Türk ve İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük düşünürü Fârâbî, İslamiyet’in akla dayalı bir din olduğuna inanıyordu. İslâmî fikir tarihini başlatan Türk bilgini, Aristo’dan sonra ikinci öğretmen olarak anıldı. Üstat olan Aristo’yu yeniden şerh ettiği, kurduğu felsefenin eksik yanlarını tamamladığı için ikinci üstat dendi. Fikirleri ve eserlerini kolaylıkla anlaşılır biçimde dile getirmesi ile doğuda da batıda da hayranlık uyandırdı.

Çağından yüzyıllar önce ideal insana, ideal yaşama ve ideal devlet üzerine fikirleriyle ilimleri sınıflandırdı. Fizik, matematik ve metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, avrupalı bilginler tarafından ancak on üçüncü asırda kabul edildi.  Batı felsefesinin de kuruluşuna hizmet ederek uygarlığına katkı sağladı. Montesgieu, Spinoza gibi batılı filozoflar, Farabi’nin eserlerinin tesirinde kaldılar. İbni Sina: Farabi’ nin bir mezat yerinden satın aldığı kitabı sayesinde, o zamana kadar bir türlü kavrayamadığı metafiziği, tamamen öğrendiğini söyler.

Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla ‘Model Şehir’ kitabı, sosyoloji ve siyaset bilimine ilk önemli katkısıdır. Kitapları 18. yüzyıl sonuna kadar Avrupa üniversitelerinde okundu. Eserlerinin çoğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık üzerine 43, metafizik üzerine 11, ahlak üzerine 7, siyaset bilimi üzerine 7, müzik 17, tıp ve sosyoloji üzerine de 11′i tefsir olmak üzere 117 eserini miras bıraktı.

Siyaset ile ahlak arasında kurduğu sıkı ilişki nedeniyle  “Tasilüs-Saâde” adlı eserinde siyasal lideri bir ahlak prototipi, önderi ve öğretmeni olarak görür. Devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, öncelikle “adalet”i belirtir ve “Adalet, toplum mensuplarının paylaştıkları bütün iyi şeylerin başında gelir.” der.

Devlet felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini ortaya koyduğu eserlerinde devleti uzuvcu bir yaklaşımla ele alır. İnsan vücudu nasıl belli organlardan oluşuyorsa, çeşitli düzeydeki toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler sürer. Bu konuda beş tabakalı bir “Erdemli Şehir” “Medine-i Fadıla” tablosu çizer.

Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hükümdar” bulunur, eğer böyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri yönetir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlıdır ve toplumun yönetiminde “adalet” ilkesi egemendir.