Mâdem, gâyet / son derece mânidar / mânalı ve anlamlı bir kitap; onu ders verecek bir muallim / öğretmen ister. Gâyet / son derece güzel bir cemâl / güzellik; bir âyîne / ayna iktiza eder. Yani aynayı lüzumlu ve gerekli kılar. Gayet / son derece kemâlde / fazîlet, olgunluk ve mükemmellikte bir sanat, teşhirci / onu ilan edecek bir dellal / bir davetçi ve çağırıcı ister.

Elbette, her bir harfinde yüzer mânalar, hikmetler bulunan bu kâinat ve evrenin büyük kitabının muhatabı / hitap edileni, kendisine söz söyleneni olan insan nevi / insan türü, insanoğlu içinde, elbette ve mutlaka en kâmil, en olgun, en mükemmel ve en tam bir rehber / yol gösterici, bir ekber / en büyük bir muallim / öğretici bulunması lâzım.

Ta ki, o kitapta bulunan kudsî / kutsal ve hakiki / asıl hikmetleri / İlahî gaye ve maksatları ders verecek; belki kâinat ve evrendeki hikmetlerin / İlahî gayelerin vücudunu / varlığını bildirecek biri olsun.

Belki kâinatın hilkat ve yaratılışındaki; Rabbin maksatlarının zuhûr ve görünmesine, meydana çıkmasına, belki husûlüne / hâsıl olmasına vesîle ve sebep olacak bir zâta ihtiyaç var.

Umum / tüm kâinatta / evrende yoktan yaratan, her şeyi yoktan var eden Yaratıcı Hâlık yani Yüce Allah tarafından gayet / son derece ehemmiyet ve önemle izharını / göstermesini irade ettiği / dilediği mükemmel sanatını, isimlerinin cemal ve güzelliğini bildirecek, aynalık edecek kimseye olan ihtiyaç ve gereksinim kaçınılmaz.

Ve o Hâlık / Yoktan Var Edici, Yaratıcı Allah’ın, bütün mevcudat ve varlıklara kendini sevdirmek ve saydırmak istemesi; onun -muhtaç olmadığı fakat künhüne vâkıf olamadığımız- kutsal bir istek ve arzusudur.

Nitekim, Yüce Allah; şuur / bilinç sahibi mahlûk ve yaratılmışlardan mukabele ve karşılık ister. İhtiyacı olduğundan değil, belki -mahiyetine akıl erdiremediğimiz- lezzet-i mukaddese / kutsal lezzet için.

Bunun için, o şuurlu varlıkların namına birisi, o geniş Rububiyet / Rablık / Yetiştiricilik tezahür ve görünüşlerine karşı geniş bir ubudiyetle / kullukla mukabele edip karşılık verecek biri şart.

Kara ve denizi cezbeye getirip coşturacak biri.

Semaları, Gökleri, Arz ve Yer’i çınlatacak bir teşhir / gösteri velvelesiyle ortalığı sarsacak biri.

Takdis / kutsama ile o şuur / bilinç sahiplerinin nazar ve bakışlarını; o İlahî sanatların Sanatkâr Yaratıcısı olan Sânii’ne çevirecek biri.

Kudsî / Kutsal dersler ve talimatlarla, bütün akıllıların kulaklarını kendine çevirecek bir Şanı Büyük Kur’an’la; o hikmet / İlahî gaye sahibi ve Hakem olan Sanatkâr Yaratıcı’nın İlahî maksatlarını en güzel bir surette gösterecek biri. Bütün hikmet, gaye ve amaçlarının zuhur ve ortaya çıkmasını gerçekleştirecek biri.

Cemalinin gerektirdiği; güzel zuhurat ve görünmesine, Celalinin icap ettirdiği; haşmet, heybet, büyüklük ve azametine karşı en ekmel / en kâmil / en mükemmel bir şekilde mukabele edecek, karşılık verecek biri. Öyle biri, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzım, zaruri ve gereklidir.

İşte tüm bunları dile getirecek, ortaya serecek olan ancak ve ancak; en ekmel / en mükemmel ve tam bir surette, o vazife ve görevleri yapacak olan, apaçık görüyor ve biliyoruz ki, Resul-i Ekrem’dir.

Evet kâinat büyük bir kitap hükmündedir. İnsan da küçük bir kitap. Bunun gibi, kâinat büyük bir insan, insan küçük bir kâinattır. İnsan büyüse büyüse kâinat şeklini alır. Kâinat küçülse küçülse insan suretine bürünür. İnsanı tanıyan kâinatı, kâinatı tanıyan insanı tanımış olur. Kâinat büyük kitabının içinde küçük küçük kitaplar vardır. Her ilim ve fen bu kitapları incelemektedir. Aslında insan, kitap okuyan kitaptır. “Ey insan kendini oku!” boşuna söylnmemiştir.

Kitap öğreticinin varlığını kanıtlar. Öğretmen; öğreteceği bir kitabın mevcudiyetini gösterir.

Kâinat; Yaratıcının varlığını nazara verir. Yaratıcının varlığı ise, hem yarattığı kâinat ve evreni hem de kendisini ve yarattıklarını anlatacak; var oluş fonksiyon ve keyfiyetini ortaya koyacak, şanlı bir elçiye ihtiyaç ve lüzumu kesinkes ortaya koyar.