Güneş ziyayı / ışığı, ışık gündüzü gerektirdiği derecede; kâinat ve evrendeki hikmet / İlahî gaye ve maksatlar da; Ahmed’in yâni, Hz. Muhammed’in risalet ve peygamberliğini gerektirir.

Nitekim haklı ile haksızı ayıran, işi hikmetle / bir amaç gözeterek yapan Allah’ın Hakem ve işleri belli gaye ve amaçla yapan Allah’ın Hakîm isimlerinin en büyük tecellî ve görüntüleri; azamî şekilde / son derecede Ahmed’i yâni Hz. Muhammed’in varlığının; gönderilmesinin, İlahî mesajla görevlendirilmesinin şart ve elzem olduğunu icap ettiriyor.

Nitekim Esma-i Hüsna / Allah’ın en güzel isimlerinden -tüm isimlerini içeren- Allah, sonsuz merhamet sahibi Rahman, çok şefkatli / Rahîm, çok seven ve sevilen / Vedûd, nimet verici / Mün’im, ihsan ve bağışta bulunucu / Kerîm, güzel / Cemîl, mürebbî ve terbiye edici / Rab gibi, Allah’ın birçok isim ve adlarının her biri; kâinattaki en büyük bir tecellî / görüntü ile, azamî bir şekilde ve kesin bir sûrette, Hz. Muhammed’in risalet / peygamberlik ve elçiliğini gerekli kılıyor.

Madem kâinat mevcuttur / vardır. İnkâr edilmiyor. Yok sayılmıyor.

Elbette kâinatın renkleri, ziynetleri / süsleri, ziyaları / ışıkları, sanatları, hayatları, rabıtaları / bağları hükmünde olan hikmet / İlahî gaye, inayet / yardım, rahmet, cemal / güzellik, nizam / düzen, mizan / ölçü / denge, ziynet / süs gibi gözle görünen hakikat ve gerçekler; hiçbir cihetle inkâr ve ret edilmiyor.

Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değil. Elbette o sıfatlarla vasıflanan / nitelenen biri var. O fiil ve hareketlerin fâili / yapanı var. O ziya ve ışıkların güneşi olan biri var.

Üstelik o zâtın yâni Allah’ın vücûdu / varlığı zaruri ve zorunlu.

Aynı zamanda o kişi Hakîm / hikmet sahibi, bilge bir zât. Ayrıca o zât Kerîm / ihsan ve ikramı bol.

Rahîm / çok acıyıcı.

Cemîl / güzellik sahibi.

Hakem / haklı ile haksızı ayıran ve her işi bir hikmete / bir amaca göre olan Allah.

Hele onun Adl’i / adaletli oluşu hiçbir bakımdan inkâr ve red edilmez.

İnkârı kaabil, mümkün ve olası hiç değil.

Elbette o saydığımız İlahî sıfat ve fiillerin zuhûrunun ve meydana gelişinin bir sebebi var.

Belki mükemmel ve tam oluşlarının bir gereği var.

Belki değil muhakkak olan şudur ki, tahakkuk / ortaya çıkış nedeni var.

İşte bütün bu sebep ve nedenlerin odak noktası, ekber / en büyük rehber / en büyük önder olan Hz. Muhammed’dir.

Ekmel / en mükemmel muallim / öğretmen olan Hz. Muhammed’dir.

Âzâm / en büyük dellâl / ilân edici olan Hz. Muhammed’dir.

Evet, hiç şüphesiz Kâinat’ın / Evren’in tılsımını / gizli sırrını keşfeden / açan Hz. Muhammed’dir.

Her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisinin ise hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı yâni, Samed olan Yüce Allah’a âyîne / ayna olan Hz. Muhammed’dir.

Ve o Rahman / çok merhametli olan Allah’ın sevgili habibi olan Hz. Muhammed’dir.

İşte böyle cihannüma / cihanın maddî-mânevî her yönünden bizleri haberli kılan Hz. Muhammed’in risaleti, peygamberliği ve elçiliği; hiçbir şekilde inkâr edilmez. Edilemez.

Hakikat âleminin, kâinat / evren gerçeğinin ziya ve ışıkları gibi, Hz. Peygamber’in de ziyası, nûr ve ışığı; görmezden gelinemeyecek şekilde; kâinatın en parlak, en şaşaalı bir ziyası, nûru ve ışığıdır.

Öyle ise, Cenabı Hakk’a iman eden / inanan kimse; elbette O’na itaat edecek / O’na boyun eğecek. Fakat itaat yolları içinde en makbûlü / kabûle şâyân olanı, en müstakimi / en doğru olanı, en kısası, şüphesiz Habibullah’ın / Allah’ın sevgili elçisi ve kulu olan Hz. Muhammed’in gösterdiği ve takip ettiği yoldur.

Çünkü O’na Rabb’i edep yolunu; en güzel bir surette ihsan etmiş / vermiş ve O’nu en güzel bir tarzda edeplendirmiştir.