Yarın 23 Nisan 2014 “Demokrasiye adım atmamızın” ve 2000 yıllık millet hayatımızda kurduğumuz devlete milletimizin isminin verildiği günün 94. Yılıdır. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günün yıldönümü aynı zamanda da “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır.” Kutlu olsun. 
Aslında bu haftaki yazımın ağırlığını dünyayı ayağı kaldıran Ermeni Diasporasının 24 Nisan 1915 “soy kırım” teranelerinin ne kadar haksız olduğunu göstermek olacaktı. Düşündüm dedim ki, ben zaten bu konuyu 2013 yılda yazmış olduğum  “Türkler Ermeni Soy kayırımı Yapmıştır (Paraf Yayınları),” kitabımda genişçe anlatmıştım. Ama yine de Ermenilere yüzyıllardır, koruyup kollayıp ve kayırdığımızı ve onların hamileri olan İtilaf Devletleri hatırına 1397 kişiyi yargılayıp birçoğunu idama mahkûm bile ettiğimizi söylemeden geçemeyeceğim. Ama yine de o gün yaşanan acı olaylardan birisini anlatacağım. Bakınız biz o günlerde “soy kırım“ yaptınız diye evlatlarımızı yargılarken; öbür taraftan da İngiltere İşgal mahkemesi yine bizim evlatlarımızı “soy kırım” yaptınız diye tutuklayıp yargıladığında “suç unsuruna rastlanmamıştır, diye serbest bırakmasına bırakmıştır. Fakat Osmanlı yine de bunu göz önüne almayıp çeşitli cezalara çarptırmıştır. Ne kadar acı değil mi? Düşman bile “soy kırım” yok dediği halde, dost cezalandırıyor. Yani birçok kahraman vatan evladı Ermeni militanlarının belgesiz ve isnatsız olarak suçlamalarına maruz kalıp da Osmanlı mahkemesinde ceza almışlardır. Onlardan biri de Sivas eski valisi şehit Dr. Reşit Bey olmuştur. İşte masum suçsuz kahraman vatan evladı Dr. Reşit Bey’in içler acısı hazin sonunu beraber görelim. 
“Ermeni meselesinden hapsedilen eski Sivas Valisi Doktor Reşit Bey (Şahin Giray), 25 Ocak 1919 tarihinde Bekir ağa Bölüğü’nden kaçtı. Ermeni gazeteleri, Ermeni kamuoyuna hep Dr. Reşit Bey’in idam edileceğini açıktan açığa duyuruyor ve adeta vaat ediyordu. Dr. Reşit Bey kimdi? Ne yapmıştı? Ermeniler ona karşı niçin bu kadar büyük bir intikam besliyordu? Çünkü gerçekten vatansever ve namuslu adam Genel Harp’te Ermenilerin Türk ihanet planlarını altüst eden tek adamdı. Eğer Dr. Reşit Bey olmasa idi, Ermeni komiteleri bütün Diyarbakır, Van, Muş ve Bitlis civarındaki yüz binlerce Ermeni’yi silahlandırarak ordumuzu arkadan vurmak için hazırladıkları hücum planını uygulayabileceklerdi. Dr. Reşit Bey melun planı haber alır almaz vaziyeti derhal İstanbul’da Babai’ye yazı yazarak talimat istedi. Hükümet ise Ermeni çetelerinin yok edilmesi emrini verdi. 
