BODOSLAMA!

16 Martta vizyona giren Başka Sinema’nın dağıtımını üstlendiği bir filmle şaşkınları oynarken insanların çizdiği zavallı hallere ağlanacak yerde güldüm.  Bazı arkadaşlar çaktırmadan sessiz güldüler. Her hikayede bir ortam, kişi, olay benzetmesi olur ya işte o hesap. 

Yoo haşaa… dememde hiç bir  olay ve kişi yok.

Adı ‘Stalin’in Ölümü’ (The Death of Stalin)

Yönetmen; Armando Lannucci 

Oyuncu kadrosunda ise, Jeffrey Tambor, Steve Buscemi, Andrea Riseborough, Olga Kurylenko, Rupert Friend, Michael Pali var.

Film Fabien Nury ve Thierry Robin'in Fransız çizgi romanından uyarlanmış. Tam bir dramatik komedi…

Stalin'in ölümünün ardından yaşanan iktidar kavgasını işleyen komedi filmi Rusya’da ilk gösterimin ardından, tüm biletleri tükenmiş ama Kültür Bakanlığı tarafından "Rusya'ya hakaret edildiği" gerekçesiyle yasaklanmış. 

19 YY zalimlerin ve acımasızların liderlerini çıkarttığı yüzyıl olarak tarihe katılırken, bu katı rejimlere dahil olan Josef Stalin (1890-1953) de maalesef kaos dolu ortamlar yaratmış. Paranoya, en yakınlarına bile kök söktüren, acımasız ve 20 milyon insanın ölümüne sebep olmuş bir lider. ( Ne güzel, filmler bize tarihin unuttuğumuz detaylarını aktarıyor. Dünya liderlerinin bu yüzyıla benzeyen taraflarıyla filmin bu zamanda yapılması da enteresan)

Tarihte hatırladığınız bu liderleri siz hatırlayın bulmaca oyunu , alzeimera iyi gelir.

Ben mi?

Ben, şu şarkıyı söylüyorum.

‘Yine yeşillendi fındık dalları’

Sonra bestecisini kızdırmasın hiciv bu.

Yine yeşildi fındık dalları, Yine yeşillenecek fındık dalları, Şimdi yine yeşil fındık dalları. Hep yeşildir fındık dalları.

Komediye vurmak yaşamı tiye almak gerek. Yoksa .okunda boncuk aramakla geçer hayatımız.

Neyse nerdeydik…

Filmde… SSCB lideri Joseph Stalin 70'li yaşlarının ortasında ve  sağlıklıyken bir sabah çalışma odasında ölüm halinde bulunuyor. Ölüm hali diyorum çünkü enteresan bir şekilde epikriz raporu alıyor. Çocuklarının trajikomik halleri ise tam acınası şaşkınlık. 30 yıl demirden bir yumrukla yönetilmiş SSCB için bu kanlı diktatörün ölümünü fırsat bilen yalakalar hemen iktidar yarışına girer kaos tavan vaziyettedir. Yaşananları izlemeniz gerek. Film baştan sona gülmece, düşün dürmece. Öyle hızlı bir akışta ki, sonunda, ana bu ne kısa filmdi diyorsunuz.

Bu hafta içimi karartan haberler, değişen çevre, saçma sapan algılar, tam gaz düşüşe geçen dünya nimetleri derken bir de sağolsun dost kurum; Cemal Reşit Rey’de Emel Sayın Konseri’ne  gittim. Ohhhh be kulaklarımın pası, kiri, gözümün feri açıldı. (Hatırbilir Tuğçe Hanım iğne atsan yere düşmez salonda yer buldu. Çok teşekkür ediyorum kendisine)

Tıklım tıklım bir salon. Her yaş ve anlayışta insan kitlesi.

Emel Hanım zerafetin simgesi. Yaşlanmış tabii ama sesin o ürkek cazibesi, beden dilinin işveli cilvesi hep çocukluğumun Emel Sayın’ı. Çocuklarla olan sahne diyaloğu ile samimi halleri çok alkış aldı.

Zeki Müren şarkılarına ağırlık verdi. Zaman zaman hep birlikte söyledik. Oturduğumuz yerden kıpır kıpır dans ettik. 

Zeki Müren ve o dönemin sanatçılarıyla olan anılarını anlatırken, O da gitti parantezleri, can acıtan yaşam gerçeğini vurguladı. Ama bir yandan da o çok sevdiği insanları kaybetmenin acısını hazmetmiş, yaşam kanunu algısını kabul etmiş kişi modelini oluşturdu.

Çok güzel bir konserdi. Arkadaşlarla eve gidene kadar,

‘İsmin ne dedi, söyleyiverdim; Feride… Feride…’ mırıldandık. Yok bağıra bağıra söyledik.

Çünkü finalde yakın arkadaşı Engin Çağlar’ı sahneye çağırdı ve birlikte bu şarkıyı söylediler. O da bembeyaz saçıyla yıllara meydan okuyan haliyle hepimize morak oldu.

Yaşamı sevin ve ne kadar kısa olduğunu güzel şeylere bakıp yaşayın. 

Hepinize kucak dolusu sevgiyle…