Hüseyin, Kerbelâ Olayı’nın hakikatini şu cümlelerle, adeta haykırıyordu: 
“Eğer ben gitmezsem, bu ümmette bir daha hiç kimse, haksızlığa karşı çıkmayacaktır.’’
Ne zaman Kerbela’da yaşananları okusam, yüreğim ince ince kanar..
Takvimler 10 Ekim 680 tarihini gösteriyordu.
İnsanlık tarihinin en kara günüydü o gün..
İmam Hüseyin’in oğlu Ali Asgar henüz altı aylıktı ve Kerbela’da çadırda susuzluktan ölmek üzereydi.
İmam Hüseyin oğlunu kucağına aldı ve Yezid’in ordusunun karşısına dikildi. 
Ölmek üzere olan çocuğuna bir yudum su vermelerini istedi. 
Ne talihsizliktir ki,Yezid’in, İmam Hüseyin’i ortadan kaldırmak üzere görevlendirdiği orduya,  cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer bin Sa’d komuta ediyordu. 
Askerlerinden birine dönüp işaret verdiğinde hemen bir ok atıldı. Babasının kucağında boynundan vurulan Ali Asker bebek, hemen oracıkta can verdi.
Bugün 10 Muharrem..
Kerbela Acısı’nın tam 1335’inci yılı.
Son 2 yıldır Muharremin 10’u yaklaşırken ne zaman bu olayı okusam, “Be hey vicdansızlar, İmam Hüseyin’e düşman oldunuz diyelim, ne istediniz  Kerbela’da bebeklerden, çocuklardan, kadınlardan.. ”diye soruyorum kendime.
Hemen ardından aklıma bir başka soru geliyor;
Yahu diyelim ki Osman’a, Ali’ye, Veli’ye veya her hangi birisine diş bileyip mahkemelerde, hapislerde süründürmek istiyorsunuz? 
Peki, ne istiyorsunuz Konya’da, Kayseri’de dersaneye giden Ali’den, Sudan, Pakistan, Etiyopya, Kenya’daki Ali Asgar’dan, 
Kanada, Brezilya’da Türk Koleji’ne giden Michael’den, Thomas’tan..
Ne derdiniz varsa, gelin bizle görün.
Ali’ye kızıp Veli’yi susuzluktan öldürmek, bir yudum su yok deyip Kerbela’ları günümüze taşımak da nedir?
Tarih, ondan ibret alınsın diye okunur.
Kûfe halkı, İmam Hüseyin’i davet etti ve kendisini destekleyeceklerini açıkladı. 
Sanki,  ‘’ GEL HOCAM, ÖZLEDİK SENİ ‘’  çağrısı gibi..
İmam Hüseyin bu teklifi ciddiye aldı.
Kûfe’deki taraftarlarının gerçekte olduğundan çok daha fazla olduğunu zannetti. Bir avuç taraftarı ve ailesiyle Kûfe’ye doğru yola çıktı.
Kerbela’ya geldiklerinde, Ömer bin Sa’d çemberi daralttı ve kampın suyollarını kesti.
Muharrem ayının 9’unda, kampın su kaynakları tükendi ve önlerinde sadece savaşmak ya da teslim olmak seçeneği kaldı.
Yezid’in askerlerine boyun eğmedi İmam Hüseyin..
Teslim olmadı.
Allah’ın rızasını kazanmak dışında dünya adına tüm pazarlıklara kapalı olduğunu ilan etti.
Şimdilerde artık, İmam Hüseyin’in kucağındaki bebeğini bile hedef alan siyasi öfke, terör timleriyle kreşleri basan zihniyeti hatırlatıyor bana.... Daha iyi anlıyorum artık, tarihte okuduğum kimi olayları..
İmam Hüseyin, kucağında vurulan oğlunu gömdükten sonra tekrar Yezid’in ordusunun karşısına dikildi. Her taraftan ok ve mızraklar İmam Hüseyin’in üzerine yağmaya başladı. 
Aldığı yaraların ardından yere düştüğünde kafası kılıçla kesildi ve mızrağa takılarak herkese gösterildi. Üzerindeki değerli eşyalar alındı ve yarı çıplak bırakıldı.
Yezid’in askerleri daha sonra çadıra girdiler ve yağmaladılar. Aileden 70’i aşkın kişi şehit edildi.
Çocuk ve kadınlardan geride kalanları yargılamak üzere Kûfe üzerinden Şam’a götürdüler. Çok kötü muamelelere tabi tuttular. Aç ve susuz bıraktılar. Yezid’in bu kötülükleri yapmaktaki amacının, İmam Hüseyin’in destekçilerinin ne hallere düştüğünü gösterip, halkın desteğini kaybetmesini sağlamak olduğunutüm tarih kitapları yazar.
Tıpkı, ülkenin saygın işadamlarını, gazetecilerini, aydınlarını, kurumlarını, kimi iddialarla itibarsızlaştırarak, halkın desteğinin azalmasını sağlamak gibi...
Çok ilginçtir, Yezid’in o dönemde halk desteği İmam Hüseyin’den çok fazlaydı. Gerçeğe kalbi de, gözü de kapalıydı geniş kitlelerin. İmam Hüseyin yanlısı gibi görünüp davet edenler de, zaten arkasında durmadılar. Bu zulme seyirci kaldılar..
Tarihte kalmış olayları öylesine laf olsun diye okuyup geçmeyin.
Olaylar kendisini tekrar ediyor, değişen sadece oyuncular.
Önemli olan, hangi role soyunduğunuzdur, bir sahne olan bu dünya denilen alemde..
Kimi temsil ettiğinizdir..
Suruç’ta ve Ankara’nın göbeğindeki canlı bomba eylemlerinde, 10 Muharrem acısını 1335 yıldır yüreğinde hisseden bir kültürün genç fidanlarını kana buladılar.
Kerbela’da bizim acımız, Suruç da, Ankara da, Dağlıca da, diğerleri de..
Kerbela’da İslam Peygamberinin öz torunu İmam Hüseyin hunharca katledilmiştir. Bir inancın diğer inancı yahut bir mezhebin diğer mezhebi takip etme zorunluluğu yoktur. Ancak Peygamberin torununun öldürülmesi gibi son derece dramatik bir olayın Sünniler arasında “hızlıca geçiştirildiğini” kabul etmek gerekiyor.
Peygamberin torununun başının kesildiğini bilip susanların tarihte olduğunu duyunca, günümüzde pek çok olayda kalabalık kitlenin susmasına şaşırmamak gerekiyor.
O zamanki zamanı anlatan en güzel deyişi de yazmadan geçemeyeceğim :
HAL BÖYLE BÖYLE
Çöl yazıda ekilmiş bir kara duman
Dumanın içinde imam görünür
Abbas at üstünde vermiyor aman
Yezidin askeri yaman yürünür

Hal böyle böyle var Pir’e söyle
Pir’im Mecnun olmuş ben olam Leyla
Pir de benim gibi yanar mı böyle

Kerbela çölünde şemalar yanar
Abbas at üstünde çark gibi döner
Ak libas altında yarası kanar
Ok saplanmış ciğerciği delinir

Hal böyle böyle var Pir’e söyle
Pir’im Mecnun olmuş ben olam Leyla
Pir de benim gibi yanar mı böyle

Abbas’ın giydiği keten gömlektir
Gömleği soymuşlar Kolları yoktur
Bir değil beş değil yarası çoktur 
Abbas’ı vuran elbet sürünür

Hal böyle böylevar Pir’e söyle
Pir’im Mecnun olmuş ben olam Leyla
Pir de benim gibi yanar mı böyle.