“El Bab’a girdik, bunca şehit vererek kenti DEAŞ’tan temizledik; peki, bizim bu operasyondan kazancımız nedir?” sorusu, yanlış sorulmuş bir sorudur. Fırat Kalkanı gibi çok faktörlü bir operasyonu yalnızca askeri ya da siyasi yönleriyle değerlendirmek, gerçekleri yansıtmayacağı için, insafla bağdaşan bir değerlendirme olmaz. Burada sorulması gereken soru,“TSK, kendisine verilmiş son derece zor ve riskli görevi yerine getirebilmiş midir?” sorusudur. Bu sorunun tartışmasız yanıtı da şudur: TSK’nın, Fırat Kalkanı bağlamında, DEAŞ’ı temizlemek amacıyla gerçekleştirdiği El Bab operasyonu, düşman çatlatan bir başarı destanıdır.

Fırat Kalkanı operasyonu ile, ABD’yle birlikte yapılması düşünülen Rakka operasyonunun hedefleri çok farklıdır. Rakka operasyonu, vurucu gücün kompozisyonu nedeniyle, hiç de arzulamadığımız sonuçlar üretebilir. Bu nedenle, TSK’nın El Bab başarısından kimlerin, neden tedirgin olduklarını çok doğru olarak değerlendirmemiz gerekir. 

24 Ağustos’ta (2016), güney sınırlarımız boyunca bir terör kuşağı ile kuşatılmayı kabul etmeyen Türkiye, bir devlet refleksiyle, bazı önemli riskleri göze alarak, Fırat Kalkanı operasyonunu başlattı. “Fırat Kalkanı”, her ordunun kolayca göze alabileceği ve üstesinden gelebileceği bir operasyon değildi. IŞİD/DEAŞ’ın uzun süre varlığını sürdürebilmesinin nedeni de buydu. 

Rakka’da, Musul’da, El Bab’ta, İdlip’te sivil halkla karışıp kaynaşmış olan DEAŞ’ı Ortadoğu coğrafyasından kazıyıp atabilmek için, çok kapsamlı ve çok riskli bir kara operasyonunu göze almak gerekiyordu. Ne ABD ne Rusya zayiat riski oldukça yüksek böyle bir operasyonu göze alamıyordu. Fakat Türkiye, 1200 kilometrelik güney sınırlarının hemen yanı başından, devlet otoritesi kalmamış olan Irak ve Suriye’den kendisine yönelen terör tehdidini ortadan kaldırmak, sınır güvenliğini sağlamak, toprak bütünlüğünü korumak zorundaydı. Türkiye, sınır ötesi bir operasyonla asimetrik bir savaşı göze almak zorundaydı ve bir devlet refleksiyle “Fırat Kalkanı”nı gerçekleştirdi. 

EL BAB OPERASYONU DÜŞMAN ÇATALATAN BİR BAŞARI DESTANIDIR

Bütün bu nedenlerle, “El Bab’a girdik, bunca şehit vererek kenti DEAŞ’tan temizledik; peki, bizim bu operasyondan kazancımız nedir?” sorusu, yanlış sorulmuş bir sorudur. “Fırat Kalkanı” gibi çok faktörlü bir operasyonu yalnızca askeri ya da siyasi yönleriyle değerlendirmek, gerçekleri yansıtmayacağı için, insafla bağdaşan bir değerlendirme olmaz. Burada sorulması gereken soru,“TSK, kendisine verilmiş son derece zor ve riskli görevi yerine getirebilmiş midir?” sorusudur. Bu sorunun tartışmasız yanıtı da şudur: “TSK’nın, Fırat Kalkanı bağlamında, DEAŞ’ı temizlemek amacıyla gerçekleştirdiği El Bab operasyonu, düşman çatlatan bir başarı destanıdır.” 

El Bab’ın DEAŞ’tan temizlenmesi gibi, geniş alana yayılmış bir yerleşim biriminde, halkın arasına karışıp kaynaşmış bir terör örgütünü etkisiz hale getirme operasyonu, her güvenlik gücünün kolay kolay göze alabileceği bir operasyon değildir. “Fırat Kalkanı”, zayiat verme riski çok yüksek, başarı şansı oldukça düşük bir operasyondu. Türk Ordusu, ABD ve koalisyon ortaklarının ancak hava kuvvetleriyle kontrol altına almaya çalıştıkları terör örgütünü, özel yetiştirilmiş kara kuvvetleriyle kuşatmış ve El Bab’ı DEAŞ’tan temizlemiş ve tüm dünyaya, yerleşik bir alanda terörle nasıl mücadele edileceği konusunda ders vermiştir. 

