Oğuz Çetinoğlu: Ömrünü enternasyonalizmin hizmetine adayan Tevfik Fikret gibi ‘Vatanım ruy-i zemin, milletim nev’i beşer’ mısrasının mânâsını anlamamış olsa bile, orada ifâde edilmek istenen zihniyeti, hayat felsefesi olarak benimseyen insanlarımızın sayısı giderek artıyor. Böyle bir zaman diliminde ve böyle bir ortamda; burcu burcu vatan sevdasını, bayrak bayrak millet sevgisini doyasıya teneffüs ettiren bir kitap yazdınız: ‘Önce Vatan’  Sizi, bu kitabı yazmaya sevk eden sebepler nelerdir?                                                                                

Atilla Çilingir: Değerli Hocam,  Öncelikle şu hususun altını kalın harflerle çizerek sorularınızı cevaplandırmak isterim: Ay Yıldızlı Al Bayrağımız altında yaşamaktan onur duyan, Büyük Türk Milletin ayrılmaz bir parçası olmanın gururunu taşıyan her yurttaş gibi; ‘vatan, millet, devlet, bayrak’ kavramları benim mukaddesimdir, vazgeçilmezimdir. Kaldı ki, atalarımız ardımızda kalan o binlerce yıllık muhteşem târihimizi, bu dört önemli kavram üzerine inşa etmişlerdir.                                                                                   

Ben, devletimizin yüksek menfaatleri için 1974 yılında ata yadigârı Kıbrıs adasında savaşmış bir Muharip Gaziyim. Günümüz Türkiye’sinde; bizi birbirimize bağlayan bu dört önemli kavramın kimilerince görmezden gelindiği, kimilerince yaşadığımız dünya şartlarında artık ‘dünya vatandaşlığı’ kavramı geçerlidir algısının yaratılmaya çalışıldığı bir süreç yaşanırken; Bu önemli kavramlara değinmek, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu son vatan topraklarımızda kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ancak O’nun göstermiş olduğu ilkeler doğrultusunda çağdaş yarınlara ulaşabileceğine dikkat çekmek benim için önemli bir vatan görevidir.                                                                                                                                                        

Türk Milleti; asırlar boyunca devlet kurduğu, yaşadığı her coğrafyada; ‘Önce Vatan’ kavramını canından da aziz bilmiştir. Vatan tehlikeye düştüğünde; hiç tereddüt etmeden canını da, malını da bu uğurda feda etmiştir. İşte bu kitabım bu târihî niteliğimizi unutanlara, unutturmaya çalışanlara cevap olması için kaleme alınmıştır. ‘İki binli yılların’ başlamasıyla birlikte, ülkemiz üzerindeki emellerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen emperyalizmin acımasız yüzü bu defa bir toz bulutu gibi üzerimize çökmüştür. Bu süreç ne yazık ki, bizi biz yapan ‘vatan, millet, devlet, bayrak’ kavramları üzerinde onların maksatlarına uygun birtakım aşınmalar yaratmış, yaratmaya devam etmektedir. Özellikle AB’ye üyelik sürecinin başlamasıyla birlikte, bizler için çok hassas olan bu kavramlar; küreselleşen dünya standartlarıyla uyuşmuyor safsatasıyla, gelişen/modernleşen Türkiye söylemleriyle içi boşaltılmaya çalışılmıştır!

Öyle bir an gelmiş ki, millîyetçilik ayaklar altına alınırken, okullarımızda her sabah okutulan ‘andımız’ kaldırılmış. Türk kelimesini kullanmak dahi yadırganır, cumhuriyet dönemine dayanan simge olmuş kurumlarımızın önündeki T.C. kısaltması dahi kullanılmaz olmuştur.                                              

En nihayetinde bu vatan; Onur ve gurur timsalimiz şanlı bayrağımızı gönderinden indirme-yakma cüretinde bulunabilecek kadar hâin ama nüfus cüzdanında T.C vatandaşı kimlik numarası yazan kimi alçaklara dahi tanıklık etmiştir. Bu arada sizin çok hassas olduğunuzu bildiğim, bizi millet yapan en önemli niteliğimiz olan ana dilimiz güzel Türkçemizin o zengin anlam derinlikleri olan kelimeleri, cümleleri yerini; giderek yozlaşan, yabancı kelimelerin istilasına uğramış bir Türkçeye bırakmıştır. Günlük konuşma lisanımızda, anlamını yitirmiş, devşirilmiş pek çok kelimelerin yer almasının yanı sıra; yazı dilimizde de ne yazık ki, dil bilgisi kaidelerinin neredeyse yok olduğu benzer bir süreç yaşanmaktadır…                                                                                                                                      

