Terk edenler, terk edilenler, çocuk bekleyenler, çocuğu olmayanlar, hayata dört elle sarılanlar, hayattan bezenler... Hayatı sorgulayanlar, hayattan kaçanlar, aşkı dibine kadar yaşayanlar, aşkı dibe atanlar, aşktan dili yananlar, aşka kucak açanlar, hasretle yananlar, ölümden korkanlar, ölümle burun buruna yaşayanlar, dünyanın faniliğine inananlar, dünyanın kargaşasına kaptıranlar, paraya tapanlar, paradan kaçanlar, Tanrı'ya sığınanlar, Tanrı'dan korkanlar, Tanrı'dan uzaklaşanlar, dost muhabbetiyle huzura erenler, dost kazığıyla huzurunu yiyenler... Hayatı sorguladıkça dibe batanlar, hayatı sorguladıkça göğe çıkanlar. Herkese selam olsun…

Her zaman  istediğimiz gibi gitmiyor  hayat. Sürprizlerle dolu. İnişli çıkışlı. Öyle bir an geliyor ki başıma gelmez dediğimiz şeyin tam göbeğinde oturur buluyoruz kendimizi. Eleştirdiğimiz, kınadığımız, ihtimal dahi vermediğimiz durumun ortasında oluyoruz. Büyük konuşmayı, beylik laflar etmeyi oldum olası sevmedim.

Hayatın kısalığı karşısında hayatı fazla ciddi almamayı öğrendim. Ancak ömrümüzün ortalaması ne olursa olsun insanca yaşamak gerektiğini, şehvetin, şirretin, şöhretin esiri olmamayı öğrendim. Aslında hepimiz farklı şeylere inanıyoruz, farklı hayatlar yaşıyor, farklı yaşam tarzları içinde yoğruluyoruz ve hayattan hepimiz farklı şeyler öğreniyor, farklı şeyler istiyoruz.

Ama hepimizi ortak bir paydada buluşturan değerlerimiz, değer yargılarımız var. Hep iyi olmak zorunda değiliz. Herkese iyi görünmek zorunda da değiliz. İyilik görecelidir de üstelik. Ama en iyi tanık VİCDAN’dır. O, dengede tutar yaşantımızı. Umudum ve ümidim bilinçsizlik, sevgisizlik ve bilgisizlik karşısında duyarlılığın giderek yükselip büyümesi ve tüm evreni kaplamasıdır. Az evveli biliyor olmanın bilgeliği karşısında az sonra olacakların bilgisizliğiydi bizi aciz kılan ve bu yüzdendir ki vicdanı her daim, her an gelebilecek sona karşı temiz tutmalıydık.

Ortak bir paydada buluşabilmek... Ne büyük bir hüner gerektirir. Ne ulu bir davranış! Vicdanlarını dengede tutan insanlar için ortak bir payda her zaman vardır. Tüm yaşamlar birleşebilir vicdan sayesinde. Tüm görüşler aynı platforma çıkabilir ve eşit olarak yarışabilir. Vicdan ile sevgi çoğalır. Yeşerir, sarmaşık gibi tüm evreni sarar, içinde türlü çiçekleriyle ve tüm dünyaya yansıyan sevgi ile savaşlar azalır, söner ve biter. Katletmek, yakmak yıkmak, ezip geçmek, sömürmek, kırmak, kötülemek... Tüm bu çirkin kelimeleri insanoğlu çok sıklıkla kullanmış ve uygulamıştır. Bunları ulu orta yapanlar dışında belirli kılıflara uydurarak yapanlar da bulunur.

Buna onlardan başka sen de alet olmuşsundur, ben de olmuşumdur. Biz de yapmışızdır böyle şeyler, siz de yapmışsınızdır. Yani hep onlar değildir kötü olan. Kötülük insan olan her yerde kol gezer ve herkesin çok yakınındadır. Her ihtiyaç duyduğun, elini attığın yer de boy gösterir. Nefesi tenini teğet geçer. Vicdan daha içerilerde bir yerdedir. Daha derinlerde. Emek ister ona ulaşmak, çabalamak gerekir. Kötülük saman alevi gibiyken vicdan ve iyilik ömürlüktür.

Zor elde edilir, zor kaybedilir. Kötülüğe kolay erişir, güzellikleri hızlıca kaybedersin. Her şeyini zamanla alır götürür. Usulca soyar seni.

