Bu kitap, Birinci Dünya Savaşı içerisinde çıkarılmış, savaş propagandası maksatlı bir yayındır. Ermeni militanlar, 2000 yılında ikinci baskısını yaptılar. 

İngilizler tarafından hazırlanmış mavi kitaplar da vardır. Bu kitaplardaki bilgi ve belgeler, elçilik ve konsolosluk raporları gibi resmî belgelerden oluşur. İngilizler bu belgeleri incelemeye açmıyorlar.  Ermeniler tarafından hazırlanan Mavi Kitap, resmî belgelere dayanmıyor. Çünkü 1914’te bütün yabancı diplomatlar Türkiye’yi terk etmişlerdi. Dolayısıyla 1915 olayları, misyonerler, gazeteciler ve Ermeni komitacılar gibi resmî sıfatı olmayan Türk aleyhtarı kimselerden alınan bilgilere göre düzenlenmiştir. Kitabın içinde 150 belge vardır. 70’i Ermeni iddialarını benimseyen Amerikalı misyonerler, 50’si Ermeni militanlar, Taşnak komitecileri tarafından kaleme almıştır. Amerikalı tarihçi Prof. Justin Mc Carthy eserinde, bu kitaptaki belgelerin tamamen sahte ve düzmece olduğunu belirtiyor. 

Ermeniler ve onlara destek veren yandaş devletler, iddialarında haklı olduklarına inansalar, Türkiye’nin karşılıklı olarak arşivleri açma teklifine destek verirlerdi. 

10-Netice?

-Rusya, ‘Türk Boğazları’ olarak anılan İstanbul ve Çanakkale boğazlarından sıcak denizlere açılamayınca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Akdeniz’e inebilmek için, bağımsız devlet kurma imkânı sağlayacağı vaadiyle, Ermenileri kandırdı ve kendi ideallerine hizmet eder hâle getirdi. Kandırma işlemine 1800’lü yılların ilk yarısında başlamıştı. Anadolu’nun istilasını kolaylaştırmak için kullandığı oltanın ucuna, ‘Büyük Ermenistan’ vaadini yem olarak taktı. Dünyanın dört bir bucağındaki Ermeniler, oltaya takıldılar ve yüzyıllardan beri rahat-huzur içinde yaşadıkları bölgelerden, ‘Ermenistan’ adı ile anılan topraklara geldiler. Ruslar böylece önce Ermenilerin, sonra da Türklerin rahatlarını ve güvenli düzenlerini bozdular. Açık ve kesindir: Ermeniler, Rusya’nın siyasî çıkarlarına âlet olmakla gülünç ve iğrenç hesaplar uğruna kendi kendilerini perişan ettiler. 

Asılsız iddialarında ısrar ederlerse, perişanlıkları devam edecek. Bölgede çıbanbaşı olarak kalacaklar. Ne kendileri huzur bulacak, ne komşularında huzur bırakacaklar. 

FERRUH DEMİRMEN:                                                                                                                                    

Bursa doğumlu, liseden sonra yüksek eğitimini ABD’de yaptı. Yer bilimler (jeoloji) dalında Stanford Üniversitesi’nden Master ve doktorasını aldı. Meslekî hayatını kısa süre (Mâden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü) MTA’da çalıştıktan sonra değişik ülkelerde petrol arama ve üretim sektöründe devam etti. Hollanda (Lâhey) merkezli Royal Dutch Shell şirketinden emekli oldu; daha sonra bağımsız danışman olarak faaliyet gösterdi. Enerji konusunda (teknik ve jeopolitika) yaklaşık 90 makelesi olup yurt içinde ve yurt dışında, birçoğu davetli olarak, konferanslar verdi; “Society of Petroleum Engineers” kuruluşundan teknik bağlamda özel ödül aldı. 2000 yılı başlarından beri hobi olarak Ermeni sorunu konusunda incelemeler yaptı, konferanslar verdi, makaleler yazdı. Hâlen ABD’de Houston şehrinde ikamet etmektedir.