Milliyetçilik, benim için yurtseverliktir. Ne Amerika, ne Rusya, ne de Avrupa Birliği derim. Hepsinden, her şeyden önce benim için canımdan da çok sevdiğim ülkem, Türkiye’m, bu aziz vatanın millî ve ulvî değerleri gelir.  Devletimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirleri, devrimleri ve Türk Milletinin yapısı ile alakalı özelliği ile ilgili târihe not düştüğü gerçekler, çağdaş yarınlarımızın yol göstereni olmalıdır.  Bu kitabı kaleme almamın en önemli sebebi: Özellikle böylesine kritik bir sürecin yaşandığı ülkemizde, yaşadığımız coğrafyada; bir ve beraber olabilmemizin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmek. Toplumdan ümmete, ümmet olmaktan millet olmaya giden bu kutlu yolda Türk Milletine unutturulmaya çalışılan o özel niteliklerini hatırlatmaktır.                                                                               Sayın Hocam: Büyük Türk milleti, bu çok uzun târih macerası içerisinde, hayatını devam ettirebilen iki veya üç milletten birisidir. Kitabıma isim olarak verdiğim ‘ÖNCE VATAN’ kavramı; Türk Milletinin hayat mücâdelesi boyunca hiç vazgeçmediği, her zeminde, her şartta öne çıkardığı kavramların en önemlisidir. Bulunduğumuz coğrafyada, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının liderliğinde kurulan bu devlet bizim son vatanımızdır. Böylesine büyük bir milletin çocuklarının, torunlarının bugününe baktığımızda bizi büyük bir millet yapan, bizi birbirimize bağlayan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren o dört önemli kavramın; (vatan, millet, devlet, bayrak) mânâsı aşındırılmış, içi boş, toplumu sürü haline getirmeye çalışan akıl almaz senaryolarla yok edilmesi hedeflenmiştir.                                         Bu milletimize kurulmuş en büyük tuzaktır.  Çünkü bu tuzağın en çarpıcı yanı; ‘önce ben, önce param’ diyenlerin çoğaltılmasıdır. Böylesi bir tercih, Türk milletinin karakter niteliklerine de asla uygun değildir, olamaz da. Türklerin binlerce yıl önce târih sahnesine çıkmasıyla başlayan, ardımızda kalan ‘o muhteşem târihimizin’ harcında:                                                                                                                             ‘Millet sevgisi, devlete sadakat, bayrağımıza olan düşkünlüğümüz ama en önemlisi vatan sevdası vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, devletimizin temeli de, bu niteliklerimiz üzerine atılmıştır. Ata yadigârı gelenek ve göreneklerimiz, bize has insanî özelliklerimiz; bu yaşlı dünyaya hediye ettiğimiz, pek çok millete örnek olacak niteliklerimizin öne çıkanlarından sâdece birkaçıdır. Bu önemli değerlerimizin yanı sıra; gerektiğinde vatan uğruna seve seve ölüme gitmek, şehit veya gazi olmak Türk Milletinin târih sayfalarına kanlarıyla yazdığı en önemli özelliğimizdir. 15 Temmuz 2016’da, o salya sümüklü meczubun yönettiği FETÖ hâinlerinin milletimizi sırtından bıçaklayarak, ülkemizi ele geçirmek adına kalkıştıkları darbe teşebbüsüne ‘Şehitlik, Gazilik’ mertebesine erişen binlerce yurttaşımız; ‘Önce Vatan’ diyerek dur demiştir. Bu son vatan parçamız; sevginin, saygının, yardımlaşmanın/paylaşmanın, arkadaşlığın, dostluğun, hoşgörünün milletimizin bütün katmanlarında yaygınlaşmasıyla sonsuza kadar yaşayacaktır.          

Çetinoğlu: Sizce ‘vatan’ nedir?  Çilingir: Kavram olarak ‘vatan’ kelimesinin çok çarpıcı, çok özel, çok güzel tarifleri yapılmıştır. Ben bu kavramla ilgili anlatımlara; yaşadığım gerçekleri de dikkate alarak, benim yorumumla bir yenisini eklemek istiyorum:  ‘Vatan; Türk Milletinin hayat hamurudur. Bu hamur Türk Milletinin nâmusudur, şerefidir, haysiyetidir. Türk Milletine atalarından emânet, burçlarında ay yıldızlı bayrakların dalgalandığı gururudur. Gelecek nesillerimizin istikbali, hayattaki geleceklerinin ele geçirilemeyen, geçirilemeyecek son kalesidir. Türk Milleti için vatan söz konusu olduğunda; ona olan bağlılık her şeyden önde gelir. O sebepledir ki,  Vatan; Kimi zaman canımıza can katan, kimi zamansa uğruna can verdiğimiz topraktır. Çetinoğlu: Eserinizde bâzen açık ve net bir şekilde, daha çok da îma yoluyla, bütün insanlarımızı vatan ile nikâh tâzelemeye dâvet ediyorsunuz.