Hissetmezsin. Tüm bedenin uyuşur. Zamanla bedenini ele geçirir kötülük! Kurtulmak artık imkânsız hâle gelir. Direktiflerini harfiyen yerine getirmek zorunda kalırsın. Saatli bir bomba gibi dolanırsın etrafta her an patlamaya hazır. Çatacak, patlayacak, kızacak, olay çıkaracak yer ararsın.

İç huzur... O seni çoktan terk etmiştir. Hak edecek başka bedenler aramaya çıkmıştır bile, Hınç... Zayıf anımızda içimize yerleşmiştir. Eğreti bir sakız gibi yapışır, çektikçe uzar ama kopmaz daha da batırır etrafı. Samimiyetten uzak, yapay insanlar yetişmeye başlar, hisleri alınmış. Sözlerinin feri kaçmış. Boş, yapay kelime yığını doldurur ağızlarını ve ortaya ruhsuz, duygusuz insan yığınları çıkar.

Birbirinin aynısı, sanki araya kopya kâğıdı koyup çoğaltılmıştır.

Yapamadıklarına, yaşayamadıklarına iç geçiriyordu bir kısmımız; pişmanlıklarına, kırdıklarına üzülüyordu.

Hayatın kısalığı karşısında boş geçirdiği vakitlere hayıflanıyordu. Ama kimse pişman değildi savaşta olmaktan. Herkesin yüreği daha bir büyümüştü. Kazanmak gibi bir gaye ile çatışıyordu.

Kazanmak... Neyi, niye ve kime karşı? Hayatın en önemli kavramlarından biriydi aslında kazanmak. İlk günden itibaren bu öğreti ile hayata alıştırılıyorduk: Büyük balık olma zorunluluğuyla... Korku en büyük düşmanımız olmakla beraber, içimize yerleşen en büyük duygu olmayı da beceriyordu. Yalnız kalmaktan korkuyorduk. Zayıf olmaktan, güçsüz kalmaktan, ezilmekten korkuyorduk. Düşmekten... Düşersek kanayacak dizlerimizden korkuyor, annemize sığınıyorduk tüm çocukluğumuzla. Çocuk kalmaktan korkarken zamanla büyümekten korkmaya başladık. Âşık olmaktan korktuk. Aşk acısının ızdırabı devreye girdi bu defa. Kaybetmekten korkmaya başladık. Sevdiklerimizi, sevenlerimizi büyük bir bencillikle yanımızda istedik ve sırf ölümden korktuğumuz için sevdiklerimizden uzaklaştık. Kendimizden korkmaya başladık bu defa. Tehlikeli boyutlarda düşünebiliyor olmanın korkusu sardı benliğimizi. En korkunç şeylerle doldurduk içimizi. En ızdıraplı, dar vakitlerde ihtiyacı olan insanlara sırt çevirmeyi büyük bir pişkinlikle öğrendiğimizi fark ettiğimizde kendimizden had safhada korktuk. Vicdan girdi devreye.

Onun sayesinde bazı şeylere ket vurmayı becerebildiysek ne âlâ!

Beceremediysek vay hâlimize! Korktuk! Düşüncelerimizden, yüreğimizden, dilimizden.., Kemiği yok ki dedik, istediğimizi söyledik.

"Kırdık mı? Üzdük mü?” demeden gelişigüzel savruldu yakıcı sözler.

"Yüreğimize laf geçiremiyoruz.” dedik. Aşk ıstırabı çektirdik çektiğimiz acıları çekmeyenlere çektirmek adına! Toy yüreğimizi zaman içinde öyle gelişigüzel kullandık ki sol yanımız olgunlaşacağı yerde çürüdü.

Ağlamanın büyüsü biz büyüyünce kayboldu. Küçükken en ufak şeyler canımızı acıtıp ağlatabilirken büyüdükçe en büyük acılar karşısında direnmeyi öğrendik. Bunu da cesaret belirtisi saydık.

Tehlikeli boyutlara ulaştırdığımız bu yüreksizliğin temelinde yatan en önemli şeyin vicdan olduğunu unutarak körü körüne dünyaya bağlandık. Hâlbuki vicdanın devreye girebilmesi için durmadan konuşan insanların, konuşmadan durmayı öğrenmeleri gerekliydi.

Mükemmeliyetçiliği öğretmeye çalışanların ne kadar mükemmel oldukları kuşku götürmez! Savaş... En büyük yıkım, en büyük kıyım... 

Sevda kaçsın çayınıza…