Çeteler bu suretle planlarının suya düştüğünü görünce kaçtılar ve rast geldikleri Müslüman ve Türk köylerinde bütün halkı keserek küçük çocukları analarının gözü ününde duvarlara çivilemek gibi vahşetler göstererek Ruslara sığındılar. Fakat Ermeniler, planlarını suya düşüren, bıraktıran Dr Reşit Bey’i unutmadılar. İstanbul Ermeni Kulübü Dr. Reşit Bey’in tutuklanmasını isterken bu komitelerin intikamcı kararlarına alet olmuş, bu vatanseverin idamını isteyen Ermeni gazeteleri de aynı çirkin intikam gayesi etrafında çalışmışlardı. İşte yukarıda belirttiğimiz gibi, bazı kimseler Dr. Reşit Bey’i hükümetin zulmünden yani Bekirağa Bölüğü’nden kaçırmağa teşebbüs ettiler... Tertibat aldılar ve kaçırdılar. Bu kaçma olayı İstanbul’da ve bilhassa Damat Ferit Paşa’yı kudurttu Dr. Reşit Bey hiçbir yerde yoktu. Damat Ferit Paşa buhranlar geçiriyor:
-Bu herif mutlaka bulunacak! Diye tepiniyordu. Tehditler, baskılar fayda vermeyince işi paraya döktüler. Ferit ve takımının koktuğu Dr. Reşit Bey’in kaçmasından çok kendileri aleyhinde bir komitenin varlığı idi. Demek Harbiye Nezareti içerisindeki bir hapishaneden bütün inzibat tedbirlerine rağmen bir tutukluyu kaçırabilen bir teşkilat vardı. Bu teşkilat kim bilir daha neler yapacaktı! İşte bu endişedir ki; vatan hainlerini huzursuz ediyor ve harıl harıl Dr. Reşit Bey’i arıyorlardı... Kaçıştan üç gün kadar sonra bir sabah Nişantaşı’nda Teşvikiye Caddesi’nden hızlı adımlarla bir adam geçiyordu. Başını önüne eğmiş, paltosunun yakasını kaldırmış, kendisini tanıtmamak ister bir vaziyet ile giden bu zat Teşvikiye Karakolu’nun önünden geçerken daha çok örtünmek, daha fazla kendini gizlemek lüzumunu hissetti. Paltosunun yakasını açarak başını büsbütün içine çekti ve adımlarını sıklaştırdı. Fakat bu esrarengiz adamın ani hareketi yolun karşı kaldırımından geçen başka birinin yolun dikkatini çekmişti. Gözlerinde vahşi bir ışık parladı. Yumruklarını sıktı, dişlerini gıcırdattı ve büyük bir hızla Teşvikiye Karakolu’na girerek tanıdığı komiserin odasına daldı:
-Buyurun Doktor Mehmet Bey...  Dedi.
Komiser adının Mehmet ve mesleğinin doktor olduğu anlaşılan bu adamı güler yüzle karşılamıştı. Fakat Dr. Mehmet Bey bu iltifatlara karşılık vermeden kesik kesik soludu:
-Çabuk olun! Bekir ağa Bölüğü’nden kaçan Dr. Reşit Bey şimdi karakolun önünden geçti. Paltosunun yakası kalkık, hızla gidiyor. Hemen yakalayabilirsiniz. 
Dr. Reşit Bey kendini tanıyan ve derhal karakola giren Mehmet adındaki bu adamı çok eskiden tanırdı. Onun böyle acele girmekteki maksadını derhal kavradı. Adımlarını sıklaştırdı... Ihlamur köşkü üzerindeki sırta doğru koşmağa başladı. Teşvikiye Karakolu’ndan kaçağın arkasından polisler koşturulurken komiser de derhal Beşiktaş Merkez Karakolu’na telefon ederek Dr. Reşit Bey’in kaçtığı istikameti tarif etmiş ve yardım etmişti. Bir kaç dakika içinde olay polis müdürlüğünde, Bab-ı âli’den, parti merkezinde, İngiliz ve Ermeni çevrelerinde de duyulmuştu. Telefonlar harıl harıl işlemiş ve İstanbul’un dört bir tarafından harekete geçirilen ayaktakımı serseriler güruhu Dr. Reşit Bey’i ölü diri yakalamak için otomobillerle Beşiktaş’a koşmuştu. Beşiktaş Merkez Karakolu memuru Çerkez Şevki de mahiyetine aldığı polis kuvvetleri ile kaçağın arkasına düştü. Bu süre içinde Dr. Reşit Bey nefes nefese durmadan koşuyor, kırlara doğru açılıyordu. Nereye gidiyordu? Kime sığınacaktı? Bilmiyordu.