Çetinoğlu: Vatan tehlikede mi?

Çilingir: Yaşadığımız bu son vatan topraklarımız; ülkemizin jeostratejik ve jeopolitik konumu sebebiyle târihin her döneminde tehdit altında olmuş, türlü tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Târih sayfalarımız, bu tehditlerin, bu tehlikelerin örnekleriyle doludur. ABD’nin son dönemde bölgemizde GBOP (Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi) kapsamında Ortadoğu’da başlattığı:                                                                     Bölgenin enerji kaynaklarını kullanmaya, kendi stratejik menfaatlerini savunması için yeni bir uydu devlet kurulmasına (sözde Kürt devleti) yönelik, 2010 yılında Tunus’tan başlayan/başlatılan ‘Arap Baharıyla’ devşirilen, emperyalizme biat eden yönetimlerin iş başına gelmesiyle, bu tehdit daha da belirgin bir hale gelmiştir. Ülkemizin son on beş yılında içeride ve dış ilişkilerinde yaşananlara bakıldığında;  PKK, DEAŞ ve FETÖ terör örgütlerinin vatanımıza vermiş olduğu zarar, bu örgütlerin iç ve dış destekçilerinin yaptıkları, dış ilişkilerimizde özellikle ekonomik yönden AB ile Ortadoğu’nun yeniden yapılandırıldığı bu önemli süreçte ABD ile yaşadığımız güncel olumsuzluklar değerlendirildiğinde; ‘Stratejik derinlikten’, ‘derin bir yalnızlığın’ yaşandığı bir süreçle karşı, karşıya olduğumuz görülecektir!                                                         Özellikle böylesine özel bir coğrafyada yaşayan devletimizin millî menfaatlerini bir başımıza çözmemiz, günümüz dünyasının jeostratejisi dikkate alındığında pek mümkün görülmemektedir.  Kitabımın ilgili bölümünde vurgulamak istediğim şey de budur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ söylemiyle hayata geçirmiş olduğu bölgeye mahsus uygulamaları, bugünlere değin özellikle dış ilişkilerimizde ülkemizin barışa odaklı tercihini gösteren en önemli niteliğimiz olmuştur. Pek tabîidir ki, ülkemizin toprak bütünlüğünü, milletimizin millî menfaatlerini tehdit söz konusu olduğunda; devletimiz bu sürece müdahale etmelidir. Günümüz olayları değerlendirildiğinde; devletimizin bütün tehdit ve tehlikeleri defedecek güçte ve kararlılıkta olduğu da görülecektir. Yakın târihimize bakıldığında; 1974 yılında Kıbrıs konusunda târih sayfalarına şanla, zaferle yazılan o süreç; milletimizin, devletimizin millî dâvâsı söz konusu olduğunda nasıl davrandığını/davranacağını gösteren târihî bir gerçektir.                                    Hâlen güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan ‘Kürt koridorunun’ yaratmış olduğu bu kritik süreç; hiçbir hukukî dayanağı bulunmayan Kuzey Irak Mahallî Kürt Yönetimin yapmış olduğu bağımsızlık referandumuyla Barzani yönetiminin tırmandırdığı bu krizin önlenebilmesi: Milletçe bir ve beraber, devletimize sadakatle bağlı olmaktan, millet, bayrak sevgisinden; bu değerler manzumesine yeterince önem vermekten geçmektedir.  ‘Önce Vatan’ bu değerler manzumesini sarıp, sarmalayan en önemli kavramdır.        

Unutmamız gereken önemli bir diğer husus ise; nasıl ki, ‘dünya beşten büyük ise’ dünyanın bu en önemli bölgesindeki problemleri bir başına çözmemiz de mümkün değildir.  Tutarlı, dost ülkelerle birlikte, fakat millî menfaatlerimizi gözeten dış politikaların uygulanabilmesi, ülkemiz açısından hayatî öneme haizdir.                                                                          

Çetinoğlu:Vatan müdafaasında uzmanlaşmış tecrübeli bir gazi komutan olarak tespit ettiğiniz tehlikeler nelerdir?   