Fırat Kalkanı uzadıkça ve şehit haberleri geldikçe içimiz yanmış, Türkiye’nin stratejik hedefleri unutulmuş, operasyonun geleceği tartışılmaya başlanmıştı. “Fırat Kalkanı” öngörülenden uzun sürmüştü, ama bu uzamanın nedeni askerlerimiz değildi. Müttefiklerimiz, söz verdikleri halde, sivil halkın zarar görmemesi için El Bab’ta sokak sokak “temizlik” yapmak durumunda kalan askerlerimize hava desteği vermemişler, bu da operasyonun uzamasına neden olmuştu. 

Ergenekon, Balyoz, Ayışığı, Sarıkız kumpaslarıyla ve 15 Temmuz savrulmasıyla yıprandı sanılan Türk ordusu, Fırat Kalkanı’nın ana hedefi olan El Bab’ın DEAŞ’tan temizlenmesi operasyonuyla, askeri okullarda, terörle mücadele konusunda ders olarak okutulacak bir başarı gerçekleştirmiştir. Hatırlanacağı gibi, Obama döneminde, ABD’ye Suriye’nin kuzey bölgelerinde ve Rakka’da ortak operasyon önerdiğimizde, TSK, “Erdoğan’ın hayali askerleri olarak değerlendirilmiş ve teklifimiz ciddiye alınmamıştı. El Bab başarısından sonra ABD’nin de TSK’ya bakışı değişti. 

Trump döneminin ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, İncirlik’te Türk mevkidaşı Hulusi Akar’la yaptığı görüşmede, Rakka konusunda, “Türkiye’nin bu konuda bir alternatifi varsa incelenir” diyordu. 

ORDUMUZ GÖZBEBEĞİMİZDİR

Fırat Kalkanı operasyonu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesinde gerçekleştirdiği ilk asimetrik savaştır. Yerli ve yabancı askeri uzmanların belirttikleri gibi Fırat Kalkanı, TSK’nın, ülkesinin sınır güvenliğini, toprak bütünlüğünü, toplumsal birliğini tehdit eden çok yönlü bir terör saldırısına karşı gerçekleştirdiği çok başarılı bir askeri operasyondur. Kendisini içten çökertmeyi hedefleyen kumpaslara rağmen TSK’nın, DEAŞ’ın yıllardır yaşadığı ve yerli halkla bütünleştiği, bombalı tuzaklarla donattığı bir kentte, sivil halka zarar vermemeye özen göstererek gerçekleştirdiği “temizlik harekatı”, ilerde, terörle mücadele konusunda ders kitabı olarak okutulacaktır.  

EL BAB BİR ZAFER, AMA SONRASINDA OLUŞAN TABLO PEMBE DEĞİL

TSK’nın El Bab zaferi bir gurur tablosu, ama bu zafer sonrasında oluşan tablo, Türkiye açısından, o kadar pembe değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında yabancı topraklarda gerçekleştirdiği ikinci savaşı da zaferle taçlandırmasının ABD’yi, Rusya’yı, İran’ı, Irak’ı ve Suriye’yi neden tedirgin ettiğini çokiyi değerlendirmemiz gerekiyor. 

Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu El Bab zaferiyle taçlandırarak, baştan beri savunduğu güvenli bölgeyi fiilen oluşturmuş oldu. Bu bölgeyi, Ortadoğu’da taşlar yerine oturuncaya kadar kontrolü altında tutmak istemesi doğal hakkı değil midir? Öyledir, ama ABD’nin, Rusya’nın ve kendisinin Suriye’de bulunma gerekçesini anlatma gereği duymayan İran, sınır güvenliği nedeniyle Fırat Kalkanı operasyonunu göze almak zorunda kalan Türkiye’yi “Suriye’deki davetsiz misafir” ilan etti; “Ya çıkarlar ya da çıkarırlar” diyor. 

Bu arada, İrak’la yeni bir boru hattı anlaşması imzalayan İran’ın, eski Başbakan Maliki’yi yeniden iktidara taşımaya çalıştığı konuşuluyor. 

