İçimizde adını koyamadığımız bir his ve bin bir düşünceye takıldığımız düşünüşler ve düşündükçe çoğalan ‘’yalnızlık’’ içindeyiz.

Belki kültürel farklılıklar belki maddi boyutlar belki yetiştirme tarzımız ve daha nice doğru sandığımız ama bizi yalnızlığa iten davranış biçimlerimiz ve sosyal koşullarımız.

Bazen kalabalık içinde içimizden geçenleri söyleyememe, konuşunca dinletememe hissi insanları iç yolculuğundan daha derinlere sessizliğe ittikçe itiyor.

Artık, toplumuz geyik sohbetlerde o anın boşluğunu doldurma peşinde. Kısacası; günü gün etme, yarını düşünmeden rastgele yaşama diyalogunda.

Dostluk denilen süreç kaygan zemin üzerinde menfaat üzerine kurulu…

Öykü oluşturulmayan hatırası kalmayan anlarda bulundukça ertesi güne ne anı kalıyor ne dost hikayesi. Ve; kalıyorsunuz içinizde birikenleri anlatamadan tek başınıza.

Kalpten çıkarsızca seviyorsunuz. Ya terk ediliyorsunuz yada sevginizi anlayan yok.

Sevgi denen o canım uzun yolculuğa eşlik etmemeyi meziyet sayan başıboş anlık iletişimler var artık.

Sevdiğiniz insanların sizin sevgi anlayışınızdan uzaklarda olduğunu gördükçe sevgiyi sorgulamaya başlıyorsunuz.

İnsanız sevmeden hiçbir iş, hiçbir iletişim anlamında kurulmaz diyorsunuz; kalabalıkta donuklaşıyorsunuz onlar gibi olmaya çalışıyor, onlar gibi havada uçuşan saçma sapan sohbetlere katılıyorsunuz bu seferde; kendiniz gibi olmaktan çıkıyorsunuz.

Bir ortak yolu olmalı diyorsunuz; ya sevmekten vazgeçmeli yada kendiniz gibi olmaktan.

Yalnız kalacağınıza onlar gibi olup kalabalıklaşayım dediğiniz an bir asi fırtına esiyor ve size ait olan çok şeyi alıp götürüyor.

O yüce sevgiyi rüzgar alıp götürmesin diye yalnız kalıp, içimdeki sevgi bari beni terk etmesin diyorsunuz.

Sonra anlıyorsunuz; düşünmemek gerektiğini. Yoksa; bu yalnızlaşma hissi acı yalnızlık olacak biliyorsunuz.

Kim, bizi bu yalnızlığa götürüyor diyorsunuz, hayatı sorguluyorsunuz.

Bağımsızlaşmak mı?

Bencilleşmek mi?

Modern hayata uyum sağlayalım derken modern hayatın istediği; “bireyselleşme, bencilleşme, yalnızlaşma” modern hayatın gereğine mi uyduk diye düşünüyorsunuz.

Tek başımıza kazanmak, tek başımıza paylaşmadan kazandıklarımızı yemek, maddi kazanca ulaşır ulaşmaz ayrı eve çıkma aileden kopma, yalnız yaşama önce ailemizden sonra yakınlarımızın oluşturduğu aile toplumundan sonrasında insanlar arası iletişimlerden koptuğumuzu görüyoruz.

Türk toplumunun yaşam biçiminden uzaklaştıkça modern hayatın yalnızlığı; benliğimize, ruhumuza yerleştikçe kocaman bir yalnızlık yakamıza yapışmış oluyor.

“Ayakların üzerinde durmalısın” algısını yanlış anlayıp ayaklarımız üzerinde durup kazanıp, tek harcayıp, kimselere yaklaşmadan, paylaşmayı bilmeden sadece tek başımıza, insanlardan uzaklaşıp, sonra da kendimizden kaçıp yalnızlaşma psikolojisine kapılmış oluveriyoruz.

Arada yalnız kalmak dinlendirici iyi olabilir. Tabi ki; yalnızlığın dozu iyi ayarlanmalı ve bizlerin seçimi olmalı ön yargılarımızın, bağımsızlığımızın zorunluluğu olmamalı.

“İnsanız ve birbirimize çok ihtiyacımız var.” O acınası “acı yalnızlığa” kapılmadan bir an önce kaybettiklerimizi yakalayıp sevgiyle birbirimizi kucaklamamız gerekiyor.