Canınızı sıkacağım biraz! Bazı yayıncı arkadaşlarımı üzeceğim. Keza, yazar arkadaşlarımı da öyle. Çünkü haklı sebeplerim var! Şahsım adına konuşuyorum; bu ülkedeki en güzel şey kitaplar ve dergilerdir. Ve onlar ile bazı zaman elem dolu bir şekilde kucaklaşıyorum. Fakat artık gördüklerim can yakmaya başladı. 'Neden?' der iseniz; biraz size bu konudan bahsedebilirim.

Biliyorsunuz; tekelleşme üç ana kola ayrılır. Ve yatay, dikey ve çapraz tekelleşme diye anılmaktadır. İletişim özgürlüğünün, envai çeşit yasal düzenlemeler ile güvence altına alındığı söylenir, ama elbette böylesi bir şeyin pek de mümkün olmadığını da söylemekten çekinmemeliyiz. Çünkü nerede ise tüm sanat kollarında varlığını sürdüren bu tekelleşmeler, öz denetim ve siyasi otoritelerden gelecek olan dolaylı ya da doğrudan müdahaleler ile her yazara eşit şekilde olanak sağlamadığı çok bariz bir şekilde görünmektedir. Bireysel ve kolektif tekelleşmelerin sebebi var olan medya gücünden yararlanmak ve kazancı banka hesaplarına kanalize etmek ile alakalıdır. Pek de güzel bir biçimde bunu da gerçekleştirirler.

Son günlerde göze çarpan en acı tekelleşme örneği ise ne yazık ki edebiyat çatısı altında kaynayan kazanların enine ve boyuna genişliyor olması! Değişen ve gelişen şartlar, beraberinde getirdiği mafyavari düzeni de bu sanat dalının içerisine enjekte etmiş bir durumda. Artık bağımsız ve kimse ile bir ilişiği olmayan yazar başarısız olacağının pek de âlâ bir biçimde farkında. Ekonomik çıkarlar, kendilerine güçlü bir örgüt kurmuş gibi görünüyor! İşbu yazarlar, finans çevrelerince belirgin bir medya gücüne sahip olma ve halihazırda var olan bu güçten yararlanma arzusu ile nice hayaller kuruyor. Fakat işte tam da bu an kalem sermaye sahiplerine kiralanmış oluyor!

Son dönemlerde peydahlanan sözde İslami edebiyat eserleri ve peyderpey hemen akabinde ardında beliren yayınevi odakları, desteğini esirgemeyen bir takım çevrelerce pek güzel bir biçimde pazarlanıp, kitap çöplüğüne her gün yeni bir eser daha katmak ile meşguller. Okuma oranının utanç duyulası bir halde olduğu ülkemizde, yok denecek kadar az olan satış gücü, bu tür simsarların ve sermaye sahibi yayın kuruluşlarının zihninin bulunmasına sebebiyet veriyor. Ve doğal bir iç güdü ile, pastadan pay elde etmek için hiçbir şeyden feragat etmiyor, olabildiğince karınlarını şişirmeye çalışıyorlar!

Özellikle yer altı edebiyatı mafyacılık düzeni ile süregelen bir şekilde yoluna devam ediyor! Bu düzeneği kuran yayıncılar, ağlarını yer altı yazarlarının üstüne fırlatmaktan çekinmiyor. Hali ile de, olan hep olduğu küçük balığı oluyor! Oysa, gördüğümüz tüm bu kollamalar, destek ve omuz çıkmaların ardı kesilir ise, gerçek birkaç kitap okuyacağımıza eminim. Bu tür usülsüz, emek sömürücü, kalem öğütücü insanlar ile bir arada çalışan, bulunan, buna göz yuman insanlar olduğu sürece sanat tarafsızlık ve objektif bir yön ne yazık ki alamayacak.

Ki artık günümüzde medyanın gücü değil de, güçlerin medyası oldugunun kanıtı öyle çoktur ki, kafamızı kumdan çıkarmak buna yetecektir. Son olarak buna sebep olan olguların içerisinde yer alan birçok kurum, kuruluş, vakıf, dernek ya da sivil toplum örgütlerinin varlığını bir kenara koyar isek, geriye bir tek şey kalacaktır; mafyacılık! Yine birileri şu an dahi, hep olduğu gibi birilerini koruyor ve kolluyor. Bu da sanatın kol ve kanadını kırmak ile sınırlı kalmıyor.

Ve eğer bir sanat dalı, bu tür bir şey ile bir arada yer alabilir diye düşünmek isterdim, ama bu söylev bir yana dursun, yine de birbirinden nefret edip duran tüm o insanlar hâlâ birbirinin yüzüne gülüp, duruyorlar. Hâlâ kazan da kaynıyor. Hâlâ da ses çıkarmamak ile meşgul oluyorlar. Pek tabii, sektör bilincinin farkındalığında sahip insanlar olmadığı için bu kazan dolmaya, taşmaya ve sonsuza dek karıştırılıp durmaya mecbur gibi duruyor. Fakat nereye kadar? Bıkmadınız mı?