“Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisa: 58)

     Bu ayet, İslâmî yönetim sisteminin bel kemiği olan iki ayetten biridir.

     Üstad Abduh dedi ki: ...Emanete riayet, başkasının hakkını tanımaktır. Söz konusu hak ister maddî, isterse manevî olsun farketmez. Yüce Allah bunun için “Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emreder.” diyor...

     “Emanet”, bir mükellefin nezdinde  -mal ve ilim gibi-  bir başka kişiye ait olan hakka denilir ki, hak sahibi onu daha sonra başkasına iade etsin diye o mükellefin yanına emanet olarak bırakır. Hak, kendisine teslim edilen emanetçi kimse emaneti bırakanla ister özel ve sözlü bir akit yapmış olsun, isterse böyle yapmasın farketmez. Sözlü akit, meselâ emanet alan, filânca kişiye şunu ifa edecek, şeklinde olabilir...

     İbn Teymiye Es-Siyasetü'ş-Şer'iyye isimli eserinde Allah Teâlâ'nın, idarecilerin ellerine verdiği emanet türlerini derinlemesine ele almaktadır. Söz konusu emanetlerden birisi; idarecilerin işi ancak toplum içinde ehline ve en hayırlı kimselere vermek zorunda olduklarıdır. İbn Teymiye bu konuda bir çok hadis zikreder. Bunlardan birisi meşhur, “İş ehli olmayana verildiği takdirde kıyameti bekleyin.” hadisidir.

     “Emanet”, birisinin güvenine havale edilen (bırakılan) şey demektir...”Emanet”, “emn” kökünden türemedir. “Emn”, rûhun huzur içinde olması ve korku duymaması demektir.

     Bâzı emanetler sadece korunurlar. Meselâ sır, bu kategoridedir.

     Bâzı emanetler de sahibine verilmek üzere muhafaza edilirler. O malı, emanet bırakan, ister malın sahibi olsun, ister onun adına bir başkası bıraksın hiç farketmez. 

     Emaneti koruyan, sahibine veren kimseye “hafîz, emîn ve vefiyy” denilir. Onu korumayan veya sahibine iade etmeyene de “hain” denilir.   

     Her kim, bile bile hıyanet ederse, âsîlerden olur ve onun tazminat sorumluluğu vardır.

     Kul ile Rabbi arasındaki emanet; Yüce Allah'ın, kuluna muhafaza etmesini emrettiği şeylerdir.

     Bu emre göre kul, Rabbinin emrettiğine sarılmak, yasakladığından vazgeçmek, duygularını ve organlarını kendine yararlı olan yerlerde ve kendisini Rabbine yaklaştıracak alanlarda kullanmak zorundadır.

     O halde hududullah'ın aşıldığı bütün masiyetler, Allah Tealâ'ya hıyanet etmek demektir.

     Kul ile insanlar arasındaki emanet ise, emanetleri sahiplerine vermek, hiçbir hususta onları aldatmamak, onların sırlarını saklamak gerekir. Bunların dışında fert fert insanlara, idarecilere, aile fertlerine ve akrabalara vâcip olan hususlar buna dahildir.

     Râzî der ki: “Yönetenlerin yönettiklerine ve âlimlerin sade insanlara adil davranması bu kısma girer. Buna göre âlimler, sade insanları bâtıl taassuplara yöneltemezler, aksine kendilerine dünya ve ahiretlerinde fayda verecek itikat ve amelleri göstermekle yükümlüdürler.”

     İnsanın kendi nefsiyle olan emanetine gelince; Râzî bu emaneti, insanın kendi nefsi için dini ve dünyası için en faydalı ve en uygun olanı seçmesi, şehvet ve gazabı doğuracak sebeplere sarılarak âhirette kendisine zarar verecek şeylere yönelmemesidir şeklinde tarif eder.

     Ben de derim ki, icmalen beyan ettiğim emanetlere, insanın hastalık ve veba doğuran etkenlerden, bilgisi ve doktorlardan istifadesi uyarınca kaçınması da dahildir...Bu çeşit bir emanete riayet, sağlığın korunması, özellikle de veba türü hastalıkların salgın olduğu günlerde hastalığa yakalanmamak için ihtiyaç duyulan sağlık kurallarının bilinmesine bağlıdır. (Tefsirü'l-Menar, Şeyh Muhammed Abduh, Muhammed Reşid Rıza, Nisa: 58)