El Bab’ı kontrol altına alan Türkiye’nin daha güneye sarkmasından tedirgin olan Suriye ordusu El Bab’ı güneyden kuşatmakla kalmadı Bize, Ebu Cabbar Kabirah, Kirbet Hayr, Han Hayr, el Kitah, Um Haraz ve Misrihah’ı kontrol altına alarak Rakka’ya giden yolu da kapattı.

ABD, Türkiye’nin, “Rakka operasyonunu birlikte yapalım” teklifine “hayır” demiyor, ama “Suriye Demokratik Güçleri” kamuflajı altına soktuğu PYD/YPG konusundaki ısrarından vazgeçmiyor. Bir dikkat çekici gelişme de PKK konusunda yaşanıyor. Rakka’nın DEAŞ’tan temizlenmesi amacıyla ABD ile  ortak bir Rakka operasyonunun konuşulduğu günlerde, PKK’nın düzenli ordu kurma ve Sincar’da ikinci bir Kandil oluşturma amacıyla bir özerk bölge kurma çabasında olduğu ortaya çıktı. PKK’ya, ABD’nin yanı sıra Bağdat hükümetinin de maddi yardımda bulunduğu konuşuluyor. Sincar’da Yezidiler için kurulan Sincar-Şengal Direniş Birlikleri’ne (YBŞ) toplam 38 milyon liralık silah yardımı yapılmış. 

ABD Merkez Komutanlığı'ndan General Joseph Votel, geçen hafta, Suriye Kürdistanı olarak anılan Rojava’da Halk Savunma Birlikleri (YPG) öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanlarıyla buluştu. Votel,  Rakka’nın DEAŞ’tan temizlenmesi için daha çok Amerikan askerine ihtiyaç olduğunu ve SDG’nin DEAŞ’a karşı mücadelesinde yeni silahlarla donatılması gerektiğini söyledi. 

Astana Zirvesinde Suriye Anayasası konusunda Türkiye ile görüş birliği sağlayamayan Rusya, “Cenevre’da Suriye Kürtleri de masada olmalı” diyor. 

Gelinen noktada, ABD ile yapılması düşünülen Rakka operasyonu öncesinde Ortadoğu’da oluşan bu siyasi tabloyu çok doğru olarak okuyarak değerlendirmek durumundayız. 

FIRAT KALAKANI İLE RAKKA OPERASYONUNUN HEDEFLERİ FARKLI

Ankara’nın derin kulislerinden aktardığı haberlerle tanıdığımız Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin, “ABD’yle ortak bir Rakka operasyonuyla bir taşla iki kuş yakalayacağız” değerlendirmesine katılamıyoruz. Sayın Selvi’nin, “a) PYD/YPG’nin, Batı’nın DEAŞ’la mücadelede kara gücü olmaktan çıkacağı, b) Türkiye-ABD yakınlaşması sonucu PYD/YPG kantonlarının anlamını yitireceği” değerlendirmesi, bölge gerçekleriyle ne ölçüde örtüşüyor? 1991’deki I. Körfez Savaşı’yla bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen BOP’u uygulamaya koyan ABD, Türkiye Rakka operasyonunu katıldığı için, bu hedefinden vazgeçebilir mi?  Abdülkadir Selvi’nin “Türkiye, Trump yönetiminin oluşturmaya çalıştığı bölge stratejisini etkilemeye çalışıyor. Türkiye’nin içinde yer aldığı bir bölge stratejisi oluşturulması için çaba gösterirken PYD-YPG’yi de dışarıda tutmaya çaba gösteriyor” değerlendirmesini, ‘mutlu bir günde yazılmış temenniler’ olarak değerlendiriyoruz. 

Fırat Kalkanı operasyonu ile, ABD’yle birlikte yapılması düşünülen Rakka operasyonunun hedefleri çok farklıdır. Rakka operasyonu, vurucu gücün kompozisyonu nedeniyle, hiç de arzulamadığımız sonuçlar üretebilir. Bu nedenle, TSK’nın El Bab başarısından kimlerin, neden tedirgin olduklarını çok doğru olarak değerlendirmemiz gerekir.   

Sözün özü, “Fırat Kalkanı, El Bab tamam da, Rakka’da ne işimiz ver?” sorusuna, kendimizin de sorgulama gereği duymayacağı çok doğru, çok inandırıcı bir yanıt bulmak zorundayız.