“Rablerinin davetine icabet edip namazı dosdoğru kılanlar, işlerini birbirlerine danışarak (istişare ederek) idare edenler, kendilerine verdiğimiz rızıktan (başkalarına yardım için) harcedenler.”

     Müslümanların namaz kılmaları, kendilerine bahşolunan rızıktan başkalarına yardım için harcetmeleri gibi Müslümanlığın en mühim iki direği arasında onların işlerini meşveretle idare etmeleri emrolunuyor. Bu emir, Müslümanları alâkadar eden bütün devlet işlerini, umuma şamil olan saadet veya felaket mes'elelerini bir daha görüşerek, danışarak halletmelerini, kararlaştırmalarını temin etmektedir. Nassı Kerimdeki “emir” kelimesini “iş” diye tercüme etmiş, bulunuyoruz. Hakikatte bu kelime İslâm devletinin teşekkülünü ifade etmekte ve onu müjdelemekte, bu devletin işlerini meşveretle kararlaştıracağını anlatmaktadır. Müslümanlık bu emirle “PARLAMENTER  DEVLET” esasını koymuş bulunuyor. Onun için, ilk teşekkül eden İslâm devletinde meşveret esası hâkimdi. Hulefayı Raşidîn, her mes'eleyi meşveret meclislerine takdim ederler, onu orada bir karara bağlarlardı. Parlamenter hükümet, Müslümanlığın en âşina olduğu hükümettir. Bu müesseseyi Müslümanlığa ve Müslümanlara yabancı saymak son derece hatadır. (TANRI BUYRUĞU, Kur'an-ı Kerim'in Tercüme ve Tefsîri, Ömer Rıza Doğrul, Şûra: 38)

     “Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”

     Bu âyet, İslâmî idare şeklinin, Müslümanların kendi aralarından seçecekleri şûrânın kararlarına dayandığına delil olarak gösterilmiştir. (Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Hazırlayan: Hey'et, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Şûrâ: 38)

     “Ve onlar, Rab'lerinin çağrısına cevap verirler ve namazı kılarlar; ve onların işleri, kendi aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiklerimizden bağışlarlar.”

     Bu âyet, İslâm'ın karakteristik özelliklerini ortaya koyması açısından önemlidir. Kur'an'ın kurmayı hedeflediği toplumun temeli “kendi aralarında danışmaları”dır. Hemen belirtelim ki, âyette Allah'a inanmak ve namaz kılmak, “şûrâ”, yani halka danışmayla, demokrasi ile birlikte zikredilmiştir. (AZİZ KUR'AN, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Şûrâ: 38)

     “Ve (bütün ortak mes'elelerini) aralarında danışma ile karara bağlayanlara...”

     Gerçek mü'minlerin bu özel vasıfları  -ki Hz. Peygamber'in arkadaşları tarafından o kadar önemsenmiştir ki, bu sûreyi daima “şûrâ” anahtar kelimesi ile anmışlardır-  ikili bir anlama sahiptir:  Birinci olarak, Kur'an'ın bütün izleyicilerine bir tek topluluk (ümmet) içinde bir araya gelmelerini hatırlatmakta; ikinci olarak da, toplumu ilgilendiren bütün işlerini aralarında danışma ile yürütmeleri gerektiği prensibini koymaktadır. (Bu prensibin politik sunuşları için bkz. State and Goverment, s. 44 vd.) (KUR'AN MESAJI, Meal-Tefsir, Muhammed Esed, Şûrâ: 38)

     “Onlar...işlerini istişare ile yürütürler.”

     İstişare şunlardan dolayı gereklidir. 

     1. Eğer bir mes'ele iki veya daha fazla kişiyi ilgilendirdiği halde, o konuda bir kişi karar verirse, diğerlerine haksızlık edilmiş olur.

     2. Müşterek işlerde bir kimse tek başına karar vermek istiyorsa bu, ya kendi çıkarını gözetmesinden, ya da kendisini öbür kişilerden üstün görmesinden ileri gelir. Her iki durum da geçerli olamaz.

     3. Müşterek işler hakkında karar vermek büyük sorumluluktur. Âhirette hesap vereceğine inanan hiç kimse, bu yükü tek başına yüklenmemelidir.

     Hz. Peygamber ashabı ile istişare ettiği gibi, ondan sonra ashab da bunu yapmıştır. Mesela: Halife seçimi, mürtedlerle savaş, şarap içenlere verilecek ceza, Irak arazisinin durumu gibi birçok konuda müşavere yapmışlardır. (Kur'an-ı Hakim'in Açıklamalı MEALİ, Şûrâ: 38)