Çilingir: Bu sorunuzu şu gerçekler çerçevesinde cevaplandırmak isterim;  Sevr’de milletimizi esir edemeyen, bu gazi toprakları ele geçiremeyenler; yaklaşık bir asırdan bu yana, türlü yöntemlerle, sinsî ve hilelî yollarla vatanımızı ele geçirebilmenin çeşitli uygulamalarını yapmanın peşindeler! Bu uygulamalar illa ki savaşarak ülkemizin ele geçirilmesi mânâsında değildir.                                                                              Dünyayı tehdit eden terör belası, günümüzün en önemli silahıdır. Bu silah 1984 yılından beri ülkemize çevrilmiş, canımıza da, malımıza da kast etmiştir. Pek çok yiğidimiz, bu alçaklıkları önlemek uğruna hayatlarını severek feda etmiş, gazi olmuştur. Ülkemizin imkânları ve enerjisi, bu belayı savuşturmak, önlemek için kullanılmış, kullanılmaya devam etmektedir.                                                                                15 Temmuz 2016 târihinde ülkemizi ele geçirmek amacıyla, yüzünü bütün alçaklığıyla gösteren FETÖ darbe teşebbüsü, bu hâinliğin en çarpıcı uygulamasıdır. Ülkemizin son beş yılında AB ülkeleriyle, ABD ile Ortadoğu’da gelişen olaylar sebebiyle yaşadığımız sıkıntılara; Suriye’de gelişen süreç sebebiyle ülkemize sığınan milyonlarca göçmenin yurdumuzda yaratmış olduğu sıkıntılara,                                                  Yine Suriye’de yaşanan savaş sebebiyle kuzey komşumuz Rusya ile turizm ve dış ticaret, sosyal ve kültürel ilişkiler v.b hususlarda yaşanan olumsuzluklara bakıldığında:                                                          Ülkemizin aydınlık, çağdaş yarınlarını gösteren yapısı böylesi bir görüntüyü hiç de hak etmemektedir.  Gelişen bu olaylar analiz edildiğinde, işte tam da bu noktada: Milletimizin ‘manevî ve millî moral gücü’ tehdit altında olduğu görülecektir.  Bu gücümüzün ne anlama geldiğini daha iyi bilen, anlayan emperyalist güçler ve onlarla bağlantılı hâinler; aşağı yukarı yüz elli yıldır bu gücümüzü törpülemekte, aşındırmakta, yıpratmakta, yok edecek kıvama getirmenin peşindedirler. Bana göre en büyük tehdit ve tehlike de budur.             

Çetinoğlu: Bu tehlikeler nasıl bertaraf edilebilir?                                                                                   

Çilingir: Ortadoğu’da bugün yaşananlar, geleceğimizi tehdit eden önemli gelişmeleri ihtiva etmektedir. Ülkemizin güneyinde terör silahının kullanılması, desteklenmesiyle kurulmaya çalışılan adı konmamış ama hedefi belli yönetim/lerin oluşturulmasının;  Ülkemizin güneyinde oluşturulmaya çalışılan Kürt koridorunun, Ortadoğu’nun parçalanarak paylaşılması hedeflerinin yanı sıra;                                                    Bu süreç: Ülkemiz üzerinde Sevr hayallerinden vazgeçmeyen bazı ülkelerin iştahını kabartmış durumdadır! 

Ancak büyük Türk Milleti; coğrafyamız, târihî ve kültürel zenginliğimiz, milletimize has niteliklerimizle büyük bir milletin temsilcileri olarak yaşadığımız coğrafyanın hâlâ en güçlü ülkesiyiz.                                       Bu ‘gazi topraklar’ adeta bir kan çanağı içinde bize vatan olmuştur. Bu son vatan parçamız, istiklalimiz uğruna nesillerce evladını seve seve feda eden atalarımızın emânetidir. Büyük Türk Milleti, dünya coğrafyasının neresinde yaşarsa yaşasın bunun bilincinde, anayurdumuz Türkiye’mizin ebediyete kadar, hür olarak yaşaması için elinden gelebilecek her şeyi yapmanın kararlılığındadır.                                    Bir zamanlar ‘millîyetçiliği ayaklar altına alanlar da’ yaşadığımız coğrafyada bir ve beraber olabilmemizin yurdumuz üzerinde esen tehlike rüzgârlarını, türlü tehditleri bertaraf edecek en önemli gücümüz olduğunu anlamışlardır.  Ancak bu güç sözle, hamasetle değil, çok çalışarak, millî varlıklarımızı har vurup savurmadan, kendi öz kaynaklarımızla üreterek ama her şeyden de önemlisi ilmin ve aklın ön planda olduğu, çağdaş eğitimle donanmış nesiller yetiştirerek olacaktır. Büyük Atatürk’ün: ‘Hayatta en hakîki mürşit (doğru yolu gösteren, kılavuz) ilimdir’ sözü geleceğimizin teminatıdır. Millî ve ulvî değerlerimiz, birlik ve beraberliğimiz ise ülkemize yönelik bütün tehditleri bertaraf edecek en önemli güç kaynağımızdır. Görevdir

 (DEVAM EDECEK)