Cumhuriyet ve Demokrasi'de kuvvet kanundadır. Şahıs hiçtir. 

     İstibdat / Baskı Rejimi'nde ise kuvvet şahısta olur. Kanunu kendi keyfine tâbi kılar, boyun eğdirir. Hak; kuvvet karşısında mağluptur.

     Bir ince teli rüzgâr / yel; her tarafa çevirebilir. Fakat birbirine sırt verip, dayanak olmuş onlarca teli; kimse eğip bükemez, kendisine râm edemez.

     İşte bunun gibi yüzlerce milletvekilinin farklı, zıt ve karşıt görüş ve fikirlerini; kimse hafife alamaz. Onlara kulak vermezlik edemez. Çünkü o milletvekilleri hak ve maslahattan başka bir şey ile musalâha etmez. Barışmaz. Bir araya gelerek yanlışa el uzatmazlar. Zira “Sevad-ı âzam (çoğunluk) yanılmaz.” Âkif 'in dediği gibi:

     “Her cemaatten beş on dinsiz zuhur eyler, bu hâl

    Pek tabiidir. Fakat ilhadı bir kavmin muhâl.” 

     Dün Meşrutiyet, bugün Cumhuriyet ve Demokrasi; milletin hakimiyeti, yani milletin söz sahibi olması demektir. Çünkü Meclis kamuoyunun cisimlenmiş bir timsali, somut bir örneğidir. Kısaca milletvekilleri hâkim; hükümet ise hâdim / hizmetkârdır. Milletvekilleri ister ve dile getirir; hükümet ise bunları hayata geçirir ve gerçekleştirir.

     Dün Meşrutiyet, bugün -aynı mânaya gelen- Cumhuriyet ve Demokrasi; milletin hâkimiyeti demek olup, efkâr-ı amme yani kamuoyunun da öneminin en veciz / kısa ve özlü bir ifadesidir.

     Meclis ise, içinde millet hâkimiyetinin; seçilmiş mebus ve millet vekilleriyle tahakkuk edeceği / ortaya koyacağı, âdeta kutsal bir mekândır.

     Yine Meclis: Şahsî riyaset ve başkanlığın sesine kulak verilmeyen, fırsat tanınmayan; tüm milletin mânevî şahsının nefes aldığı, dile geldiği, zuhur imkânı bulduğu müstesna / istisnaî ve başka mekânlarla karşılaştırılması mümkün ve olası olmayan bir Millî Ocak'tır. Kısaca milletin tek ses, tek nefes olduğu müşterek bir yerdir.

     Meclis; ince bir tel gibi, her tarafta heva ve hevesin heyecanlandırması ile çevrilmeye müsait ve uygun olan İstibdat ve Baskı Rejimi'nin tek ve değişmez görüşünün; sarsılmaz bir demir direk, kırılmaz, körelmez bir elmas kılıç gibi olan kamuoyuna çevrildiği bir merkezdir.

     Demokrasi'nin rûhu / hareket unsuru, kuvveti ve hâkimi; hak, akıl, mârifet / bilgi gibi değerler olup, bunlara bir de efkâr-ı ammeyi yani kamuoyunu eklemek gerekiyor.

     Madem ki, Demokrasi'de efkâr-ı amme / kamuoyu hâkimdir. O efkârın / o fikir ve görüşlerin cüzleri / onu oluşturan parçaları ise, her fert ve bireyin özel fikirleridir. Yani  kamuoyunun oluşması her bireyin fikir ve görüşlerinin katkısıyla mümkündür. 

     Bunun için de, herşeyde meşveret / fikir teatisi / fikir alış-verişi / danışma hükmünü yürütmelidir.

     Kamuoyunun her yerde gözü kulağı olmalı ve bunları dile getirmelidir. Bir bakıma kamuoyu denetim işlevinde bulunmalıdır.

     Evet, zamanımızda sosyal bağlar; alabildiğine artmıştır. Maişet ve geçim şartları ve bunun gerektirdikleri çok çeşitli bir hâl almıştır.

     Medeniyet ve uygarlık insanın hayatını kolaylaştıran, o kadar çok unsurları insanın eline vermiş, sayısız ilim ve uzmanlık alanlarının doğmasına yol açmıştır ki, bütün bunların hepsini kucaklamak, mesele ve sorunların üstesinden gelip halletmek; artık tek bir insanın kapasitesinin çok üstünde; bakış ve görüşlerini çok çok aşan bir mahiyettedir.

     İşte bütün bunları aşmak; sadece ve sadece milletin kalbi sayılan meclisde; milletin fikrini oluşturacak olan meşveret / danışma ve görüşmelerle mümkündür.

     İstenen sonuçlar; üç temel dayanağın varlığıyla kabildir:

     1. Meclis, 2. Meşveret, 3. Fikir Hürriyeti.

     Evet, milletin seçtiklerinden oluşan Meclis; milletin kalbi olup, ancak fikir hürriyeti ile nefes alabilir. Hayatiyet ve varlığını; ancak bu şekilde devam ettirebilmek imkânını bulabilir.

     Tabii bütün bunlar; milletvekillerinin hür olması, hiçbir tesir ve etki altında kalmamaları sayesinde mümkün ve olasıdır.