Zaman vardır, geçmek bilmez… Zaman vardır, su gibi akıp gider…. Aslında hepsinin süresi kronometreye tuttuğunuzda aynıdır ama, bize ya çok uzun, ya da çok kısa gelir.
Bir türlü bitmek bilmeyen matematik derslerini, askerlikteki eğitimi, daha buna benzer pek çok sıkıcı saatleri hatırladığınız gibi, hiç bitmesini istemediğiniz olayların rüzgâr gibi gelip geçtiğini de hatırlarsınız.
Gençlikte insan yaşının hiç ilerlemeyeceğini, ihtiyarlık günlerinin hiç gelmeyeceğini sanır. Emeklilik öyle uzak bir terimdir ki gençler için, sanki ulaşılamıyacak bir ütopya...
Gerçi kendi kendimize zamanı tüketmek için gösterdiğimiz gereksiz çabalar ve gayretler de vardır. Maaşımızı almak için aybaşı gelsin diye dua ederiz. Düğünler, bayramlar, tatiller, mezuniyetler, teskereler, evlilikler, bebekler, torunlar bir an evvel olsun diye elimizden geleni ardımıza koymayız.
Bunların hepsi, aslında ömrümüzü tüketmeye, önümüzdeki hayatı kısaltmaya yönelik çabalardır.
Öyle, ya da böyle, diyelim ki yıllarca çalıştınız, çabaladınız, uğraştınız, didindiniz emekli oldunuz. Peki, emekli olduğunuza sevinir misiniz, üzülür müsünüz? Bu soruyu bana emekli olmadan gençliğimde sorsalardı, herhalde sevinirim derdim. Ama kazın ayağı öyle değilmiş değil mi dostlar? Ben de bunu ancak emekli olunca anladım.

Sizce toplumda kaç çeşit emekli vardır? İsterseniz birlikte bir göz atalım:

1- Aileden miras kalıp da ek geliri olan veya serbest iş yapıp gençliğinde birikim yapanlar. Bunlar aileleri tarafından çok sevilirler, toplumda çok rağbet görürler. Yazlıkları, kışlıkları vardır. Lüks içinde yaşarlar. Diğer emeklilere de tepeden bakarlar.
2- Elit yaşayanlar. İstanbul’un lüks semtlerindeki konutlarını satıp yarı fiyatına sahil kasabalarında ev alanlar, evden kalan diğer yarısını da faizde çalıştıranlar. Bu tür emekliler çoğunlukla evden dışarı pek çıkmazlar. Kedi beslerler, köpek gezdirirler, torunlarını okula götürüp getirirler, yaşamlarını öyle sürdürürler.
3- Karı koca emekli olup da, kira vermeyenler, aldıkları maaşla kıt kanaat geçinmeye çalışanlar,
4- Emekli olduktan sonar yine çalışanlar, geçinmek için çalışmaya mecbur kalanlar. Bunlar kendi başlarına kimseye muhtaç olmadan yaşam savaşı verirler.
5- Karı koca çalışıp yatırım yapanlar, oldukça rahat geçinirler
6- 2000 yılından önce emekli olanlar,aylıkları 900 ile 1300 lira arasında olanlar. Eğer ek iş bulamadılarsa veya sağlıkları çalışmaya müsait değilse, 6 ayda bir gelecek zammın hayaliyle ömür tüketirler. Çocuklarının ellerine bakarlar. Ne aileden sevgi, ne de toplumdan bir itibar görürler.

Birinci ve İkinci şıktaki emekliler yazın yazlığında kışın kışlığında rahatça hayatlarını devam ettirirler. Tek sıkıntıları kiraları zamanında alamamak, banka faizlerinin düşük olmasıdır.

Bizim gibi bazı emekliler, bulundukları muhitte bir grup oluşturmuşlardır. Zaman zaman, aileleriyle yakındaki piknik alanlarına gider, çoğunlukla da erkekler güzel bir kahvede çayına, kahvesine oyun oynayarak vakit geçirirler. En geç saat 7’de haberlere yetişirler. Bizim grup Fuat Can, Cevat Çoruhlu, Salih Tuğcu, Mehmet Çelik (Bir ayağı Almanya’da bir ayağı Türkiye’de) ve ben.

Kendimize uygun düzgün bir kahve de bulamadığımız için en yakınımızdaki çok gürültülü ve küfürlü esnaf kahvesinde vaktimizi öldürürüz. Birbirimizi kızdırarak oynadığımız oyunlardan mutlu olmaya çalışırız.

Serdar Akpak, oyun oynadığımız kahvenin hem işletmecisi, hem ocakçısı, hem garsonu, hem temizlikçisi, hem oyun kurucusu bir arkadaşımızdır. Akşam olduğunda yorgunluktan bitap düşen Serdar,  18.00’de müşterilerin yüzlerine bakar, gitsinler diye. 19.00’da da kahveyi kapatıp evinin yolunu tutar. Bu yıllardır böyle devam edip gider.

Kahvemizde bir de Vanlı Ali dayımız vardır. O, kahvemizin neşesidir. Oyun oynanırken yanına oturduğu kişi oyunu kaybettiği zaman, “babam benden hayır görmemiş, siz nasıl göreceksiniz” der, masayı terkeder.

Emekliler bölgesinde her gün bir kaç tane salâ verilir, ve herkes kulak kesilip salânın sonunda telaffuz edilecek ismi öğrenmeye çalışır, acaba tanıdıklardan biri mi rahmetli oldu diye.

Geçtiğimiz yaz bizim neşeli grubumuzun üzerine bir hüzün çöktü. Fuatımızı kaybettik. Güle oynaya memleketi Sinop’a yolladığımız iyiliksever, herkesin maddi manevi yardımına koşan, iri cüsseli, elinde tesbihle dolaşan, silah meraklısı arkadaşımızı, Fuatımızı öbür tarafa uğurladık.

Her sabah acaba bugün bizim mahalleden giden var mı diye, veya bize sıra geldi mi diye düşünürüz. Ve aklımıza, Yahya Kemal’in “Sessiz gemi”si gelir.

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın, ne de son matemidir bu!

Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler…

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
 
Tüm dostlarımıza sağlıklı ömürler diliyorum.
                     
KALBİMİZDESİN, SENİ HEP ÖZLEYECEĞİZ.

NUR İÇİNDE YAT.