Mehmet Kara’nın yazdığı Düşte Kördüğüm (Roman) kitabı Nesil Yayınları tarafından neşredildi. Yaşanmış gerçek hikâyelerin kaleme alındığa bu kitap; 28 Şubat’a Türk üniversitelerinde işlerin nasıl çığırından çıktığını anlamak için okunması gereken bir eser.
Mehmet Kara titiz ve şair ruhlu bir yazar. Adeta bin düşünüyor bir yazıyor. Kitap ismi de son derece ilginç. Düşte gördüğüm değil de, Düşte Kördüğüm ismini taşıyor. Roman bu isimle de hemen merak uyandırıyor. Düşlerin bile kördüğüm olduğu bir dönemi kaleme alın yazar Kara, kitabın arka kapağındaki tanıtım bölümünde şiirimsi ifadeleri ironi yaparak dile getiriyor. İşte o cümleler: “Rektörün ancak kendine yetecek kadar yayınları vardı. Fakat çevresinde bülbül gibi şakıyan, kalabalık “Sayın”ları vardı. Hepsi birden fark edilmese de üniversitenin kadrosu epeyce kalabalıktı. Uzağındakiler. Yakınındakiler. Göze girenler. Gözden düşenler. Katılanlar. Atılanlar. Satılanlar. O yıllarda üniversite gerçek hüviyetini yitirdiği için bunlar adeta anabilim dalları vazifesini görüyordu.”
Mehmet Kara’nın roman dili sade, yalın, anlaşır ve kısa cümlelerle ifadeler yerini buluyor. Başladığınızda bir çırpıda kitabı okuyorsunuz. 28 Şubat sürecinde üniversitelerde neler yapıldığını okurken, “vay anasına” demekten kendinizi alamıyorsunuz. 15 farklı başlıkla isimli mahfuz tutularak bir hikâye örgüsü içinde verilen kitapta; olaylar birbirini kovalıyor ve insanlar adeta birbirinden şüphe eder şekilde yaşamını sürdürüyor. Romanı okurken acaba burada daha önce bir sosyalist bir rejimle mi idare edilen bir ülke olduğunu düşünmekten kurtulamıyorsunuz. Demek ki o günlerden bugünlere epey mesafe alındığı da gözden kaçmıyor. Kaderin bir cilvesi o gün zulmedenlerin esamisinin okunmadığı ancak zulme uğrayanların iyi yerlere geldiğini görüyoruz. Buda bize şunu gösteriyor ki, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde zulmetmemek lazım. Kim olursa olsun. Çünkü bugün biz zulmedersek yarın onların düştüğü durama düşmekten kendimi alamayız.  Ne zulmedelim ne de zulme uğrayalım. Böylesine güzel eserden dolayı Mehmet Kara’yı tebrik ediyorum. Daha nice güzel eserler vermesini temenni ediyorum.  
“Düşte Kördüğüm” romanı aşağıdaki şu cümlelerle sona ererken bir solukta okuyacakları bu tarihe tanıklık edecek kitabı okuyucularımın okumalarını tavsiye ediyorum:
“Yavaş yavaş hava kararıyor. Acılı geçmişim gibi. Yakamozlar. Dalgalar. Hicret sonrası. Ruhum dinginliğine yelken açtı. Eski üniversite buharlaştı. Artık Batuhan, uzak bir şehirde. Heyecana geldim. Kör feneri çaldım taşa. Güneş, batıya gitmiş olabilir. Geriye döndü dönecek. Dikenleri ayıkladım. Gülleri sevdim.” 
Harikalar Diyarı Hind
İnkılab Yayınları tarafından neşredilen Büzürg Bin Şahriyar tarafından kaleme alınan “Harikalar Diyarı Hind” kitabı ilginç ve tarihi olaylarla tanıdıklık eden bir belge niteliği taşıması açısından da son derece önemli. İnkılab yayınevi sahibi Hasan Güneş, bu tür kitapları özverili bir şekilde okuyucuya kazandırıyor. Kendisini tebrik ediyorum. Adeta bu tip güzel kitaplarla tarihe not düşülüyor. 
Onuncu yüzyılda yaşamış Kaptan Büzürg bin Şehriyâr İranlı bir denizcidir. 901–954 yılları arasında, Güney Hindistan, Gucerât, Hint takımadaları, Çin ve Japonya’da gördüklerini anlatmış, ayrıca tanıştığı gemici, tüccar ve seyyahların bu bölgelerle Doğu Afrika üzerine naklettikleri hatıralara yer vermiştir.
Hikâyelerde, ticari seferler, maceralar, elde edilen olağanüstü kârlar, yoksulluklar, denizkızları, maymunlar, filler, kaplumbağalar, dev istakozlar ve dev kuşlar anlatılmaktadır. Bununla beraber o dönemdeki bir Hint mihracesinin Kur’ân-ı Kerîmi kendi diline çevirtmiş olduğunu, doğu Afrika’da bir kabile şefinin ve dolayısıyla kabile halkının ilginç hidayet hikâyesini haber vermektedir. Eser, anlattığı ülkelerdeki insanların yaşayışlarını, örf ve âdetlerini yansıtması bakımından son derece önemlidir. Arapça metin, (Ayasofya, nr. 3306) yazma nüshasının tıpkıbasımıdır. Kitapta eserin orijinal Arapçası da yer almaktadır. Akıcı bir üslupla Türkçeye tercüme edilen eseri okuyucularıma tavsiye ediyorum. 
Birbirinden ilginç ve hoş olay ve hikayelerin anlatıldığı kitapta işte “Sayfiyu Denizi” başlıklı kısa bir bölüm: “İbni Laki, Sabiye ve Gaylami Adası arasında, Sayfiyu Denizi denen ve bir ucundan bir ucuna altı günde geçilen bir denizden de bahsetmişti. Burada seyreden gemiler de, otuz kulaç derinlikte seyretmelidir. Yirmi kulaçta gemi batar, çünkü bu denizde ince bir çamur tabakası vardır. Buna rastlayan gemi yok olur. Kurtulan çok azdır.”