Teşvikiye Karakolu polisleri arkadan yetişmişlerdi. Bunu gören Dr. Reşit Bey yolunu değiştirdi. Ihlamur Deresi’ne doğru koşmak istedi. Fakat o taraftan da Çerkez Şevki’nin idaresinde Beşiktaş Merkez karakolu polisleri geçiyordu. İki baskı arasında kalan Dr. Reşit Bey bir an şaşırdı. Bu vaziyette kurtulmak imkânsızdı. Polis kuvvetleri etrafı sarmağa başlamışlar. Tek çare teslim olmaktı. Teslim olmak! Kime ve niçin... Hangi suçu yüzünden? Teslim olduğu takdirde sonuç ne olacaktı? Ermenilerin hatırı için asılmak değil mi? Bir an içinde kararını verdi, ipe asılmaktan ise intihar edecekti. Büyük bir soğukkanlılıkta paltosunun cebinde tabancasını çıkardı, namluyu sağ şakağına dayadı, tetiği çekti ve derhal yere yuvarlandı. Kurşun bir saniye içinde beynini dağıtmıştı (6 Şubat 1919). Merhumun cebinde bulunan vasiyetname mahiyetindeki mektubunda ailesine şöyle hitap ediyordu.
“Pek Sevgili Refikam ve çocuklarım, firarımdan dolayı... Muhafız Paşa ile Polis Müdürü bütün şiddet ve kuvvetleriyle beni arıyorlar. Ermeni tazıları da bunlara iltihak etmişlermiş. Gayretsiz ve hissiz bazı dostlarımın ihmali, programımı sekteye uğrattı. Utanmadan, teslim olması gerektiğini tavsiye ediyorlar. Neticeyi karanlık görüyordum. Yakalanıp hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için, son dakika da intihar etmek fikrindeyim. Revolverim bir dakika yanımdan ayrılmıyor ve hazırdır. Hayatımın bence hiçbir kıymeti kalmadı. Bir müsait vakitte milletime son vazifemi yapar ve hayatımın bakiyesini tamamıyla size harcamak ve tahsis ederim ümidiyle yaşamak isterdim. Ne çare, her istenilen olmadı. Sizi milletim için ihmal ettim. İstikbalinizi düşünemedim. Herkes beni Ermeni malı ile zenginleşmiş biliyor. Hâlbuki sizi temin-i maişetten aciz bırakıyorum (maaştan bile mahrum bırakıyorum). Bu da talihin bir cilvesi...” 
Kısacası; sorarım sizlere bunun neresi “ERMENİ SOYKIRIMI”; olsa olsa “ERMENİ SOYKAYRIMI” ve de Osmanlı’nın “EVLAT KIRIMI” olur. Yani yiğidi öldür hakkını inkâr etme derler ya; bu olayda Osmanlı’da suçlamaları hak etmiyor; ama yanlış yapıyordu, birilerinin hatırına uluslararası mahkemenin (çünkü İngiltere savaş mahkemesi o günlerde birkaç devlet adına yargılama yaptığı için) suçsuz bulduğu evlatlarını cezalandırmış olmakla birilerinin de eline koz vermiş oluyordu. Neresinden bakarsanız bakınız. Soy kırımı Ermenilere değil de bilakis Türklere yapılmıştır. Dr. Mehmet Bey adındaki güya bu namuslu olduğunu zanneden ispiyoncu işgüzar haine oldu? Bu hain ihbarcı ne mükâfat aldı? Bunlar bilinmiyor. Bilenen bir gerçek varsa o da Şehit Dr. Reşit Bey’in bir kahraman ve masum olduğudur. Allah tüm vatan şehitlerine rahmet eylesin. 
BİLİNSİN Kİ: “Her karanlık gecenin sonunda nurlu bir güneş doğuyorsa; her kötülüğün de sonunda muhakkak bir iyilik doğacaktır (Necati AYDIN).